Seçim, kutuplaştırma ve aile Whatsapp grupları

Daha adil ve demokratik bir toplumda yaşamak için her şeyden önce birbirimize güvenmeye ihtiyacımız var. Yok sayılmaya veya kolayca düşman kategorisine yazılmaya razı olmak zorunda değiliz.

Google Haberlere Abone ol

Elif Uyar Mura*

Toplumsal barışın üzerinde bir hayalet dolaşıyor. Seçim sürecinde etrafımda pek çok tartışmaya ve dargınlıklara tanık oldum. Hem arkadaşlarım arasında birbirine küsenler oldu, hem de aile içinde kavgalar çıktı. Pek çokları gibi ben de kırgınım. O partiye, bu partiye, şu yalana, bu hadiseye... En çok da babama. Partili olmak başka, toplumu birbirine düşürecek kadar kutuplaştırıcı bir kampanyaya onay vermek ve yaymak başka bir şey. Bu yüzden bazı yakınlarımın siyasi tercihlerini sevgisizlik ve kayıtsızlık olarak görüyorum. Toplumun yarısıyla birlikte benim de tercihimi, varlığımı meşru görmeyen bir siyasi söylemi onaylamalarını kişisel algılıyorum. Eğer bu hisler tanıdık geliyorsa, bu yazı sizin için.

Bizim ailede görüş ayrılıkları hep vardı. Hatta bir seçimde tek haneden dört farklı partiye oy vermişliğimiz oldu. Bunları gülerek anlatırdık. Peki ne oldu da şimdi bu kadar kırgınım diye düşünürken aklıma başkalarına sormak geldi. Sosyal medya hesabımdan “seçim süreci aile içi tartışmalara yol açıyor gibi görünüyor, sizin de böyle bir deneyiminiz oldu mu?” diye sordum. Arkadaşlarımdan ve öğrencilerden pek çok mesaj geldi. Bu cevaplar hem kendi hâlimi daha iyi anlamama hem de durumun ciddiyetini kavramama yardımcı oldu.

WHATSAPP'TA AİLE ORTAMI

Kısaca özetleyeyim. Bir tarafta benim gibi hissedenler var. Bir kısmı başka partiye oy veren akrabalarına, arkadaşlarına kızmış, küsmüş, iletişimi kesmiş, gruplardan çıkmış durumda. Bazıları aile gruplarında atılan içeriklere (bunlar hain, bunlar terörist gibi) cevap vermeyerek (susarak) temasta kalmayı sürdürüyor ama çok yıpranmış. Her iki taraftan da insanlar yakınlarının sosyal medyada paylaştığı karşı tarafı kötüleyen içeriklere maruz kalıyorlar. İletişim sınırlı, arkadan söylenme hat safhada. Özellikle hanelerin içinde yaşananlar kaygı verici. Aile büyükleri ülkenin yarısını terörle iltisaklı ilan eden seçim kampanyasının içeriğini öncelikle kendi yakınlarını baskılamak için kullanmış gibi görünüyor. Öfkeli performanslar, yüksek perdeden bağırarak söylenme, gençlerin yanında başkalarını kötüleme en yaygın kullanılan caydırıcılar. Aile büyükleri bu yöntemlerle içerden kimsenin başka alana kaymaması için meşru alanın sınırlarını çiziyor. Bu davranışlar ailede kimin nasıl kabul göreceğini, iyi/ahlaklı bir evlat (bazen eş) olmanın yolunu anlatıyor. Bu anlamda, kampanyada kullanılan karalayıcı içeriklerin, montaj videolarının inandırıcılığını tartışmaktan ziyade kişiler arası düzeyde kullanılma biçimine dikkat etmek elzem görünüyor. Görünen o ki hane içinde durumları kırılgan olan gençler ve kadınlar terör-beka söylemine çok maruz kalmış. Terör çok korkutucu bir suçlama ve aile içi fikir ayrılıklarının önünü kesmek için işlevsel. 

FARKLI GÖRÜŞLERE KARŞI TAKTİKLER

Aileler siyasi görüşlerini bildikleri çocuklarını oy vermekten caydırmak için farklı yöntemlere başvurmuşlar: Evden atmakla tehdit edenler, başka şehirde okuyan çocuklarına hafta sonu oy kullanmak için eve gelmemesini söyleyenler, yemin ettirenler, terörist olmakla itham edenler ve şu adaya oy verirsen hakkımı helal etmem diyerek o hiç bitmeyen borcun tahsiline girişenler. Bunları anlatan öğrencilerin bir kısmı sandığa gitmemiş, bir kısmı ciddi bir iç hesaplaşma yaşayıp kendi kararını vermiş, sessizce uygulamış veya tepki görmüş ve ailesiyle arası bozulmuş. Bir kısmı da ara bir formül bularak ailenin çok itiraz etmediği alternatif adaylara yönelmiş. Buradan çıkan önemli sonuç şu: Terör olarak kodlanarak gayri meşru ilan edilenin toplumun en az yarısının taleplerini içine alacak kadar genişlemesi hem kadınların hem gençlerin özgürce düşünmesini, tercih yapmasını, ihtimalleri değerlendirmesini zorlaştırıyor. Bu süreçte üniversite öğrencilerinin ve işsiz gençlerin çoğunun ebeveynleriyle yaşıyor olmaları yaşadıkları baskıyı artıran bir faktör.

GÜÇLÜ AİLE SÖYLEMİ

Seçim kampanyasının bu ayağı aslında uzun süredir devam eden güçlü aile söylemiyle bir bütün oluşturuyor. Bu siyasi hat bir taraftan aile içinde güçlü tarafın isteği dışında hareket etmeyi (politik tercihler dahil) saygısızlık olarak gören, ebeveyn otoritesinin ve davranışlarının meşruiyet alanını genişleten; bir taraftan da sınırlı sosyal haklar ve yüksek işsizlik oranlarıyla gençleri yoksullaştırarak ailelerine bağımlılığını arttıran politikaların bir bileşiminden oluşuyor. Yüksek öğrenimle ilgili konularda açıklama yapan siyasetçilerin üniversite öğrencilerini yetişkin/muhatap saymayıp, kürsüden ebeveynlerine seslenmeleri bu anlayışın bir uzantısı. Benzer şekilde, deprem sonrasında olduğu gibi barınma haklarının bir anda ellerinden alınabilmesinin altında asıl yerlerinin ebeveynlerinin yanı olduğu varsayımı yatıyor. Güçlü aile söyleminin LGBTİ+ karşıtlığı da (vatandaşların bir kısmının toplumda var olma haklarına bir saldırı olmanın yanında) ailelere verilen bir mesaj. Toplumda gençleri yolda çıkaracak tehlikelerin kol gezdiği iddiasıyla ana babaların gençler üzerindeki denetim hakkını onaylıyor, kontrolünü ve kontrol için başvurduğu yolların (susturma, hakaret, özgürlüğünü kısıtlama) meşruiyetini sağlıyor. Kendi çocukları üzerindeki denetim ve kontrol gücünü artıran siyasi söylemleri kadınlar da sahiplenebiliyor. 

Güçlü aile ve beka (ailenin bekası, ülkenin bekası) söylemleri günlük hayatımızda aile içinde güçlü olanın elindeki araçları ve meşruiyetini artıran işlevsel bir araç olarak varlığını sürdürüyor. Bu kötücül bir söylem. Siyasi öznelerini örneğin haksızlığa uğradıkları bağlamda adalet talep eden, kendi gibi olmayanların da halklarına saygı duyan, şeffaf bir yönetimi hak eden vatandaşlar olarak kurmuyor. Onlara mikro-iktidar alanları açıyor; bu alanlarda tanıdığı imtiyazlarla, rövanşist ve ceberrut davranışlarını onaylıyor. Bu siyasi söylem onların güçlü oldukları bağlamlarda (A partisine oy veren geline, B partili komşuya, özgürlük talep eden gence karşı) davranışlarını onaylayan bir ahlaki norm işlevi görüyor.

ANLAMA, ANLAŞILMA, KARŞILIKLI GÜVEN 

Seçim kampanyasına dönelim. Devlet adına konuşanların meşru siyasi itirazın sınırlarını daraltma gücü olsa da demokratik toplumlarda bunu pek kullanamazlar. Şu itirazları dile getiren taraf gayrimeşrudur (terörle iltisaklıdır) demek talepleri de yok saymak anlamına gelir. Meşru itirazları ve değişim talepleri olan vatandaşların siyasi iradesini gayrimeşru ilan eden iktidarlar herkesi adil yönetme iddiasını kaybederek kendi meşruiyetini zedeler. Dolayısıyla, demokratik sistemlerde hükümetler kara propagandadan kaçınır; çifte standarta seçmen olumsuz cevap verir endişesini taşır. Hepsinden önemlisi meşru muhalefet alanını bu ölçüde daraltmak ateşle oynamak demektir. Ülkenin huzurunu bozar. Kardeşi kardeşe düşman eder. Fakat Türkiye’de hükümet bu gerekçeleri yeterli görmedi. Milyonlarca vatandaşın servet transferine ve derinleşen toplumsal eşitsizlere karşı itirazını, demokratikleşme, yargı bağımsızlığı, şeffaflık, eğitimde reform, fırsat eşitliği gibi hak temelli politika taleplerini terör-beka söylemiyle ‘suçluların’ sesi olarak etiketleyen bir seçim kampanyası düzenlendi.

Bu siyasi söylem aileleri yaralıyor. Gençleri en güvende hissetmek istedikleri, kabul ve onay görmek istedikleri yerde yıpratıyor. Aile ve akraba sosyal ağları sosyal hakların sınırlı olduğu ülkemizde yoksullar için bazen alternatifi olmayan bir hayatta kalma aracı. Pek çok insanın ihtiyaç duyduğu akrabalarına itiraz etme, kendilerini ifade etme koşulları yok. Bir tarafı susturan veya bu bağları kopma noktasına getiren bir seçim stratejisini hem toplumsal barışa hem de yoksullaşan halka karşı ciddi bir saldırı olarak okumak gerekiyor. Bu saldırının seçimde toplumsal onay alma ihtimali karşısında dehşete kapılıyorum. İki seçim arasında ailemde ve çevremde olup bitenlerle ilgili endişelerimi bu yüzden kaleme almak istedim.

Aslıda ne güçlü aile söylemi aileyi güçlendiriyor, ne beka söylemi halkı. Bunun tam tersi oluyor. Güçlü aile birbirine karşı saygılı, birbirini dinleyen, destekleyen bireylerden oluşur. Güçlü bir toplum da öyle. Birbirimizi anlamak, anlaşılmak kadar temel bir ihtiyacımız. Daha adil ve demokratik bir toplumda yaşamak için birbirimize güvenmeye ihtiyacımız var. Baskı ve şiddeti nasıl durdururuz, birbirimize nasıl sahip çıkarız, nasıl temas kurarız, birbirimizi nasıl daha iyi duyabiliriz ve yeniden kurabiliriz gibi soruların peşine düşmemiz çok önemli. Yok sayılmaya veya kolayca düşman kategorisine yazılmaya razı olmak zorunda değiliz. Bir ilk adım olarak küsmek, yargılamak veya susmak yerine ihtiyaçlarımızı, isteklerimizi, endişelerimizi ifade etmeyi seçebiliriz. En azından bu bizim elimizde.

* Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi