Seçimler ve İttifakımız

TİP ve HDP nasıl kendi kimliklerine uygun örgütlerse Emek ve Özgürlük İttifakı da bizim devrimci-demokratik birliğimiz, eşitliğe dayalı örgütlenme ve mücadele ittifakımızdır. Birlik büyük bir davadır.

Google Haberlere Abone ol

Semih Gümüş

Doğrusu bu seçimin ilk turunu kaybettiğimize inanmak zor. Kazandığımız seçimi elimizden mi aldılar, gerçeği gene bilmiyoruz. Bizim tarihimiz siyasal iktidarlara güvenmemeyi öğretmiştir. Seçimin ilk turunda Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazandığına ilişkin güçlü ipuçları var ama bunu kesin bilmek için en azından CHP’nin sahip olduğu bilişim sistemine sahip olmak ve onu iyi çalıştırmak gerekiyordu. Umalım ki bu kuşku on yıllar boyunca içimizde bir ağrı olarak kalmasın. Siyasal İslamcı iktidarın Hüda Par ve YRP ile gitgide açılıp derinleşen faşizan çeperleri bizi daha çok kuşatıyorsa buna teslim olmamız da beklenemez.

Bu seçim sürecinin en çok konuşulan konularından biri ittifaklardı. İçindeki beş etkisiz elemanın seçimlerde kayda değer bir çabasının ve etkinliğinin olmadığı, CHP’nin yalnız kaldığı düşünülürse Millet İttifakı’nın doğru dürüst bir ittifak modeli oluşturduğu söylenemez. Bizim için önemli olansa Emek ve Özgürlük İttifakı’nın aynı zamanda bir seçim ittifakı olarak muhalefet gücünü nasıl kullandığı. İlk tur seçim sonuçları da gösterdi ki, Cumhurbaşkanlığı seçimi nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bundan sonra ana muhalefet Emek ve Özgürlük İttifakı’dır. Her iki sonuçta da dışarıda kalanlar ana muhalefet görevi yapma yetkinliğine sahip olmayacak.

Demek ki Emek ve Özgürlük İttifakı geçen yirmi bir yıldan daha zor olacağı belli olan yeni döneme sorunlarını çözerek girmek zorunda. İttifak’ın seçim sürecinde iyi bir sınav verememesi de bizim gerçeğimiz. Bu toplumun bir türlü ortak çalışma ve dayanışma kültürü oluşturamamış olması, sol ve sosyalist hareketlerin birlikte mücadele kültüründen yoksunluğunun da nedenlerinden. Arkamızda son elli yıllık cehennemin bilgisi ve birikimi var, bu eksikliği hep böyle yaşadık. Demek ki silkinip kendimize gelmemiz gerekiyor. Sosyalist ve devrimci partilerin oluşturduğu bir ittifakın silkinmesi, nitelikli durum değerlendirmelerinden ve özeleştiriden geçer. Pek alışkın olduğumuz tutum değil bu. Ama bunu yapmadan birlikte yürüyüşümüze devam edemeyiz.

İttifak içindeki sorun herkesin gözlerinin önünde yaşandı. HDP’nin milletvekili seçimlerine tek listeyle girilmesi önerisine karşı, TİP’in belli seçim bölgelerinde kendi adı ve adaylarıyla girmekte kararlı duruşu, aslında bu kararların doğasının çok ötesinde, düpedüz sağgörüden uzak ve köpürtüldükçe zararı büyüyen bir tartışmanın yolunu açtı. İttifak’ın öteki başat bileşenlerinden EMEP ortak liste kararına uydu ama onun da kendi içinde yaşadığı sorunlar seçimden sonra dışavurdu. Demek bir mücadele ittifakının nasıl oluşacağı kadar, ortak mücadele ilkelerinin ve yollarının neler olacağı baştan iyi belirlenmeli.

HDP’nin seçmen tabanında yayılan, asıl olarak sosyal medyada her geçen gün daha çok sertleştirilen, seçim sonuçları alındıktan sonra azalmakla birlikte ardı gene kesilmeyen suçlamalar, hatırladığım kadarıyla daha önceki seçimlerde dostlar arasında görmediğimiz bir sorundu. Aynı ittifak içindeki iki parti arasında yaşanan farklı tutum ve kararlara gösterilen tepkilerin ittifak kültürüne sığdırılamayacağı ortada. Bu suçlamalar öylesine tırmandırıldı ki, ölçüler ve ölçütler ortadan kalktı, spekülasyonlara dayalı sözde siyasal eleştiriler, söylenmeyenlerin söylendiği kabulüne vardırılan ataklar… Hep yanı başımda duran Eduardo Galeano, “Yüceltme ve lanetleme, gerçekliği bilmeyen, ona saygı göstermeyen aynı tavrın tersi ve düzüdür” diyor.  Şimdi durup düşünülmesin mi: Bunlar ne işe yaradı? Seçimden sonra bu sorunun sorulması beklenirdi, bu da olmadı.

Peki ne olmuştu…

Türkiye İşçi Partisi yaptığı çalışmalara ve öngörülerine dayanarak 87 seçim bölgesinin 54’ünde kendi amblemi ve adaylarıyla seçimlere girdi. Oy oranının en yüksek olduğu bölge olarak görülen Ankara 1. Bölge’nin yanında İzmir 1. Bölge, Bursa, Aydın, Manisa gibi oy potansiyelinin yüksek olduğunu düşündüğü yerlerin de aralarında bulunduğu 34 seçim bölgesinde, YSP’nin milletvekili kaybına uğrayabileceğini düşünerek seçimlere girmedi. 12 bölgeye ağırlık verdi, bu bölgelerde yoğun çalışma yaptı.

Bu kararı yüzünden TİP’e karşı akla bile getirilmemesi gereken suçlamalar, hakaretler yöneltilirken yapılanların yanlışlığını dile getirenler küçük bir azınlıkta etkisiz kaldı. Oysa TİP MYK’sı Parti üyelerine bu tartışmalara katılınmaması çağrısı yapmıştı.  Kontrol edilemeyen tekil örneklerin dışında, buna büyük ölçüde uyuldu. Elbette karşılıklı eleştiriler olabilirdi, söylenecek sözler sakınılmadan tartışılabilirdi… ama seçimden sonra.

Kimileri için sorun yaratmak sorunsuzluktan, yalnızlık birlikten, kendi sözü birleşik kuvvetten, düşleri gerçekten daha önemliydi. Seçimden hemen sonra da sürdürülen ve YSP’nin aldığı sonucu doğru okumaktan uzak suçlayıcı sözler, oysa önlenebilirdi. Asıl olan HDP yönetiminin suskun kalmak yerine bu zararlı kültürün bulaşıcılığına panzehir olmasıydı, olmadı.

Sonunda Türkiye İşçi Partisi ülke nüfusunun yüzde 80’ini oluşturan bölgelerde yüzde 1,75 oy oranıyla bir milyona yakın oy aldı, engelleme çabalarını aşıp dört milletvekili çıkardı, Can Atalay’ın cezaevinden çıkmasını sağladı, oylar temiz sayılsaydı İzmir ve Antalya ile İstanbul 1. Bölge’de üç milletvekili daha çıkarabilirdi. Böylece TİP neredeyse altmış yıl sonra sosyalist solun en kitlesel odağı olarak ortaya çıktı. Bu sonucu sosyalist hareketin önemli bir kazanımı olarak görmek gerekirken adeta bir suç gibi görenler eksik olmadı.

TİP’in, aldığı bir milyon oyun yaklaşık yarısını Emek ve Özgürlük İttifakı seçmeni olmayan seküler kesimlerden, daha çok CHP’den aldığından ve ayrı liste kararıyla İttifak’a yaklaşık 500 binin üzerinde yeni seçmen kazandırdığından kuşku duyulamaz. Yoksa o seçmen topluluğunun oylarının tamamının YSP’ye verileceğini düşünmek, bu toplumun kimyasını anlamamak demek. Dolayısıyla TİP 54 bölgede seçime kendi logosuyla girerek EÖİ'den CHP'ye oy kaymasına da görece engel oldu.

İçinde yaşadığım elli yıldaki seçim kampanyalarına bakınca, TİP’in bugüne dek sosyalist bir partinin yaşadığı en büyük seçim kampanyasını örgütlediğini görüyorum. Milyonlarca bildiri dağıtıldı, seçime girdiği 54 seçim bölgesinin hemen tümünde sokak sokak, ev ev dolaşıldı, parti bürolarından başka yeni seçim büroları açıldı, farklı propaganda araçları kullanıldı, sosyal medyada örnek alınabilecek bir kampanya yürütüldü, böylece bir sosyalist parti için daha önce ulaşılamamış bir görünürlük sağlandı. Bunların sosyalist hareketin bütününün kazanımı olduğu yadsınabilir mi. Bir sosyalist partinin kendi varlığını, özgül ağırlığını, etki alanını, neler kazanabileceğini görme ve gösterme hakkı yok sayılabilir mi...

Öte yandan on yıllar sonra HDP dışında bir sosyalist partinin ilk kez toplumsal bir karşılık yarattığı görülüyordu ama TİP’in artık toplumsal bir varlığa dönüştüğü ve bunun siyasal bir kazanım olduğu açık yüreklilikle kabul edilemedi. Kürt Özgürlük Hareketi’nin kendi mücadele perspektifi içinde açtığı devrimci-demokratik siyaset hattına paralel olarak TİP’in kendi sosyalist mücadele çizgisini Türk ve Kürt halklarının ortak mücadelesine katkı olarak İttifak’a getirmesi birkaç milletvekili az çıkarma endişesinden çok daha önemli olmalıydı.

Daha beş yıl önce kurulmuş TİP, nasıl oldu da bu denli hızla bu kadar kitleselleşti, sol ve sosyalist siyaset alanlarına o güne dek girmemiş geniş kesimlerin ilgisini nasıl çekti, bu denli popüler oldu? Bir sosyalist olarak düşünsel sorumluluk taşıdığımızı düşünüyorsak, bunu incelemeye değer bulmamak olanaksız.

YSP’ye gelince, ortaya çıkan oy kaybı sanırım değerlendirilecektir. YSP bu seçimde, 2018 seçiminin tersine, Türkiyeli sol ve demokrat kesimlerden daha sınırlı oy aldı. Seçimden önce de CHP’nin Kürt illerinde ilk kez kayda değer bir oy alacağı görülüyordu, bu da gerçekleşti. Diyarbakır’da oy kaybı yaşandı ve CHP yirmi yıl sonra ilk kez 1 milletvekili çıkardı.

Sonuçlar öyle gösteriyor ki, TİP’in 54 seçim bölgesinde ayrı girmesi YSP’nin milletvekili sayısını etkilemedi. Adana’da bir milletvekiline neden olduğu belirtiliyor ama o da TİP’in aldığı oyların tamamı tek listeye yönlendirilebilseydi. TİP’in bir milyon oyunun belki de yarısı tek listeye gidebilirdi. Kaldı ki, 81 ilin 80’inde YSP’nin oyları azalmış; Türkiye genelinde yüzde 3 gerileme var; TİP’in YSP’yi desteklemek için aday çıkarmadığı bölgelerde YSP oyları düşmüş durumda; örnekse YSP Ankara 1. bölgeden 56 bin oy aldı, oysa 2018’de HDP’nin 109 bin oyu vardı. Neden sonra açıkça görülen çalıntı oyların yeniden kazanılması da düşüşü ortadan kaldıracak düzeyde değil. Demek ki YSP’nin oy kaybını TİP’in bağımsız duruşuna bağlamak, doğru bir değerlendirme olmaz.

YSP’nin aday belirlemekle ilgili elbette gerçek bir sorunu da vardı: Cezaevlerinde tutsak edilen binlerce HDP yöneticisi (onların bir bölümüne siyaset yasağı getirilmişti) aday yapılamadı. Hiç kuşku yok ki tepesindeki kapatılma kılıcı yüzünden seçime HDP yerine YSP ile girme kararının olumsuz etkileri de olmuştur. Bugüne dek atıl kalan YSP’nin birdenbire asıl parti olarak öne çıkmak zorunda kalması ve kısa sürede bunun iyi anlatılması zor olacaktı. Bunlar devletin faşizan uygulamalarının neden olduğu sorunlardı.

Bu seçim elbette yaşamsal bir öneme sahipti. Sosyalistler seçimleri halkla bütünleşme süreci içinde önemli aşamalar olarak görür ama milletvekili sayısı her zaman ikincildir. Kaldı ki fırtınalar koparılan milletvekili sayısı için yeniden düşünelim: YSP’nin birkaç milletvekili az ya da çok çıkarması ne parlamento içinde ne de parlamento dışındaki uzun erimli mücadelemizde belirleyici bir yere sahiptir.

Bu iğdiş edilmiş demokrasi Kürt halkıyla ilişkisini neredeyse askıya almış durumda, Kürt halkı da büyük çoğunluğuyla bu ülkenin yalan demokrasisine inanmıyor. HDP’lilerin belki büyük çoğunluğunun bu seçim sürecinde empati kurmaktan çok hasım olarak görmeye başladığı Türkiye İşçi Partisi, Emek ve Özgürlük İttifakı içinde Kürt halkının en yakınlarında duran, güçlü müttefikidir. Türkiye İşçi Partisi ve Halkların Demokratik Partisi nasıl kendi kimliklerine uygun örgütlerse ve bu ülkenin çok çetin koşullarında partilerimiz olmadan mücadele edemezsek, Emek ve Özgürlük İttifakı da bizim devrimci-demokratik birliğimiz, eşitliğe dayalı örgütlenmemiz, mücadele ittifakımızdır. Birlik büyük bir davadır. Bunun, yersiz ve siyasal mücadelemizin dışına savuran tartışmalar içinde harcanmayacağını ummak isteriz.