Sekülerleşme: AK Parti sayesinde mi AK Parti’ye rağmen mi

Modernleşmenin din ya da bir başka doğaüstü öğreti ile karşılaştığında sebep olduğu şey toplumdan topluma değişmiyor: Sekülerleşme.

Google Haberlere Abone ol

Volkan Ertit*

Türkiye’de sıcak siyasetin etkilemediği ya da araçsallaştırmadığı çok fazla alan yok. Sosyal bilimler de gündelik siyasetten etkilenen alanlardan biri. Bu bazen, akademisyenin kendi yazdıklarında yansımasını bulduğu gibi, bazen de ondan bağımsız olarak gerçekleşebiliyor. Ortaya atılan bir iddianın “kimin” işine yarayacağı, eserin kendisinden daha fazla önemli olabiliyor. Bir de bizim gibi devletin ebeveyn olma rolünü sevdiği ülkelerde, nehirlerin denize dökülmesi gibi her toplumsal dönüşümün bir şekilde devletin gücü ile ilgili olduğunu düşünüyoruz. Bu yaklaşımdan sekülerleşme teorisi ya da Türkiye’nin sekülerleşme süreci muaf değil. Bunun son örneği Nagehan Alçı’nın Habertürk’te yayınlanan “Türkiye’nin LGBT meselesi ve yasaklar, baskılar…” başlıklı yazısında yer aldı. Sayın Alçı’nın doktora tezimi referans göstererek iddia ettikleri benim eserimin iddiasını yansıtmıyor. Hatta Türkiye’nin sekülerleşme sürecine dair ifade ettiklerim, Alçı’nın iddia ettiklerinin tersini içermekte.

Nagehan Alçı:

  1. Akademisyen Volkan Ertit, doktora tezinde hem LGBT hem deklare ateizm derneklerinin AK Parti döneminde normalleştiğini somut örneklerle ortaya koyuyor. Recep Tayyip Erdoğan öncesinde buna yasak getirildiğinin belgelerini döküyor.
  2. 2002 öncesi Türkiye’de dindarlara ve Kürtlere yasaklar, baskılar olduğu kadar özellikle dindarlara olan yasakları dengelemek için LGBT yürüyüşleri ve ateistlerin özgürce örgütlenmesi de hep yasaklanmıştı. Volkan Ertit bunu bilimsel olarak ispatlıyor. Recep Tayyip Erdoğan bu yasakları kaldırdı. LGBT yürüyüşleri bu dönem yapılmaya başlandı.

Bu iki paragraf alt alta okunduğunda ortaya şöyle bir anlam çıkıyor: “Erdoğan öncesi Türkiye’de ateistlerin ve eşcinsellerin özgürlükleri kısıtlıydı, Erdoğanla birlikte bu yasaklar kalktı, özgürleştiler. İnanmıyorsanız Ertit’in doktora tezine bakın.”

Böyle bir iddia ya da yaklaşım benim doktora tezimde yer almıyor.

Doktora tezim Alevilerin sekülerleşmesi üzerine yazıldı ve henüz kitap ya da makale olarak yayımlanmadı. Tezimin teorik kısmı sekülerleşme teorisinin ne olduğuna ayrılmışken, ampirik kısım ise üç farklı ildeki (Çorum, Tunceli, Adana) Alevilerin günlük yaşamına dairdi. Alçı’nın doktora tezi olarak bahsettiği eserlerim ise “Sekülerleşme Teorisi – Sekülerleşen Türkiye’nin Analizi” ve “Endişeli Muhafazakârlar Çağı” kitaplarım. Ancak bu eserlerde de Alçı’nın ifade ettikleri yer almıyor. Hatta, Alçı’nın ifadelerinin aksine, Türkiye’deki sekülerleşme sürecinin ardında siyasi erkin koyduğu ya da kaldırdığı yasakların değil, 1950’lerde başlayan modernleşme sürecinin olduğunu iddia ediyorum.

“Modernleşme sekülerleştirir.” iddiasını savunan sekülerleşme teorisini merkeze alarak Türkiye okuması yaptığımızda şöyle bir manzara ile karşılaşıyoruz: Türkiye özellikle 1950’lerden itibaren kentleşme sürecini deneyimliyor, sanayileşiyor, bilimsel gelişmeler ve internet Batı’daki sürece benzer bir şekilde yaygınlaşıyor. Teoriye göre, böyle bir modernleşme sürecini deneyimleyen toplumların sekülerleşmesi beklenmektedir. Yani doğaüstü alan, geçmişe kıyasla günlük yaşamın sürdürülmesinde -kıyafet, yeme/içme, kadın/erkek ilişkileri, ibadet ve benzeri konularda- daha az belirleyici hale geliyor. Bu sebepledir ki, 1990’lar ya da 1980’lerde Türkiye’deki dindarlar için psikolojik gerginlik yaratan birçok konunun artık yeni kuşakların gündemlerinde dahi olmadığı bir süreci deneyimliyoruz. Ayrıca bu bize özgü bir süreç olarak gerçekleşmiyor. Avrupa’ya kıyasla daha canlı bir dini hayatın yaşandığı Amerika’nın dahi kendi geçmişine kıyasla sert şekilde sekülerleşmiş olması ve şu ana kadar hem modernleşen hem de dindarlaşan bir toplumla karşılaşılmamış olması da teoriyi din sosyolojisinin güçlü teorilerinden biri haline getiriyor.

Türkiye’ye baktığımızda ise -AK Parti’ye rağmen- hâlihazırda Avrupa ve Amerika’da yaşanan süreçlerden farklı bir sürecin deneyimlenmediği görülüyor. AK Parti’ye rağmen diyorum çünkü sekülerleşme süreci, dindar nesil yetiştirmek isteyen iktidarın bu arzusunu yerine getirmek için çıkardığı yasalara ve uygulamalara rağmen gerçekleşiyor. Ancak bu noktada bir şerh koymak gerekiyor. 21. yüzyılda sekülerleşmenin itici gücünün üniversitelileşme ve dijitalleşme olduğu düşünülünce, AK Parti’nin bu konularda gerçekleştirdikleri pek tabii ki AK Parti’nin sürece katkısı olarak ifade edilebilir. Ancak AK Parti’nin gençleri sekülerleştirmek için üniversitelerin sayısını arttırdığını ya da interneti daha yaygın hale getirmeye çalıştığını düşünmek için elimizde bir sebep olmadığı kanısındayım. Sonuç olarak, son 200 yıldır modernleşen coğrafyalar doğaüstü öğretiler ve anlatılardan uzaklaşıyor. Bu sebeple modernleşme süreci 2002 yılından çok önce başlamış Türkiye’nin sekülerleşme sürecini AK Parti’nin iktidara geldiği dönemden başlatmanın doğru olmadığını düşünüyorum.

Türkiye sert denilebilecek bir sekülerleşme sürecini deneyimlerken, Türkiye’de siyasi yelpazenin iki farklı kanadında yer alanların önemli bir bölümü, genç kuşakların din ile kurdukları ilişkide devletin (AK Parti’nin) belirleyici bir gücü olduğu hissiyatına kapılıyor. Devletin bir ebeveyn olarak hayatın her noktasına nüfuz etmeye çalıştığı ülkelerde bu bakış açısının yaygın olması anlaşılabilir. Ancak Alçı’nın iddia ettiğinin aksine, benim eserlerim devletin rolüne vurgu yapmıyor. Hatta devlete rağmen gerçekleştiğini iddia ediyor. Yani, iktidar Ateizm Derneği’nin açılmasına müsaade etmeseydi de ya da 2015 yılına kadar müsaade edilen LGBTİ+’ların “Onur Yürüyüşü”ne hiçbir zaman izin vermeseydi de, Türkiye’nin sekülerleşme süreci modernleşme süreci ile devam edecekti. Tam da bu sebeple, devletin sokak yürüyüşünü yasaklamaya çalışması toplumsal olarak LGBTİ+ bireylere -geçmişe kıyasla- daha fazla destek verildiği gerçeğini değiştirmiyor. 2014 yılında Taksim meydanında gerçekleşen Onur Yürüyüşü’ne katılan 100 bin kişi, ertesi sene yürüyüş yasaklanınca “madem devletimiz istemiyor, bundan sonra LGBTİ+’lara destek vermeyeceğiz.” diye düşündüler mi, emin değilim. Aksine, LGBTİ+’ların hem yeni kuşaklar hem de aileleri tarafından daha fazla sahiplenildikleri bir dönemi yaşıyoruz. 80’ler ve 90’lar için düşünülmesi pek mümkün olmayacak şekilde, LGBTİ+’ların ailelerinin dahi dayanışma derneği var. Yarın dernekleri yasaklanabilir ancak bu yasak, onların çocuklarına verdiği desteğin yok olmasına sebep olmayacaktır muhtemelen. Özellikle dijitalleşme çağında LGBTİ+’lara verilen destek çoğu zaman resmi kurumların baypas edilerek gerçekleşmesi şeklinde vuku buluyor. Tabii ki bu ifade edilenler, LGBTİ+’ların Türkiye’de mutlu bir hayatın parçası oldukları ve gündelik yaşamlarında herhangi bir sorunla karşılaşmadıkları anlamına gelmemektedir. Aksine, merkezinde LGBTİ+’ların olduğu insan hakları ihlalleri sıklıkla haber sitelerinin konusu olmakta, yaşadıkları sıkıntıları hukuksal zemine taşıma konusunda çekingen davranmaları onları daha savunmasız ve açık hedef haline getirmektedir. Türkiye’de LGBTİ+’ların sahip olduğu haklar modern Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerine kıyasla kısıtlıdır. Ancak sekülerleşme tartışmalarını mutlak değerler ya da ifadelerle değil, geçmiş ile kıyaslama yaparak yürütebiliyoruz.

2014 Onur Yürüyüşü Taksim

İktidar sahiplerinin toplumu dindarlaştırmak için çıkarttıkları yasalar, sekülerleşme tartışmalarının değil lâiklik tartışmalarının parçası olmalıdır. Devletin dinî hassasiyetinin artması toplumun desekülerleştiğinin değil, laiklik ilkesinden uzaklaşıldığının göstergesidir. Zira, söz konusu din olduğunda, toplumlar devletlerinden farklı tecrübelere sahip olabilirler. Laiklik ilkesini daha fazla uygulamaya başlayan devletlerin gün geçtikçe dindarlaşan toplumları olabileceği gibi, aynı şekilde dindarlık hassasiyeti artan devletlerin gün geçtikçe sekülerleşen toplumları olabilir. Eğer yukarıdan dayatılarak bir toplum dindarlaştırılabilseydi, 1979’da İran’da yaşanan İslam Devrimi’nden sonra İran halkının dindarlaşması beklenirdi. Ama olmadı. İranlı gençler devletlerinin istedikleri istikamette yaşamadılar hayatlarını. Benzer şekilde, 2002 yılından itibaren iktidarda olan muhafazakâr AK Parti’nin toplumu dindarlaştırmak için çıkardığı yasaların ya da parti yöneticilerinin söylemlerinin yeni kuşakların dindarlaşmasına yetmediği görülüyor.

2002 yılında AK Parti değil Saadet Partisi ya da CHP iktidara gelmiş olsaydı da benzer bir süreç yaşanacaktı. Muhakkak ki her ülkenin kendine özgü bir modernleşme süreci var, ancak modernleşmenin din ya da bir başka doğaüstü öğreti ile karşılaştığında sebep olduğu şey toplumdan topluma değişmiyor: Sekülerleşme. Bu yanlışlanmaya açık iddia, henüz herhangi bir veri ile yanlışlanmadı.

Uzattım, farkındayım.

Ancak hem sayın Alçı’dan hem de “AK Parti geldi ve Türkiye sekülerleşti.” minvalinde özetlenecek fikirleri olan yazarlardan ricam, sekülerleşme teorisini ya da benim eserlerimi bu iddiayı savunmak için kullanmamaları. Zira, devlet aygıtını 2002’den bu yana idare eden AK Parti’nin Türkiye’nin sekülerleşmesi ya da desekülerleşmesi üzerindeki etkisi, 2004 yılında Harvard’da bir yurt odasında Marc Zuckerberg’in kurduğu sosyal medya platformunun etkisi ile dahi kıyaslanamayacak durumdadır.

*Dr, Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesi