Psikolog Alev Dumanoğlu: Erkek egemen dünya kadın emeği üstünde yürüyor

Klinik Psikolog Alev Dumanoğlu ile ev içi bakım emeğini ve kadınların yaşamları üzerine etkilerini konuştuk. Ataerkil toplumsal cinsiyet kodları gereği kadınların doğal görevi addedilen bakım emeğini, en çok yoksul kadınlar ve kız çocukların üstlendiğini ifade eden Dumanoğlu, "Kayıtlara göre, dünya üzerindeki ücretsiz bakım emeğinin dörtte üçünden fazlasını; ücretli bakım hizmetlerinin de üçte ikisinden fazlasını kadınlar gerçekleştiriyor" diyor.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - DİSK/Genel-İş Araştırma Dairesi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'ne atfen Kadın Emeği Raporu yayımladı. Bu raporda yer alan verilere göre, Türkiye'deki erkeklerin iş gücüne katılım oranı yüzde 72 civarındayken, kadınlarda bu oran yüzde 34,2'ye kadar düşüyor. Ülkede 2019'da iş gücüne dahil olamayan 20 milyon 691 bin kadından 11 milyon 741 bini "ev işleriyle meşgul olduğu için" iş gücüne katılamıyor. Raporda, "çocuklara veya bakıma muhtaç yetişkinlere bakmak için" işinden ayrılan kadın sayısı 494 binken, yalnızca 14 bin erkeğin bu nedenle işinden ayrıldığı ortaya koyuluyor.

Bakım emeğinin, sadece emek sömürüsü değil, kadınların sosyal olarak var olmalarının önündeki en büyük engel olduğunu söyleyen Klinik Psikolog Alev Dumanoğlu ile ev içerisinde kadının üstlendiği bakım yükünün, kadınların yaşamlarındaki etkileri üzerine konuştuk.

‘HER DÜZEYDE CİDDİ BİR UMURSAMAZLIK SÖZ KONUSU’

Bakım emeği nedir?

Bakım, en genel anlamda yaşamın iyiliği ve sürdürülmesi için gerekli olan her şeyin beslenmesine yönelik toplumsal kapasite ve etkinlikler bütünüdür. Dolayısıyla doğal kaynakların korunmasından, sosyalleşmeyi destekleyen kamusal alanların inşasına, farklı ve dezavantajlı toplumsal grupların desteklenmesine, kooperatifleşmeye, çocuk, engelli ve yaşlı bakımına kadar hepsini,‘bakım emeği’ çerçevesinde ele alabiliriz.

Ev içi bakım emeği ve özellikle de çocuk bakımı için harcanan ücretsiz ve hep gözardı edilen o devasa emek üzerine neler söylemek istersiniz?

Ev içi bakım emeği en genel anlamıyla çocuklara, bakıma muhtaç yaşlılara, psikiyatri hastası veya engelli bireylere bakmak; yemek, temizlik, tedarik gibi ev içi düzenini sağlayan işlerin hepsi anlamına geliyor. Gün be gün yaşamın idame ettirilmesini sağlayan bu işler olmaksızın toplumların ayakta kalması mümkün değil. Büyük ölçüde ücrete tabi olmayan ve ataerkil toplumsal cinsiyet kodları gereği kadınların doğal görevi addedilen bu işleri elbette en çok yoksul kadınlar ve kız çocukları üstleniyor. Kayıtlara göre, dünya üzerindeki ücretsiz bakım emeğinin dörtte üçünden fazlasını; ücretli bakım hizmetlerinin de üçte ikisinden fazlasını kadınlar gerçekleştiriyor.

Bu konu herkes tarafından bilinse de konuya ilişkin devletinden, ailesine her düzeyde ciddi bir planlı umursamazlık söz konusu. Çünkü kadına yüklenen bu büyük emek, aynı zamanda büyük bir ekonomik sömürüye tekabül ediyor ve annelik yüceltilerek bu sömürüye sosyal algı alt yapı tesis ediliyor.

‘HEPİMİZİ ÇOĞUNLUKLA KADINLAR BÜYÜTTÜ’

Dünyada ve ülkemizde durum nedir?

İngiltere’de bir yardım kuruluşu olan Oxfam’ın hesaplamalarına göre dünya ekonomisinin en alt basamağında yer alan yoksul kadınlar ve kız çocukları her gün 12.5 milyar saat bedava bakım emeği sarf ediyor. Bu emek, ekonomiye en az 10.8 trilyon dolar olarak dönüyor. Tabii bunların asgari rakamlar olduğunu, gerçek değerin ise bunun çok üzerinde olduğunu eklemek gerek.

Ülkemizde son nüfus sayımlarına göre 41,059,075 erkek, 40,808,147 kadın yaşıyor. Kadın nüfusunun 11 milyonu ev kadını olarak kayıtlı. Bu grup bakım emeği sömürüsünde birincil gurubu oluşturuyor. Ev içi bakım, yaşamlarının asli emeği olduğu için bu duruma bağlı pek çok toplumsal sonuç ortaya çıkıyor. Kadınların siyasette temsili yüzde 13.6 oranında, kız çocuklarının okullaşması, okuryazarlık ve istihdam oranları da erkeklere göre belirgin düzeyde düşük.

Sınıfsal farklılıklar özelde bazı kadınlar üzerindeki bakım emeği yükünü farklılaştırsa da, yine başka bir kadına yüklüyor. Çocuklara, engellilere, yaşlılara bakım veren ücretli bakıcılar da genellikle kadın. Yine istisnaları hesaba katmazsak çocukları yetiştiren, onlarla en uzun zaman –emek ilişkisi- sürdüren anneler. Hepimiz bir zamanlar çocuktuk ve hepimizi çoğunlukla annelerimiz ya da büyükannelerimiz yani kadınlar büyüttü. Bu kişisel deneyimler de sorgulamasız toplumsal rollerin aktarımını beraberinde getiriyor ve gitgide bu büyük sömürü konusunda patriyarkal umursamazlık pekişiyor. Özetle erkek egemen dünya, kadınların emeği üstünde yürüyor.

‘KENDİLERİNE AİT TEK BİR DAKİKALARI YOK’

Sizin uzun yıllardır sosyoekonomik olarak dezavantajlı mahallelerde annelerle sohbet toplantıları yaptığınızı biliyoruz. Ev içerisinde kadının üstlendiği toplumsal cinsiyete dayalı bakım yükü kadınların yaşamlarını nasıl etkiliyor?

Elbette bu durum sadece bir emek sömürüsü değil, kadınların sosyal olarak var olmalarının önündeki en büyük engel. Erkek egemen iktidarın telkin ettiği gibi 3 çocuğu olan bir kadın bakıcı ya da akraba desteğinden yoksunsa toplumsal yaşamın hiçbir yerinde var olamaz çünkü tüm zamanı çocukların bakımı, eğitimi ve ev işlerine ayrılmıştır.

Benim çalışma yürüttüğüm mahallelerdeki kadınlar çoğunlukla Kürt illerinden İzmir’e göç etmiş birinci ya da ikinci kuşak ev kadınları ya da sosyoekonomik olarak dezavantajlı, eğitim olanağı bulamamış Türkiyeli genç kadınlar. Genç yaşta evlenmişler, en az 2 çocukları var ve hayatları daracık evlerde çocukların bakımı, ekonomik sıkıntılar, eş ve kayınvalide çatışmaları ile geçiyor. Tabii az sayılamayacak miktarda çocuk gelinler ve de bolca göç hikayeleri…

Dolayısıyla toplumsal cinsiyet rollerini teorik olarak tartışmasalar da yaşıyorlar. Sadece kadın olarak dünyaya geldikleri için tüm ev içi bakım yükü onların ‘kadın’ olarak görevleri, sızlanmaya hakları yok. ‘Bütün gün evde ne yapıyorsun ki’ diye eşlerden gelen değersizleştirmelerle takdir yok, teşekkür yok, yorgun ve çaresizler. Yüklerini hafifletecek özel bakım merkezleri, oyun alanları ya da olanaklardan yoksunlar. Kendilerine ait tek bir dakikaları yok. Oysa kişi kendisini iyi hissetmiyorsa, bir başkasına da iyilik hissettiremez. Bu orantısız yükün kadınlarda yarattığı her türlü bedensel, zihinsel psikolojik ve sosyal yıkımdan bu yolla çocuklar da nasibini alıyor. Tabii pandemi sürecinde okulların kapalı olması ve sosyal karantina bu sorunları katladı, aile içi şiddet arttı.

Tüm zamanını çocuk bakımına ayıran bir kadın, toplumsal alanların hiçbirisinde var olamaz. Dolayısıyla kadınların özgürleşmesi çocuklara bağımsız, geliştirici zaman ve mekanlar yaratmakla mümkün. Kadının bir etkinliğe katılabilmesi, çalışabilmesi için çocuğunu güvenle bırakabileceği bir ortam olmalı. Toplumsal algıda çocuk bakımı hangi sınıftan olursa olsun kadının görevi ve kadının bu konuda şikayet etmeye, yorulmaya, kendine zaman ayırmaya hakkı yok. Çünkü yüceltilmiş annelik olgusu her yapamadıkları şey için kadınlara bir de suçluluk yüklüyor.

‘KADIN MÜCADELESİNE KULAK VERMEK GEREKİYOR’

Peki, sizin çözüm önerileriniz neler?

İnsanlığın en temel farklılığı olan cinsiyet konusunu yani kadının toplumsal eşitliğini savunmayan hiçbir görüş adaletten bahsedemez. Öncelikle bu algıyı sürdüren, bundan nemalanan patriyarka ile her düzeyde mücadele etmek, konuyu anlatmak, farkındalık oluşturmak, gündelik yaşam pratiklerini dönüştürmek, erkeklerin çocuk bakımına dahil olmasını sağlamak; yani toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan feminist görüşe, kadın mücadelesine kulak vermek gerekiyor.

Bakım emeği konusunda toplumsal cinsiyet eşitlikçi hukuksal düzenlemeler olmalı; çocuk bakımı için ücretsiz kreş, etüt; yaşlı ve engelli bireyler için ücretsiz bakım merkezleri açılmalı; ortak kamusal alanlar kütüphaneler parklar yapılmalı. Tüm bunlar için mücadele ederken bakım kooperatifleri, eğitim kooperatifleri gibi gerçek dayanışma modelleri oluşturulmalı. Yol uzun ve kadınlar bu bilinçle 1970’lerden bu yana saydığımız bu sosyal haklar çerçevesinde mücadele yürütüyor, toplumsal mücadeleye ilham veriyorlar. 8 Mart da bu mücadelenin sembol tarihi.

Dünya Kadınlar Günü’müz kutlu olsun…