YAZARLAR

Kurucu babalar, karizmatik liderler ve otokratlar

Örgütsel ölçek küçüldükçe lidersiz seçeneklerin sürdürülebilirliği artıyor, belki böyle bir anda siyaseti hiyerarşik ve bürokratik bir mantıktan çıkarıp merkezsizleştirmek, yatay örgütlenme modellerine alan tanımak ve böylece lider ekseninde yoğunlaşan güç odağını ortadan kaldırmak gerekiyor. Liderin tahakkümünden bağımsız bir siyaset mümkün mü, bunu düşünmek gerekiyor.

Siyaset biliminin en temel tartışma konularından biri siyasi liderler ve liderlerin siyasi yapı içindeki yeridir. Liderlere atfedilen önem siyasi sistemin yapısına göre değişiklik gösterse de gerek demokratik gerekse otoriter sistemlerde liderler siyasi istikrar ve kitlelerin mobilizasyonu açısından büyük rol oynar. İdeal bir durumda liderlerin siyasi gücün odak noktası olarak politika yapımının hedeflerini gerçekleştirmesi için çalışması beklenir. Bunun dışında liderlerin etkisi çeşitli fren ve denge mekanizmalarıyla kontrol altına alınsa da yakın zamanda Donald Trump’ın kendine has siyasi çıkışının da gösterdiği gibi liderlerin kitleler üzerindeki etkisi her zaman sistemik unsurlarla ve kontrol mekanizmalarıyla denetim altına alınamayabilir. Liberal demokrasinin seçmenlere atfettiği akılcı seçimlere karşılık Weber’in eğitimsiz kitlelere yaptığı vurgu, liderler ve kitleler arasındaki ilişkinin de her zaman akla dayalı olmadığını, bu nedenle öngörülebilir de olmadığını düşündürür. Sonuç olarak siyasi tarihin farklı dönemlerinde farklı liderlerin kitleler üzerinde her zaman öngörülemeyen ve rasyonel olmayan etkiler bıraktığını söylemek mümkündür. Belki burada farklı liderlik örneklerine ve tanımlamalarına bakarak günümüz siyasetinde nasıl bir liderlik arayışında olduğumuza dair bir fikir edinebiliriz.

KURUCU BABALAR

Genel olarak ulusal bağımsızlık mücadelelerinde öne çıkan, bunu takip eden ulusal kimlik ve devlet inşası süreçlerinde kurucu değerleri belirleyen liderler olarak öne çıkan kurucu babalar, ulus-devletin tanımlayıcı figürleri haline gelir. Sıklıkla ABD bağlamında dört kurucu başkan Franklin, Jefferson, Hamilton ve Madison’a istinaden kullanılan bir ifade olsa da Lenin, Mao, Gandi, Atatürk de kendilerini destekleyen siyasi seçkinlerle birlikte kurucu değerler inşa eden kurucu babalar olarak öne çıkar.  Kurucu babalar ve temsil ettikleri kurucu değerler bir taraftan resmi tarih yazımı diğer taraftan devletin ideolojik aygıtları ve bütün bir kültürel hegemonya inşasıyla eğitimden sağlığa, bürokrasiden yargıya, gündelik hayatın farklı alanlarından kitle iletişim araçlarına kadar her yerde varlığını hissettirir. Kurucu babalar kendi yaşam sürelerinin ötesinde yarattıkları siyasi gelenek ile etkilerini sürdürür, çoğu zaman dokunulmaz, sorgulanmaz bir konumda kalırlar.

Kurucu babaların gerçekleştirdikleri yenilikler ve temsil ettikleri değerler kendi tarihsel bağlamında anlamlı olsa da toplumsal değişim, bu anlamı da değiştirir. Kurucu babalar kendi dönemlerinde gerçek birer liderken bugün ancak sembolik bir lidere dönüşürler. Kolektif bellek, siyasi dinamikler, sosyal ilişkiler ve ekonomik döngülerle birlikte yeniden ve yeniden inşa edilirken, sembolik liderleri de temsil ettikleri değerleri de farklı içeriklere karşılık gelecek şekilde yenilerler. Bu nedenle, bugünün sorunları için kurucu babalardan medet ummak, mehdiyi bekler gibi yeni bir kurucu babanın gökten zembille inmesini beklemek, nostaljiye sarılmak çare olmaz. Bugünden yarına sorulması gereken, geçmiş güzel günler geri gelir mi değil, gelecek güzel günleri nasıl gerçekleştirebiliriz sorusudur.

KARİZMATİK LİDERLER

Liderlik üzerine tartışmaların temel noktalarından biri liderlerin kişilik özelliklerinin liderlik vasıflarının bir parçası olup olmadığı, bu kişilik özelliklerinin tarihsel gelişmeler ve karar alma süreçleri üzerinde ne kadar etkili olduğudur. Bu noktada en sık referans verilen kaynak Weber’in karizmatik otorite ya da karizmatik liderlik kavramıdır. Weber’e göre meşru bir otoriteye ulaşmanın üç farklı yolu bulunur: Yasal temeller, geleneksel temeller ve son olarak karizmatik temeller. Yasalarla belirlenmiş ve kişisel olmayan güç inşası ya da geleneksel yollardan aktarılan ve kişilerin geleneğe sadakatiyle ortaya çıkan otorite konumlarına karşılık karizmatik otorite, bir liderin karizmatik vasıfları, kahramanlık nitelikleri, vaatleri ile ortaya çıkan bir otorite konumudur. Weber’in karizma tanımının günümüz araştırma yöntemleri bağlamında operasyonel bir kavramsallaştırma temsil ettiğini söylemek zor olsa da genel olarak karizma doğaüstü, insanüstü veya en azından ayrıcalıklı bir takım vasıflara tekabül eder. Weber, karizmatik otoriteyi tanımlarken beş temel göstergeye odaklanır. Karizmanın takipçiler ve kitleler tarafından tanınması en önemli göstergedir. Ancak karizma destekçilerin çıkarları karşılandığı oranda devam eder. Destekçiler karizmatik bir cemaat oluşturur ve herhangi bir bürokrasiye ya da yasal düzenlemeye tabi olmaksızın karizmatik lidere bağlılık gösterir. Weber’e göre yalın karizmanın ekonomik meselelerle ilgisi yoktur, yalnızca bir çağrının, ruhani bir görevin ve bir misyonun gerçekleşmesine odaklanmıştır. Son olarak, geleneksel dönemlerde karizma devrimci bir güç olarak öne çıkar ve yerleşik davranışların ve değerlerin dönüşümüne alan açar.

Weber’in karizmatik otorite anlatısı gelenekçi siyasi yaklaşımlar tarafından kabul görürken, karizmatik liderlerin demokratik sistemler açısından yarattığı riskler ve otoriterleşme eğilimleri de öne çıkan eleştiriler oldu. Bu nedenle liderleri içinde bulundukları bağlamdan soyutlayarak yüceltmek veya yermek anlamlı bir analitik yaklaşım olmaz. Kişilik özelliklerinin ne kadar etkili olacağı, liderlik pozisyonunu çevreleyen sistemik unsurlar, örneğin yetkilerin sınırlandırılması, kaynak kullanımında belirleyici olan ekonomik faktörler ya da siyasi örgütlenme ile doğrudan ilintilidir. Ancak bunun yanında liderin kitlelerle, özellikle yandaşları, muhalifleri ve rakipleriyle kurduğu ilişki de belirleyici olur. Yandaşlar veya muhalifler basitçe akılcı tercihlere yönelmiş siyasi seçmenler değildir; kitleler ve seçkinler aynı zamanda fayda maksimizasyonu peşinde koşan siyasi yatırımcılardır. Bu model Amerikan demokrasisine dair bir politik ve ekonomik çıkar mücadelesini düşündürse de bugün Türkiye’de de siyaseti bir yatırım alanı olarak tanımlamak, bu bağlamda yandaşları da siyasi yatırımcılar olarak düşünmek yanlış olmaz. Dolayısıyla bir lideri tek başına ve kişilik özellikleriyle, güç kullanımı ve karar alma süreçleriyle değerlendirmek yerine, lideri içinde bulunduğu siyasi ve toplumsal bağlam ile değerlendirmek gerekir. Bu siyasi ve toplumsal bağlam aynı zamanda liderin yozlaşmasını, gücü kötüye kullanmasını ve sistemi tehdit eder bir konuma gelmesini engelleyecek en temel denge unsurudur.

DEMOKRASİYİ KENDİNE YONTAN OTOKRATİK LİDERLER

İster bir parti lideri ister belediye başkanı, isterse başbakan ya da devlet başkanı olsun, liderlikle ilgili temel sorunlardan biri demokratik yollardan güce ulaşan liderlerin zamanla siyasi güçlerini politika yapımına yönelik bir araç olmaktan çok kendi içinde kişisel çıkarlarına hizmet eden bir araca dönüştürmeleri. Bu kişisel hırslar ve siyasetin giderek bir kişilik kültüne dönüşmesi liderler ve kitleler arasındaki ilişkiyi zehirleyen bir unsur olarak öne çıkar. Kitle iletişim araçlarının kullanımı ve kişilik kültü yaratılan lidere yönelik belli bir imajın yaratılması, liderin karizmatik bir kahraman, bir kurtarıcı olarak gösterilmesi siyasi meşruiyet zemini yaratmak için bilinçli olarak kullanılır. Bütün bunlar demokratik siyaset ve çoğulculuk ile bağdaşmaz. Lideri sürekli gündemde tutmak için propaganda amaçlı yapılan açılışlar, seremoniler, anma törenleri, halkla en ufak bir yakınlığı olmadığı halde halkla temasın vurgulandığı mizansenler liderlerin kişilik kültünü beslerken siyasetin içini boşaltır, öyle ki demokratik hakların bu kişiselleşmiş siyasete kurban edildiği aşamada artık oy vermenin de muhalefetin de bir anlamı kalmaz. Kısmen demokrasinin iç çelişkilerinden kısmen demokrasiyi ayakta tutacak yasal ve kurumsal çerçeveden kaynaklanan sorunlar başka tür bir demokrasi açığına yol açar ve bugün Türkiye’de ve benzeri birçok ülkede tanık olduğumuz uzun dönem otokratik eğilimlere neden olur. Bu tür liderlerin demokratik yollardan yeniden demokrasiyi tesis etmeleri oldukça zordur, çünkü bu süreç ister istemez liderin kendi siyasi kariyerini de tehdit eden bir durumdur. Demokrasinin yeniden tesisi, ancak ve ancak halkın kitlesel tepkisi ve talebiyle gerçekleşme imkânı bulur.

LİDERSİZ BİR SİYASET MÜMKÜN MÜ?

Bugün dünya yeni bir demokrasi arayışında. Küresel ölçekte örgütlenen toplumsal hareketler, dijital demokrasiyi kullanarak deneysel düzeyde de olsa ulus-devlet ve vatandaşlık sınırlarını aşan demokrasi kurgularını hayata geçirmeye çalışıyor. Yerel örgütlenmeler forumlar, kolektifler, topluluk temelli üretim, tüketim örgütlenmelerinde doğrudan demokrasi deneyimleri ortaya koyuyor. Bütün bu hareketlerin ortak yanı katılımcılığı ve sosyal içermeyi güçlendirmeye çalışırken çoğu zaman lidersiz hareketler olması. Örgütsel ölçek küçüldükçe lidersiz seçeneklerin sürdürülebilirliği artıyor, belki böyle bir anda siyaseti hiyerarşik ve bürokratik bir mantıktan çıkarıp merkezsizleştirmek, yatay örgütlenme modellerine alan tanımak ve böylece lider ekseninde yoğunlaşan güç odağını ortadan kaldırmak gerekiyor. Liderin tahakkümünden bağımsız bir siyaset mümkün mü, bunu düşünmek gerekiyor.


Aslıhan Aykaç Kimdir?

İzmir’de doğdu. Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans ve doktora derecelerini Binghamton Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden aldı. Burada yazdığı doktora tezi Yeni İşler, Yeni İşçiler adıyla 2009 yılında İletişim Yayınları’ndan Türkçe olarak yayımlandı. 2007 yılında Middle East Research Competition fonundan yararlanarak yürüttüğü araştırmanın sonuçları Toplum ve Bilim dergisinde “Karşılaştırmalı Bir Bakış Açısından Sosyal Güvenlik Reformunun Emek Piyasasına Etkisi” başlığıyla yayınlandı. 2014 yılında Fulbright Doktora Sonrası Araştırma Bursunu kazandı ve 2014-15 akademik yılını Rutgers Üniversitesi’nde araştırmacı olarak geçirdi. Bu araştırma 2017 yılında İngiltere’de Routledge yayınlarından Political Economy of Employment Relations: Alternative Theory and Practice adıyla İngilizce olarak yayımlandı. 2018 yılında Metis Yayınları’ndan çıkan Dayanışma Ekonomileri bu araştırmayı temel almaktadır. Makaleleri Toplum ve Bilim, New Perspectives on Turkey, Anatolia gibi dergilerde yayımlandı. Nazilli Basma Fabrikası üzerine yürüttüğü araştırması Devletin İşçisi Olmak: Nazilli Basma Fabrikası’nda İşçi Sınıfı Dinamikleri adıyla 2021 yılında İletişim Yayınları tarafından basıldı. Çalışma alanları arasında, siyaset sosyolojisi, çalışma ilişkileri, sosyal politika ve turizm sosyolojisi yer alıyor. Halen Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalışmalarını sürdürüyor.