Seçim ve hayat

Böyle zamanlarda seçim bireysel bir tercihi aşan toplumsal bir sorumluluktur. Kılıçdaroğlu’nun kazanması hafızamızda da olan ama yeni bir politik zeminin koşullarını sağlayacaktır.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Türkay*

Yaşanan, seçim sürecinin gösterdiği, kimlik kilitlenmesine uğramış bir AKP seçmeninin varlığı. Bu kesim, Türkiye’de son dönemde görülen bütün olumsuzluklara rağmen bu kilitlenmeyi yaşıyor. Ancak bu masum bir ilişki değil, o ya da bu düzeyde bir çıkar ilişkisi üzerinden kurulduğu için kilit her şeye rağmen açılmıyor. Krizle başlayan ve devam eden bu süreç, Suriye meselesi, pandemi ve yaşanan depremle farklı bir form aldıysa da aslında AKP iktidarının kaybetmeye dair işaretlerini verir durumdaydı.

TÜRKİYE’DE SİYASETİN SIKIŞMIŞLIĞI

Diğer taraftan Millet İttifakı üzerinden kurgulanan bir siyaset devreye girdi. Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’in yönlendirdiği, DEVA Partisi, Gelecek Partisi ve Demokrat Parti bir oluşum meydana getirerek sürece müdahil oldu. Bu durum Türkiye’de siyasetin sıkışmışlığını anlatan bir tabloydu esas olarak. Nitekim bu sıkışmışlığın sonuçları seçimlerde ortaya çıktı. ‘Hangi parti kimin cebinde belli değil’ diye de ifade edilebilecek bir süreç yaşandı. Bu elbette koşulların zorlamasıyla oluşan bir durum olarak da anlaşılmalı. Sonuç olarak parlamentoda AKP ağırlıklı bir tablo ortaya çıkarken Cumhurbaşkanı seçimi ikinci tura kaldı. Tablo bu.

NE YAPMAMALI? KAYITSIZ KALMAMALI!

Malum soru, “ne yapmalı”, yeniden gündeme geldi demeyeceğim. Tersten sorarak “ne yapmamalı” sorusuna cevap vermeliyiz. Sol cenahta görünen iki temel tavır alış var malum olduğu üzre. Biri kategorik olarak seçimleri red etme, bir diğeri duruma göre pozisyon alma anlamında seçimlere katılmama. Red etme kendi içinde bir siyasi tavır olarak anlaşılabilir; fakat toplumsal karşılığı yok, olmadı. Bir siyasi oluşumun topluma dair bir söz söyleme iddiası varsa müdahil olunmalı, yoksa görünmez olunur. Diğer taraftan, seçimlere dair siyasi bir pozisyon almayan ama katılmayan bir kesim var. Genel olarak siyasete ilgisizlik olarak anlaşılıyor. Ancak Türkiye’nin gündelik hayatını etkiler durumda. Bu şartlarda kayıtsız kalmak ya cehalet ya da bencillik anlamına gelir. Toplumlarda tarihi dönemeçler vardır ve bugün yaşanılan tam da budur. Cehaletin eğitimle ilgisi sınırlıdır. Cehalet yaşanılanlar karşısında susmakla başlar ve kendini besler.

KOŞULLAR HAYATI SİYASİLEŞTİRDİ

Bilindiği üzre AKP bir tarikatlar koalisyonudur ve iktidar sürecinde devletin tüm yapılarına yerleşmişlerdir. Elbette bu işbirliği bir yanıyla ekonomik diğer yanıyla toplumsal hayatı dini kurallar çerçevesinde düzenlemeye dairdir. Tarikatların holdingleştiği bir ülkede yaşıyoruz. AKP iktidarının gerçekliği bu. Seçime gitmemek bu gerçekliğe onay verip ortak olmak anlamına gelecektir. Bu durum herhangi bir kişinin siyasetle doğrudan ilişkili olup olmamasını aşan bir niteliğe sahiptir. Siyasetten uzak durma tercihi, nasıl bir toplumda yaşayacağına dair karar aşamasını bu kesimin önüne koymuş durumda. Elbette hayat siyasetten ibaret değildir ama Türkiye’de bugün yaşanan koşullar hayatı tümüyle siyasileştirmiştir. Bu anlamda siyaseten bitaraf olmak, iktidardan yana olmak anlamına gelecektir. Çünkü güç ilişkilerinin biçimlendirdiği bir toplumsal alanda muhalif siyasi aidiyetsizlik sadece güçlü olana, iktidara hizmet eder. Dolayısıyla oy vermemek oy vermektir aslında.

ARTAN OTORİTERLİK YA DA DEMOKRASİ!

Sosyalistlerin asli ve nihai meselesi devrimdir. Bunun nasıl gerçekleştirileceği konusunda rivayet muhtelif. 1980 darbesinden bu yana yaşanan süreç bu durumu ziyadesiyle törpüledi ve zayıf düştü. Siyasi denklemdeki karşılığı HDP/Yeşil Sol Parti ve TİP. Bugün karşı karşıya olduğumuz gerçeklik seçim. Bu seçimde kimlerle taraf olacağız sorusunun bu tarihte bir anlamı kalmadı. Siyaseten güçsüz olmak söz söylememek anlamına gelmez ama tarafı önermek önemlidir, zaten böyle yapıldı. Önümüzdeki seçim siyaseten artan otoriterlik ile demokrasi temelinde örgütlenmiş bir siyaset arasında geçecektir. Buraya kadar yapılan vurgular genel geçer, mutat vurgular olarak anlaşılmalı.

SEÇİME GİTMEMEYİ HALA DÜŞÜNENLER BİR KEZ DAHA DÜŞÜNMELİ

‘Parlamentarizmin batağına düştünüz’ eleştirisine muhatap kalan biri olarak sormak isterim; siz ne yaptınız ya da yapacaksınız? Nasıl bir gücünüz var? Elbette bunlar cevapsız sorular olarak kalacak. Esas mesele bundan sonra ne yapılacağı. Erdoğan’ın kazanması durumunda nasıl bir Türkiye ile karşılaşacağız? Bugüne kadar yaşanılanların ötesiyle karşılaşacağız. Bu ne anlama gelir? İlk zamanlar olmasa da daha ağır bir baskı ile karşılaşacağız. HÜDA-PAR etkisini hesaba katınca bu baskı çeşitlenecek. Bu elbette bir kâbus tablosu. Seçime gitmemeyi hala düşünenler bir kez daha düşünmeli. Böyle zamanlarda seçim bireysel bir tercihi aşan toplumsal bir sorumluluktur. Kılıçdaroğlu’nun kazanması hafızamızda da olan ama yeni bir politik zeminin koşullarını sağlayacaktır.

SİYASET YAPMAK TARİHE NOT DÜŞMEKTİR

Diğer taraftan bir kısım sosyalistlerin bu aşamada “radikalleşmesinin” toplumsal karşılığı yok. Gerçekten toplumla bir bağ oluşturulmak isteniyorsa bu sürece destek vermenin yolları araştırılmalı. Çünkü siyaset yapmak bugüne dair bir mesele değil tarihseldir. Malum olduğu üzre tarihsellik zaman ve mekan üzerine kurulu bir perspektiftir. Bu perspektifin sağladığı olanaklar kullanılmalı. Seçim geçecek ama bakalım nasıl bir hayatla karşılaşacağız?  Genel süreç makam pazarlığına bağlanmış durumda. Bu Türkiye için yeni bir durum değil, farklı olan en üst düzeyde bu pazarlığın yaşanması. Bu pazarlıklar yaşanırken aklımızda tutmamız gereken, bu ülkede yaşanan bütün kötülüklerin sorumlusu, 1980 darbesi sonrası iktidara gelen sağ, siyasal İslamcı ve ırkçı faşist iktidarlardır. Bunlar için cehaleti örgütlemek var olma koşuluydu, yaptılar. Bu toplumu böyle bir vahşete sürükleyen iktidar bir çoğumuz için hayatı seçime kitledi. Kimlik kitlenmesi yaşayan bir kesim, bu var oluşlarıyla toplumun yarısından fazlasının yaşam tarzına müdahale etmenin koşullarının oluşmasına destek veriyor. Bu ciddi bir konu. AKP’nin müttefikleriyle hangi zeminde anlaştıklarını toplum bilmiyor. Biri şeriatçı diğeri Kürt şeriatçısı. Ancak bunun AKP taraftarlarında bir anlamı yok. Kimlik kitlenmesi de bu anlama geliyor.  Bunu topluma nasıl anlatacağız? Sorumuz bu olmamalı.

Toplum siyaseten kullanışlı ve amorf bir kavramdır. Herkesin işine yarar.  Sınıf siyaseti hissedilir ama görünmez kılınır. Siyaseten “gerçekçi” bir yerden seçimlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemek sınıf siyasetine dahildir. İşçi sınıfının siyaseten en zayıflatıldığı bu zamanda önünü açması muhtemel bir siyasi zeminden bahsediliyor. Bu söylem önemlidir. Hayat tercihler ve red etme üzerinden kendini var eder. Nihai olarak, her tercih bir vazgeçiştir.

*Prof. Dr. (E.), Marmara Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü