Sentezler, ittifaklar ve bitemeyenler, bitesiceler

1980 askerî darbesinden itibaren bir yönetme stratejisi olagelen Türk İslam sentezinin bugün her yerde olmaklıkla hiçbir yerdeliği ve aslî taşıyıcılarının yörüngesizliği itibariyle işlevsizliği açık.

Google Haberlere Abone ol

Simten Coşar* 

2023 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Genel Seçimler, Türkiye’de Cumhuriyet'in 100. yılına denk geldi; bu açıdan sembolik ve tarihsel önemi var. Cumhuriyet'in 100. yılı; bir yandan 21 yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının eridiği, bu erimeyi getiren şahsiyetçi siyasetin Erdoğancı başkanlık yönetiminde somutlandığı, rejimin yerleşikleştiği ve muhalif siyasette duran, karşıt, alternatif rejimler öneren neredeyse her oluşumun bir şekilde payını aldığı şahsiyetçiliğin siyasal-toplumsal alan boyunca yayıldığı bir dönem. Aynı zamanda, AKP’nin, sonunda, Meclis çoğunluğunu kaybetme umudunun yaşandığı, yeni bir CHP olasılığına dair mesajların okunabildiği, Kürt siyasal hareketinden çıkan partilere arkasını dönen ittifakçıların azaldığı bir dönem. Sembolik olarak, öne çıkarmadığı Kürt kökeni ve seçim sürecine kattığı Alevi kimliğiyle Kemal Kılıçdaroğlu’nun Sünni-Müslüman ağırlıklı ve İslamcı unsurları da barındıran bir ittifaktan 13. Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmesi önemliydi. Bu sembolik gelişme Cumhuriyet tarihine yaygın Türklük-Müslümanlık arasındaki sorunlu ilişkilenme açısından da önemliydi. 

1980 ASKERÎ DARBESİ'NDEN BU YANA DEVLET ELİYLE GENELGEÇERLEŞTİRİLEN TÜRK-İSLAM SENTEZİ

Modern Türkiye, Türklükle Müslümanlık arasında farklı buluşmalara ve ayrışmalara sahne oldu; ortak noktaları, muhafazakârlık ve/ya da milliyetçiliğin farklı formları olan siyasal fikirler ve pratiklere kapı açan buluşmalara… Bir yandan da etnik Türklük dışındaki kimlik haklarını talep edenlerin, Müslüman kimlikle görünürleşmeyenlerin, Sünni olmayanların kenarda tutuldukları siyasal pratikler değişmeden devam ediyor; Cumhuriyet tarihi genel olarak (temsilî) demokratikleşmenin gelgit tarihi, özelde etnik milliyetçiliğin devlet eliyle yeniden-üretildiği tarihtir. Söz konusu milliyetçiliğin vazgeçilmez unsuru Müslümanlık olageldi; Türklükle Sünni Müslümanlık farklı biçimlerde eklemlendi, müttefik kılındı, sentezlendi. 2018 Genel Seçimleri'nden itibaren AKP, BBP ve MHP’nin birlikte hareket ettikleri çatıyı oluşturan Cumhur İttifakı, Türklük ve Sünniliğin bir aradalığının farklı versiyonları arasındaki iletişimi ve alışverişi gösteriyor. 2023 seçimlerinde İttifak'a Yeni Refah Partisi (YRP) ve Hür Dava Partisi (HÜDA PAR) eklendi. Söz konusu bu ittifaklar artık herhangi bir Türklük-Sünnilik, Sünni-Türklük formülünün sabitlenemediği, formüllerin keyfilik üzerinden kurulduğu siyaset pratiğiyle aynı döneme denk geliyorlar. Öncesinde ise, 1980 Askerî Darbesi'nden bu yana devlet eliyle genelgeçerleştirilen Türk-İslam sentezinin (TİS) devlet nezdinde ve siyasal partiler özelinde işleyişine tanıklık ediyoruz.

ASKERÎ REJİMDE (1980-1983) TÜRK İSLAM SENTEZİ MHP/ÜLKÜCÜ HAREKET TEKELİNDEN ÇIKARTILIR

Türk-İslam sentezi, 1980 Darbesi'nin getirdiği yeni rejimin temelinde durur. Rejim yenidir, sentez değil. Ziya Gökalp’te nüveleri görülür; Peyami Safa’nın faşistik mistisizminde izleri bulunur; İbrahim Kafesoğlu’nun fikir babalığıyla Aydınlar Ocağı’ndan 1980’lerdeki askerî rejime aktarılır. O nedenledir, 12 Eylül mahkemelerinde Agâh Oktay Güner’e atfedilen, “Biz hapisteyiz, fikirlerimiz iktidarda” sözünün sembolik değeri. Her darbe gibi 12 Eylül Darbesi de izleyen askerî rejim de faşist uygulamalarla tanımlanır. Türk İslam sentezi askerî rejimle (1980-1983) MHP/ülkücü hareket tekelinden çıkartılır ve darbeyle birlikte başlayan yeni döneme damgasını vuran sosyo-politik tahayyülün belirleyici unsuru kılınır. 1980 sonrasındaki kültür politikalarında solun marjinlere itilmesi hedefinde işlevseldir; İslamcı hareket içindeki anti-kapitalist damarın pasifize edilmesi açısından da; sol yurtseverliğin majinalleştirilmesinde de…

TÜRKİYE’NİN SON 40 YILINDA BİR TÜRLÜ GÜNDEMDEN ÇEKİLMEMİŞ BİR SÖYLEMSEL PRATİK

Bugün, Cumhur İttifakı’nın üç kurucu partisinin, AKP’nin, MHP’nin ve BBP’nin 2000’ler boyunca birbirine referansla -çoğunlukla- hasım konumlarda ve son dönemde ittifakta çizdikleri resimde Türk-İslam sentezinin etkisi reddedilemez. Öte yandan, Mayıs 2023 seçimleri sürecinde, 100. yılda, Türk-İslam sentezinin miadını doldurduğunu söylemek mümkün. Tedavülden kalkmakta olanın şovenist, dışlayıcı, cinsiyetçi siyasal duruşu din-temelli hassasiyetlerle buluşturan bir izlek olması sarsıntısını hem şiddetli hem uzun erimli kılar. Sonuçta, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca; farklı dillere, uygulamalara, retoriklere, kurumsallıklara değmiş, bunların içinden geçmiş ve Türkiye’nin son 40 yılında bir türlü gündemden çekilmemiş bir söylemsel pratikten bahsediyoruz. Tek bir sentezden değil, hatta belki de sentez iddiasındaki bir imkânsızlıktan, bu imkânsızlığın yarattığı tedirginlik, gerilim ve baskı siyasetinden bahsediyoruz. Aslında AKP de BBP de Türk-İslam sentezinin temelindeki sentez niyetine karşı duruyorlar. Bu, Türklüğün ve Sünni İslam’ın sentezlenmesinin bu iki unsuru ayrıştırmak anlamına geldiği fikriyle bağlantılı. Yanı sıra, siyasette hep olduğu gibi yine çok basit bir nedeni daha var: Kendilerini MHP’nin duruşundan ya da geçmişinden ayırma derdi. Bu, Aydınlar Ocağı’ndan çıkan bir formülü benimsememeleri için yeterli bir neden. Ne de olsa, BBP’nin doğuşu doğrudan MHP’den kopuşa dayanır.

Bunun yanı sıra, AKP, BBP ve MHP’nin milliyetçiliğine bakarken İslam vazgeçilmez bir tanımlayıcı. MHP’de 1970’lerden bu yana İslam’a kültürel-siyasal ısınma hamleleri, 1980 darbesiyle gelen, asker-devletten duyulan hayal kırıklığı, cezaevi tefekkürleri, ülkücü hareketteki ayrışmalarla konsolide olan din-temelli hareket etme kıvamı hem akademik metinlerde hem bağımsız incelemelerde ziyadesiyle ele alındı. Bugünün Cumhurcu MHP’si onayladığı uygulamalarla Sünni-Müslüman dozu artmış bir Türkçülük hattında devam ediyor. BBP ise bildiğimiz, değişmeyen İslamcı faşist duruşuyla devam ediyor; hasmane, savaşçı üslûbuyla kitlelerin duygularına sesleniyor; toplumu cemaatle eşitliyor. Sentezi reddederken sentez partileriyle birlikte ve 1980 askerî rejimiyle Türkiye’de siyasetin merkez unsurlarından kılınan TİS’le uzlaşarak, TİS içinden doğru hareket ederek devam ediyor. Merkezin böyle bir etkisi var; içine alırken kendinden kılıyor. Sermaye gücüyle merkezi kendine çekmeyi beceren siyasal oluşumlar bu etkiyi kendi lehlerine kullanabiliyor. BBP’de bu yok ve AKP ona gerek. AKP ise başlangıçta liberal milliyetçi retorik ve etnik ve din temelli azınlıklara yönelik kısa vadeli uzlaşmacı yaklaşımla faşistik tepiler arasında salınırken, hükmetme süreci boyunca uygulamada otoriterleşen, söylemsel olarak faşistleşen—siyasetle ilişki biçimi anlamında faşist olan—bir hatta ilerliyor. Bugün, Erdoğanizmle bildiğimiz şahsiyetçi yönetme pratiğinde işlevsel olduğu müddetçe devam edebilen bir parti konumunda. 

TÜRK-İSLAM SENTEZİ STATİK DEĞİLDİR, DEĞİŞMEZ DEĞİLDİR

Nasıl bir sentezlenme hâli?

TİS, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren seküler devlet formatı içinde, “Çoğunluğu Sünni-Müslüman olan bir nüfusu nasıl ulus olarak tanımlarız? Bunu yaparken Sünni olmayanları, Müslüman olmayanları, Müslüman olup Türk olmayanları ne yaparız?” sorularına verilen geçici yanıtların 1970’lerdeki şablon versiyonlarından. Buna göre ne Türklük ne Sünnilik tek başına yeterli; ikisi bir arada tarihsel olarak Türkiye topraklarında ‘ulus olmanın ideal formunu’ taşır. Türk-İslam sentezi kapsamında Sünni-Müslümanlık, Türklüğün tarihsel bileşeni; bu iki kimlik tarihsel gerekliliklerle hemhal olur; ayrıştırılamaz bir bütünlüğe işaret eder. 1980 sonrasında sentezin siyasette merkeze yerleştirilmesi devletçi söylemde dini devlet dışında tutma çabasından vazgeçildiğini gösterir. TİS statik değildir, değişmez değildir.

SENTEZİ TANIMLAYAN ÜÇ SABİT

Dönemin farklı siyasal partileri söylemsel pratiklerine sentezi dahil ettiler; böylelikle hem sentezi yeniden ürettiler hem revize ettiler. Öte yandan, sentezi tanımlayan üç sabit kaldığını söyleyebiliriz: Sünni Müslüman kimliğin Türklüğün aslî bileşenlerinden olması, sosyo-kültürel eksende muhafazakâr tercihler ve uluslararası bağlamda savunmacı refleksler. Bu açıdan, Cumhur İttifakı'nın kurucu bileşenlerinin ortaklığı netleşiyor. Aslında TİS, 1980 sonrası Türkiye siyasetinde Michael Billig’in (1995) "banal milliyetçilik" olarak adlandırdığı forma karşılık geliyor ve bu formda İslam-Sünnilik-Türk kimliğinin tarihsel ve sosyolojik “gerçekliği” olarak sabitlendiriliyor. Billig’in banal milliyetçilikle kastettiği 1980 sonrası Türkiye siyasetinde farklı ve birbirine muhalif siyasal söylemlerde iddia edilen, tıpkısının aynısı milliyetçi duruştur. Banallik—sıradanlık—milliyetçi hissiyatın yaygın kullanımının yanı sıra verili kabul edildiği için odağa girmeyen ve dolayısıyla sorgusuz sualsiz kabulünde gizlidir. Parti siyaseti söz konusu olduğunda seçmenin milletle özdeşleştirilmesinin verili kabulü, söz konusu banalliğin en görünür işaretlerindedir (Karş. Calhoun, 1999). Bu kabulün AKP, BBP, MHP’nin ötesine geçtiğini, merkez solda da karşılık bulduğunu söyleyeyim; CHP’nin Altılı Masa’daki rahatlığına bu açıdan işaret edeyim. 

TİS VE AKP 

AKP, TİS’le bağlantısını, oluşumundan kendi meşrebince kurumsal iktidarı edinene kadar taktik bir şekilde kurar. Partinin Millî Görüş kökleri itibarıyla ve kurucu kadroları nezdinde sentez fikri kabul görmez. Ancak, merkez siyasetine talip olan her parti gibi Türk-İslam senteziyle halleşmesi kaçınılmazdır. Bu yüzleşme/halleşme sürecinde elimizde şunlar kalır: ABD ve Batı Avrupa’yla çekişmeli işbirliği; Müslümanların kardeşliği fikri üzerinden ülke içi ve dışı etnik/ulusal gerginliklerle savaşa yatkın çözüm arayışları; Sünni Türklüğe referansla istilacı/saldırgan/yayılmacı eğilimler. Öte yandan, Cumhur İttifakı boyunca AKP’nin MHP’leştiğini görürüz. 

SENTEZİ TANIMLAYAN SAVUNMACI REFLEKSLE UYUM 

İlk yılların uzlaşmacı dilinin, uygulamalarının yerini gittikçe sertleşen, ABD ve Batı Avrupa’dan istediğini alamadığında sitemkâr bir üslûp yerine Türklük gururunu öne çıkaran kibirli vurgularla şekillenen bir dilin aldığına tanıklık ederiz. Nitekim, MHP’nin içinde sürekli olarak millî savunma için harekete geçme gereği tekrarlanır. MHP’den AKP hükümetine yönelik eleştiri bu açıdan anlamlı; dönemin Konya Milletvekili (bugün de Konya Milletvekili) Mustafa Kalaycı, AKP’nin "Türkiye’den intikam almak için hayasızca saldıran iç ve dış ihanet cepheleri ile milli servetimizi ve aziz milletimizin emeğini ve alın terini sömürmek ve soymak isteyen küresel çıkar lobileri karşısında … teslimiyetçi" olduğunu ileri sürer (Ortadoğu, 4 Temmuz 2007). Kalaycı, yine Konya’dan milletvekili olarak, aynı argümanı, bu kez Erdoğan’ın şahsiyetçi yönetimi altında Türkiye’nin derinleşen ekonomik krizini açıklamakta kullanır; özneliği tamamen Türkiye siyaseti dışında konumlandırır: "Türkiye ne zaman atağa geçse ne zaman bölgesel ve küresel meselelerde öne çıkıp sivrilse gecikmeksizin siyasi, diplomatik ve ekonomik operasyonlar birbiri ardına sökün etmektedir. Döviz baronları, faiz lobisi yine devrededir... Türkiye ‘kur, faiz, enflasyon' şeytan üçgeninde boğulmaya çalışılmaktadır." Öte yandan, TİS’in çöktüğü dönemde alameti farikası devam eder; Cumhur İttifakı üyelerini iktidarda komplo senaryolarıyla birbirine yaklaştırır. Sentezi tanımlayan savunmacı refleksle de uyumludur, bu hâl. İstikrarlıdır da.

AKP’NİN CUMHUR İTTİFAKI BOYUNCA MHP’LEŞTİĞİNİ SÖYLEMEK MÜMKÜN

AKP’nin MHP’leşmesini, onu liberal duruşla flörtten nihai olarak bugünkü düşmanlaştırıcı, agresif retoriğe getiren süreçte dönüm noktasını Gezi Direnişi’ne bakarak anlamak mümkün. AKP iktidarı, Gezi Direnişi’nden itibaren muhalefeti ve anlaşmazlığı ulusal güvenlik meselesi olarak görür ve tanıtır. Bu tarz, AKP’yi Cumhur İttifakı'na hazırlar; AKP hükümetlerinin şahsiyetçi yönetme biçimini gittikçe benimsemesi ve nihayetinde Erdoğan’ın başkanlığıyla kısıtlı yönetim pratiği MHP’nin devlet-lider özdeşliği arayışına uyar. “Geleneksel Başbuğ böyle bir şey midir?, Türk-İslam sentezinde öngörülen Türkçü Müslümanlık böyle bir başkan mı arar?” soruları bir yana, Erdoğan’ın reisliği genel kabul görür. Böylelikle, AKP’nin Cumhur İttifakı boyunca MHP’leştiğini söylemek mümkün. 

TİS VE MHP

MHP bu açıdan hep çok daha rahattır. Bugün Cumhur İttifakı’nda gittikçe İslamlaşsa da Türk-İslam sentezinden aldığı retoriği sabit. AKP’nin yeri geldikçe başvurduğu Türklüğün üstünlüğü, MHP’de kucaklanan bir gurur meselesi. 

Bununla birlikte, MHP’nin Cumhur İttifakı yıllarına kadar başvurduğu retoriğe baktığımızda, Batı ve Türkiye arasında resmedilen etnik-dinî ikilik-Hıristiyanlık karşısında İslam ve Türklük—ve yeni bir medeniyet önerisinin tedavülde olduğunu görürüz. Özellikle, Batı medeniyetinin maddiyatçı önceliklerle çürümüşlüğüne ve hızla derinleşen ahlâki yozlaşmayı tersine çevirmenin imkânsızlığına dikkat çekilmesi AKP’nin içinden çıktığı Millî Görüş geleneğini hatırlatır ve Cumhur İttifakı’nı eşyanın doğasına dönüş olarak tanımlamamıza alan açar. Ama daha önemlisi 2023 seçimlerinde Yeniden Refah Partisi ve HÜDA PAR’la kurulan ittifakın da habercisidir. MHP’nin bahsettiği yeni medeniyetin bileşenleri Millî Görüş geleneğinde benimsenen medeniyetçi duruşla aile benzeşmesindedir; bileşenlerin ağırlıkları ve işlevleri farklılaşır-önemli bir farktır: Bize TİS’in diğer Sünni-Türklük, Türk-Sünnilik formüllerinden farkını anlatır. Buna göre, İslam, Türklüğün tarihsel bir bileşenidir; eklenmiştir ama hiçbir şekilde çıkartılamaz, Türklükten ayrıştırılamaz. Türkler İslam kimliğinin öncüleridir.

TİS VE BBP

Cumhur İttifakı’nın üçüncü aktörü BBP tam da bu medeniyet meselesinde AKP ve MHP’den ayrılır: Partinin dayandığı Türk-İslam ülküsü, İslamcılığın-İslam davasının-Türklüğe galebe çaldığı bir birleşiklik formülü. Bu dava, Tanıl Bora ve Kemal Can’ın (2004: 41), Devlet ve Kuzgun’da aktardıkları gibi "Tüm dünyaya Allah’ın [İslam’ın] sözünü hâkim kılma" davasıdır. Burada Türkler ‘öncü’ kitledir. 

CUMHUR İTTİFAKI: SENTEZCİ SİYASET TERCİHİNİN BUGÜNKÜ UZANTISI 

Smith’in (2013, s. 31vd.) genel olarak milliyetçiliğin inanç sistemi olarak adlandırdığı değerler, ilkeler, öncelikler ve iddialar bütünü, AKP, BBP ve MHP’nin üç siyasal partinin söylemsel pratiklerinde izlenebilir-Cumhur İttifakı’nın salt bir seçim taktiği olarak kurulumunda bile milliyetçi inanç sistemi meşru dil olarak benimsenir. Smith’in de dikkat çektiği dönüşüm Cumhur İttifakı’nda örneklenir: Dünyevi milliyetçilik ‘cemaat, toprak, tarih ve kader’den doğru kutsal bir söyleme dönüşür. Bu iştigal nihayetinde ulusun ve ulus-devletin yeniden üretimini merkeze alır. 

PARTİLERİN BİRBİRİNDEN FARKI, YİNE MİLLİYETÇİLİĞİN İNANÇ SİSTEMLERİNE REFERANSLA ÇİZİLİR

Özetle Cumhur İttifakı, 1980’lerin sentezci siyaset tercihinin bugünkü uzantısı olarak okunabilir: O kadar İslam, o kadar milliyetçi, o kadar kapitalist. İttifakın kurucu bileşenleri, AKP, BBP ve MHP, hem milliyetçi hissiyatı hem Türklerin bir topluluk olarak, Türklükle tanımlanan toprakların, Türk tarihinin ve yazgısının kutsallığını sıklıkla dillendirir. Müslümanlığı Türklüğün bir bileşeni olarak alırlar. Bu partilerin birbirinden farkı, yine milliyetçiliğin inanç sistemlerine referansla çizilir: AKP, Müslümanlığı, Türklerin tarihsel gerçekliği olarak alır; MHP, Müslümanlığı Türklüğün ayrışmaz bir parçası olarak görür; Türklüğe kazındığı için ayrıştırılamayan bir parça. Son olarak BBP, milleti, inananların ahlâki cemaati ve Türkleri İslam davası için seçilmiş halk olarak tanımlarken bütünleyici milliyetçiliğin ilksel bir versiyonuna yaklaşır. 

Cumhuriyet'in 100., AKP yönetiminin 21. yılında TİS’in vadesinin dolduğuna tanığız. 1980 Askerî Darbesi'nden itibaren bir yönetme stratejisi olagelen sentezin bugün her yerde olmaklıkla hiçbir yerdeliği ve aslî taşıyıcılarının yörüngesizliği itibariyle işlevsizliği açık. 1980 sonrası Türkiye siyasetinde banal milliyetçiliği tanımlayan bu formül, yerini Cumhur İttifakı’nın sarıldığı hamasi Sünni-Türk milliyetçiliğine bırakırken Millet İttifakı'nda kendisine yakın bir ortak üslûp olsa da Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında güler yüzlü, sevgi dolu resmedilen milliyetçi duruşunun arkasında kalıyor.

Cumhuriyet'in 100. yılı, parlamenter sistemi geri almaya dönük çağrılar karşısında başkanlık sistemi üzerinden birden fazla ‘kurtuluş savaşı’ iddiasına tanıklık ediyor. Bir yandan, ülkede son 40 yıldır hüküm süren Türk-İslam sentezinin işlevinin tükenmesi diğer yandan, Sünni-Müslüman Türklük imgesinin siyasal aktörler düzeyinde sorgusuz kabulünün devam etmesi, ulus-devletin halihazırda kimlik eksenli kurulumunda ve pratiklerinde inanç unsurunu ön plâna çıkartıyor. Haliyle İslamcı uygulamalar siyasal partilerin ve toplumsal ilişkilerin gündeliğine yayılıyor. 100. yıl yeni bir siyaset çağrısıyla açılıyor; etnik temelli sentezlerden ziyade bir arada yaşamanın şiddetsiz koşullarına odaklanan arayışla karşılık bulmasını umalım. 1970’lerden itibaren ülkücü hareketle, 1980 sonrası askerî mantıkla işlenen kültür politikalarıyla bildiğimiz, Türklük ve Müslümanlığın özselleştirilerek birleştirildiği, formüllerden uzak duralım. Birbirimize kıydıran formülleri tarihe kaydedelim.

*Emekli Prof. Dr. / Feminist Siyaset Bilimci