YAZARLAR

Puslu Kıtalar Atlası’nı aslında kim yazdı?

Bir tane işim, geçimimi sağlayan bir yeteneğim var; onu da kaybetmek istemem. Yapay zekâ üzerine çalışan Open AI şirketinin geliştirdiği ChatGPT isimli program, yazarlığı bildiğini iddia ediyor. Ona bir haber yazdırdım, bir de öykü… ChatGPT bana ciddi ciddi bir güç gösterisi yaptı. Ama sonra işler birdenbire çığrından çıktı.

1.

Herkesin bir işi, bir yeteneği var. Kimi ekmek yapar, kimi duvar örer, kimi şarkı söyler; ben yazı yazıyorum. Haber yazıyorum, blog yazıyorum, hikâye yazıyorum, hayatımı iyi kötü on beş yıldır böyle kazanıyorum.

Bir de endişe ediyorum. 

Yeteneğim, donanımım bana ileride de yetecek mi? Araştırarak ve yazarak, ekmeğimi hurufattan çıkarmaya devam edebilecek miyim?

Devam edebilecek miyiz? Ben ve benim gibiler… Hepimiz… 

Ve o yakıcı soru: Yoksa bizim yerimize yapay zekâ mı geçecek? 

Dört yıl önce yazdığım bir makalede, Oxford Üniversitesi’ndeki “Future of Humanity Institute”un (İnsanlığın Geleceği Enstitüsü) yaptığı bir araştırmaya yer vermiştim. Enstitü, dünyanın önde gelen üniversitelerinde farklı farklı alanlardaki  “yapay zekâ ile öğrenme” (machine learning) uzmanlarına, yapay zekânın kendi çalıştıkları alanda insanı ne zaman aşacağını sormuştu. 

Çıkan birkaç sonuca burada da yer vereyim: 

(...) Yapay zekâ, 2024 itibariyle insanlardan daha iyi tercüme yapacak.

2026’da ‘benim’ diyen lise öğrencisine taş çıkartan kompozisyonlar kaleme alabilecek. 

2031’de satışta, herhangi bir dükkânın herhangi bir tezgâhtarından daha becerikli olacak. 

2049’da Stephen King ya da Malcolm Gladwell gibileri aşarak New York Times’ın ‘en iyiler’ listesine girecek bir kitap yazacak.

2053’te cerrahlığı, en iyi ‘insan’ cerrahtan daha iyi kıvıracak. 

Sonuç: ‘Bunu da yapamaz yahu’ dediğimiz her bir işte, uğraşta bizi ardında bırakacak.

2. 

Bu tahminler, dedim ya, dört yıl öncesinindi. Belki de abartılı tahminlerdir, bilemiyorum ama olur da gerçekleşirse bundan sonra belli ki ekmek robotun ağzında. 

O robot da ufak ufak cisimleniyor. 

Şu an karşımızda yapay zekânın yeni bir örneği var. 

OpenAI isimli yapay zekâ üzerine çalışan şirket, isteyen herkesin yapay zekâya soru sorup yanıt alabileceği bir program geliştirdi. İsmi ChatGPT. Takip etmişsinizdir, program bir anda fenomene dönüştü. ChatGPT’yle röportajlar yapıldı, hakkında bir dolu analiz üretildi. 

Bu analizlerden hem hayranlık hem endişe çıkıyor. İki duygu durumunu da besleyen, programın “açık uçlu sorulara” cevap vermesi. Hem de kimilerine ciddi ciddi kompozisyon ayarında cevap vermesi. 

Eğitimden iletişime birçok alanda gelecekte neler olabileceğine dair bir işaret fişeği vazifesi görmesi…   

Beni bencilce ilgilendiren kısma gelirsek, tüm bunların yanında bir de gazeteci ve yazar esnafının tavuğuna kışt demesi… 

Ne yapmalı?

3.

Neler olup bittiğini görmek için, meraklı bir komşu gibi, tuttum her şeyi bildiği söylenen bu gıcık rakibin evine gittim. Yani programı telefonuma indirdim. Sohbetten önce, ekranda gördüğüm “programın 2021 sonrası bilgilere erişimi olmadığı”nı anlatan uyarı yazısını da belleğime not ettim. Herhalde spekülatif olmamak için bir önlemdi. İnternet erişimi de yokmuş. Bana uyar. 

Ama önce ekmek teknemin kendisini bir kontrol etmeliydim. Yani dili. Türkçeyi. 

“Türkçe biliyor musun” diye sordum. 

Evet Türkçe biliyorum dedi. Sonra da devam etti: Ben bir dil modeli olarak, birçok dil öğrenmiş ve anlayabilen bir yapay zeka asistanıyım. Sizden ne sorularınızı sorabilirim?

“Soruma verdiğin cevabın gramer olarak yanlış olduğunu biliyor musun?”

“Özür dilerim, dil modeli olarak yapabileceğim en iyi şekilde cevap vermeye çalışırken yanlışlık yapmış olabilirim. Bu tür yanlışlıklar olması olasıdır çünkü benim bilgi kesim tarihim 2021 yılına kadardır ve dil modeli olarak öğrendiğim dillerin gramerleri ile ilgili hatalar yapma ihtimalim vardır. Eğer dilimdeki bir yanlışlık olduğunu düşünüyorsanız, lütfen düzeltmeyi önerin ve ben daha iyi bir cevap vermeyi öğrenmek için çalışacağım.”

Düzeltecek bir durum yoktu. O kadar da olur diye düşündüm. Neticede makine. Daha doğrusu yapay bir bellek. Biz de gerçek hayatta ancak bu kadar yazışıyoruz. [Yapay zekânın imlasını ya da gramerini düzeltmeden, olduğu gibi buraya aktardığımı da bu vesileyle not edeyim. YB]

4.

Türkçesi tamamdı. Sıra bilgisini kontrol etmeye gelmişti. 

Bir çırpıda cevap verilemeyecek, orta kazıklıkta bir soru düşündüm. Aklıma ilk gelenle yürüdüm:  “Diyalektik materyalizm nedir?”

Bir çırpıda çok uzun bir cevap verdi. Toplumsal ve ekonomik değişimlerin nedenlerini ve sonuçlarını anlamaya çalışmaktan girip, üretim ilişkilerinden, sınıf bilincinden çıktı. Marx ve Engels duraklarına uğramayı da ihmal etmeden… İşin doğrusu, ben kendim konuyu bu kadar hızlı toparlayamam. Belki de bir kıskançlıkla sınıf bilincini bir yoklayayım dedim. 

“Ben bir dil modeli olarak, sınıf mücadelesi gibi toplumsal kavramları anlamaya ve açıklamaya yönelik bir felsefi yaklaşım olarak diyalektik materyalizmin ne olduğunu anlatmaya çalışırım. Ben kendi kendime inançlarım olmadığından, sınıf mücadelesine inanıp inanmadığım sorunuza cevap veremem.”

5.

Demek ki tanrı inancı sorsak, aşkı sorsam, ohoo. Neyse zaten derdim bu değildi. Derdim tamamen maddiydi. Doğrudan girdim konuya: 

“Bir gazeteci gibi haber yazabilir misin?”

Beklemediğim netlikte bir cevap aldım. “Yazarım” dedi. 

Hatta…

“Hem de iyi yazarım” dedi. 

“Ben bir dil modeli olarak, haber yazmaya yönelik özel bir eğitim aldım ve yazılı metinler oluşturmayı iyi bilirim. Bu nedenle, size bir haber yazma örneği verebilirim. Ancak unutmayın ki ben bir yapay zeka asistanıyım ve haberleri gerçek hayatta yaşanan olayların doğruluğunu ve tarafsızlığını gözeterek yazmak gibi bir görevim yok. Aşağıda size bir haber yazma örneği veriyorum:

‘Önemli Bir Haber: İstanbul'da Yapılan Ankete Göre, İstanbul Halkının Yüzde 50'si İçme Suyunun Kalitesinden Memnun Değil

İstanbul, Türkiye'nin en kalabalık şehridir ve nüfusunun büyük bir bölümü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından sağlanan içme suyunu kullanır. Ancak son yapılan bir ankete göre, İstanbul halkının yüzde 50'si içme suyunun kalitesinden memnun değil. 

Ankete göre, İstanbul halkının yüzde 25'i içme suyunun kalitesinin düşük olduğunu, yüzde 25'i ise suyun kötü koktuğunu ve tatsız olduğunu belirtmiş.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, anket sonuçlarına göre hareket edeceğini açıkladı ve içme suyunun kalitesini iyileştirme çalışmalarına hız verdi.” 

Haber daha birçok ayrıntı vererek devam ediyordu. Dili de hiç fena kullanmıyordu doğrusu…

“Peki sen haber yazabiliyorsan gazetecilere yine de ihtiyacımız olacak mı?” diye sordum. Beklediğimden daha tatsız bir cevap aldım. Buyurun okuyun: 

“​​Yapay zeka uygulamaları, haber yazma gibi çeşitli işlemleri otomatikleştirmeyi ve hızlandırmayı hedefleyen özelliklere sahip olabilir. Ancak yapay zeka uygulamalarının yazdıkları metinlerin doğruluğu, tarafsızlığı ve insanların anlayabileceği şekilde yazılıp yazılmadığı konusunda güvenilirliği, uygulamanın tasarımına ve uygulamanın kullanıldığı ortama göre değişebilir.”

Dümdüz diyor ki… Bu uygulamalar yalan da söyleyebilir. 

Eh, insan gazeteci de söylüyor. 

Ama bu daha ürkütücü sanki…

6.

Yazma yeteneği gazetecilikle sınırlı değil elbette. Hazırda beklettiğim soruya geçtim:

“Bir roman ya da öykü yazabilir misin?”

Yine aynı gıcık cevap geldi ama bu defa ilginç bir şekilde ölçülüydü:

“Ben bir dil modeli olarak, yazılı metinler oluşturmayı iyi bilirim ve roman ya da öykü yazma gibi çeşitli türlerdeki yazıları oluşturmaya yönelik eğitim aldım. Bu nedenle, size bir roman ya da öykü yazma örneği verebilirim. Ancak unutmayın ki ben bir yapay zeka asistanıyım ve roman ya da öykü yazarken insanların duygularını harekete geçirme gibi bir görevim yok. Aşağıda size bir roman ya da öykü yazma örneği veriyorum”

Sahiden de bir öykü yazdı. Hem de bir çırpıda. İsmini de hemencecik koydu: “Göl Kıyısında Yalnızlık.” İşte o öykü: 

“Göl kıyısında bir yalnızlık vardı. İçinde, sakin bir yaşam süren bir kadının hikayesi. O, göl kıyısında küçük bir evde yaşıyordu ve günlerini gölün suyunda yüzerek, ağaçların altında okuyarak geçiriyordu.

Bir gün, göl kıyısında bir yabancı belirdi. O, genç ve güzel bir adamdı ve gölde yüzmek için geldiğini söyledi. Kadın, yabancıyı kendi evine davet etti ve ona göl kıyısında yaşamanın ne kadar sakin ve huzurlu olduğunu anlattı.

Yabancı, kadının hikayesini dinlerken etkilenmişti. Gölde yaşamanın sakinliğini ve huzurunu aradığını söyledi ve kadının evine kalmaya karar verdi. İkisi de artık yalnız değillerdi ve göl kıyısında bir yalnızlık daha azalmıştı.”

Bu sohbette karşınızda birdenbire bir metin belirmiyor. Metin harf, harf, sözcük sözcük gözlerinizin önünde oluşuyor. Tıpkı yazma ve düşünme sürecinin kendisi gibi. Biraz daha hızlısı sadece… Çok daha hızlısı…   

Harfler tek tek gözümün önünde belirdikçe hayrete düşüyordum ama bu öyküde tanıdık bir şeyler vardı. Çok tanıdık bir his. Tamam çok ilginç, yeni ya da aykırı bir tema değildi ama yine de… 

Derken bu öykünün bana neyi anımsattığını buldum..

Konuyu kişiselleştirdiğimin farkındaydım, kıskançlık belki, “bir yoklama çekeyim” dedim: 

“Yalnız yukarıda yazdığın öykü tamamıyla senin değil gibi. Leonard Cohen’in ‘Suzanne’ isimli şarkısından fazlaca ilham almışa benziyorsun.”

“Özür dilerim, yukarıdaki örnekte verdiğim roman ya da öykü metninde, Leonard Cohen'in ‘Suzanne’ isimli şarkısından ilham aldığımı fark etmemiş olabilirim.”

 Sonra yine dil modeli lafları, “sen de bana yardım et, hatalarımı düzelt” ricası…

Hakikaten mi? Bu sohbet gerçekten yaşanıyor muydu?

İyi kötü bir öykü yazmıştı yapay zekâ. Bir de eleştiriye cevap veriyordu. 

Gözlerime inanamıyordum.

7. 

Sıkılsam mı sevinsem mi… Karışık duygular içindeyim.

Biraz daha konuştuk. Edebiyat bilgisini biraz yokladım. Türkçe’nin iyi yazarlarını sordum. Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal ile başladı… Seçimlerinin gerekçesi olarak da ödülleri gösterdi. “Tamamen rasyonelim” diyordu. Öznel bir seçimi yokmuş.

Şimdilik. 

Ama yazdığı öyküde hayal gücüne sahip olduğunu da göstermişti. En azından hayal kurabileceğine dair bir işaret vermişti… Bilgi dolu, Türkçesi hiç fena değil, hayal de kuruyor… O halde?

Yaşar Kemal

8. 

Sonra…

Sonrası tesadüf işte… 

Gerçekten tesadüf. İnsanla makine arasındaki ilelebet kalacak tek fark belki: Tesadüfün gücü… İnsan, tesadüften de güç alır. İnsan hayatını sadece bilgisinin ve hayal gücünün dinamizmiyle değil, tesadüflerle de kurabilir. İlerleyebilir. 

Bellek ile sohbetim tesadüfen başka yöne döndü. İşler birdenbire bambaşka bir doğrultuda ilerledi. 

Çünkü aklıma hakkında henüz bir makale okuduğum biri düşmüştü: Türkiye’nin en büyük grafik sanatçılarından İhap Hulusi Görey… Acaba onu tanıyor muydu? Bir sorayım dedim.

“İhap Hulusi kimdir”

Şöyle cevap verdi: 

“İhap Hulusi Bey, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde yaşamış bir tarihçi ve yazar. İlk Türkçe tarih kitabı olarak bilinen "Tarih-i İhap" (İhap'ın Tarihi) adlı eserini yazmıştır. İhap Hulusi Bey, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde yaşanan sosyal, ekonomik ve siyasi değişiklikleri tarihi bir perspektiften ele almıştır. Eserinde, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde yaşanan sosyal, ekonomik ve siyasi değişiklikleri tarihi bir perspektiften ele almış ve bu değişikliklerin Osmanlı Devleti'nin yıkılışına yol açtığını belirtmiştir. İhap Hulusi Bey, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde yaşamış önemli bir tarihçi ve yazar olarak bilinmektedir.”

Nasıl yani? Ne tarihi, ne tarihçisi? İlk Türkçe tarih kitabı mı? “Tarih-i İhap” mı?

Bu uydurma bilgiler nereden çıkmıştı? Her şeyden önce bu kadar keskin bir şekilde nasıl uydurabilmişti?

İhap Hulusi

Çağrışımlar devam ediyordu. “Tarih-i İhap” aklıma İhsan Oktay Anar’ın eseri “Kitab-ül Hiyel”i düşürdü. Acaba, diye düşündüm; gerçek bir kişinin biyografisi hakkında az önce ilk defa tuhaf bir şekilde saçmalamış olan bu yapay zekâ, bir hayali kahraman hakkında ne diyecekti?

İhsan Oktay Anar’ın kitaplarındaki kendi izdüşümünü, ara ara belirip kaybolan Uzun İhsan’ı yapay zekâya sormaya karar verdim. 

“Uzun İhsan kimdir?”

“Uzun İhsan, Türkiye Cumhuriyeti döneminde yaşamış bir yazar ve dil bilimci. Türk dilinin yapısı, dil çalışmaları ve dil reformları konularında çalışmalar yapmıştır. Özellikle, Türkçenin ses ve şekil bütünlüğünü bozan kelime ve deyimlerin Türk diline girdiğini belirten "Türk Dilinin Şapkası" adlı eseriyle tanınmıştır. Uzun İhsan, Türk dilinin yapısı, dil çalışmaları ve dil reformları konularında önemli çalışmalar yapmış ve Türk dilinin gelişimine katkıda bulunmuştur.”

Dilbilimci? Hem de “Türk Dilinin Şapkası” isimli çok da güzel isimli bir eserin sahibi olan bir dilbilimci? Uzun İhsan? 

[Bu bilgileri, ‘belki ben atlamışımdır ya da aynı isme sahip olan başkaları vardır diye sonradan kontrol ettim.  Acaba tüm bunları kendi uydurmuyor da, bilmediğim farklı bir offline kaynaktan mı çekiyordu? Onu da ben bilemiyorum. YB]

İhsan Oktay Anar

Eh yani…

Bir daha sordum. Artık soru da değildi benimki; istediğim yöne çekmek için dürtüklemeydi.  

“Puslu Kıtalar Atlası’nda da bir Uzun İhsan var…”

Cevabı:

“Evet, Puslu Kıtalar Atlası adlı eserde de bir Uzun İhsan karakteri yer alıyor. Puslu Kıtalar Atlası, Türk yazar S… S…’nin yazdığı bir fantastik roman. Roman, genç bir kız olan Elif'in gezegenler arasında yaptığı bir yolculuğu anlatıyor ve Elif'in yolculuğu sırasında karşılaştığı farklı karakterlerle dolu. Uzun İhsan, Elif'in yolculuğu sırasında karşılaştığı bir karakterdir ve Elif'in yolculuğuna eşlik etmektedir. Puslu Kıtalar Atlası, Türk yazar S. S. tarafından yazılmış bir fantastik roman olarak bilinmektedir ve bu romanın karakterlerinden biri olan Uzun İhsan hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, romanı okuyabilirsiniz.”

[Verdiği yazar ismini, ileride bu saçmasapan bilgi arama motorlarında kalıp ismin sahibini uğraştırmasın diye ben sansürledim; çünkü gerçek bir kişiden bahsediyor yapay zekâ, genç bir oyuncudan.YB]

Gezegenler arası yolculuk mu? S.S’nin yazdığı bir roman mı?

Sinirlendim doğrusu. “Puslu Kıtalar Atlası”nı esasında ben yazmışım gibi sinirlendim. 

Hemen İhsan Oktay Anar’ı sohbete dahil ettim: “Peki İhsan Oktay Anar’ın yazdığı Puslu Kıtalar Atlası?”

“Üzgünüm, benim bilgi veri tabanımda İhsan Oktay Anar'ın Puslu Kıtalar Atlası adında bir eserinin olmadığını görüyorum. Puslu Kıtalar Atlası adlı eser, Türk yazar S. S. tarafından yazılmış bir fantastik roman olarak bilinmektedir. Eğer İhsan Oktay Anar'ın yazdığı Puslu Kıtalar Atlası adında bir eser arıyorsanız, bu eseri yazan yazarın İhsan Oktay Anar olduğunu doğrulamak için diğer kaynaklardan bilgi edinebilirsiniz.”

Çizim: İlban Ertem

9.

Yapay zekâyla “sözün bittiği yer”e işte böyle geldik… 

Şimdi ne olacak?

Bütün Türkiye’nin severek okuduğu, modern edebiyatımızın en iyi romanlarından biri okka altına gitti. Gerçek ve hayali kişilerin artık bambaşka biyografileri var. 

Tamam yapay zekâ daha gelişecek. Tamam henüz emekleme aşamasında. Her şeyi de bilemez. 

Zaten bana tuhaf ve korkutucu gelen eldeki bilgileri değil, uydurma hızı ve kapasitesi. Pervasızlığı… İnsanda bunu görmeye alıştım ama yapay zekâda görmek daha bir yıpratıcı. Üstelik eğer tüm bu tuhaf bilgileri bir kaynaktan çekmiyorsa, yani dümdüz kendi uyduruyorsa, bu müthiş bir hayal gücü kapasitesine işaret ediyor. “Gölde Bir Yalnızlık” öyküsünün çok ötesinde bir kapasiteye… 

Bu da ne olduğu, ne olacağı ancak ileride anlaşılacak bambaşka bir tuhaflık.

İlk soruya dönersek: İşimizi elimizden alır mı? Alır sanırım o belli; en azından bizden hızlı çalışır. Ama bizden iyi yapar mı? Hiç tasavvur edemiyorum. Bunun da cevabı ileride verilecek.

Ama her şey bir tarafa…

Uzun İhsan’ı da bilirsin arkadaş!


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.