YAZARLAR

Prof. Serap Şimşek Yavuz: Salgın yönetimi Bilim Kurulu’nda olsaydı bunları yaşamazdık

Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Yavuz’a göre artan vakalara karşı sıkı kapanmaya gitmeli ve aşılamaya hız verilmeli. Yavuz, aşıya erişebilenlerin derhal yaptırması gerektiğini söylüyor.

İktidarın ekonomik ve siyasal öncelikleri dolayısıyla Covid 19 salgınındaki tablo hiç olmadığı kadar ağırlaşmış durumda. İktidarın deneme-yanılma usulü yürüttüğü göreli tedbir politikalarının hiçbir ekonomik destekle temellendirilmemesi ise yoksulluğu, açlığı ve geleceğe ilişkin belirsizliği derinleştiriyor.

Komplo teorisyenleri, felaket tellalları, aşı ve tedbir karşıtları tam da bu belirsizlik anlarında devreye girerek sorumluluğu iktidarın sırtından alıp gizemli, meçhul “muhataplara” yüklüyor. Kullandığımız maskelerin içine mikroçip robotlar yerleştirildiğini söyleyenden aşıların “zararlarına”, mutasyonlu virüsle baş etmemizin imkânsızlığından dışarıda maske takmanın “anlamsızlığına” ve yeni mutasyonun esas olarak küçük yaştaki çocukları öldürdüğüne kadar sayısız yalan-yanlış, komplo teorisi, kısık, gizemli ses kayıtları eşliğinde WhatsApp gruplarında dolaşıyor.

Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi, İstanbul Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz’la iktidarın “tedbir” politikasını, COVID-19’un yeni varyantlarının çocuklar üzerindeki etkisini, sıramız geldiğinde hangi aşıyı neye göre tercih etmemiz gerektiğini ve ortalıkta dolaşan komplo teorilerini konuştuk…

Covid 19 salgınının pik yaptığı yeni bir döneme girdik ve etrafta çok fazla bilgi kirliliği, komplo teorisi dolaşıyor. Bunlardan biri de Türkiye’de de kullanılan Sinovac şirketinin geliştirdiği CoronaVac aşısının hastalığı önlemede istenen sonucu yaratmadığı, her iki doz aşıyı olduğu halde virüse yakalanıp hastaneye yatanların olduğu yönünde. Bu iddialar doğru mu?

CoronaVac aşısı Faz-3 aşamasında etkin oldu ve şu anda da toplumda yaygın olarak kullanılıyor. Aşıların etkinlikleri, yaygın şekilde uygulanmaya geçildikten sonra da takip ediliyor. Yaygın aşılamadan sonra Sağlık Bakanlığı’nın analizini yaptığı ve bizimle paylaştığı verilere göre, CoronaVac aşısı yapılan gruplarda hastaneye yatışlar ve ölümler yüzde 70-80 oranında azalmış durumda. Bu da beklediğimiz bir oran. Dolayısıyla aşı olanlar, olmayanlara göre çok daha düşük oranda hastalanıyor. Hastalanınca daha az oranda hastaneye yatması gerekiyor ve aşılı gruplarda ölüm riski de azalmış görünüyor. Sonuç olarak aşının etkili olduğunu ve sıramız geldiğinde aşıyı yaptırmamızın hastalıktan korunmak anlamında çok önemli olduğunu söyleyebiliriz.

Daha önce bu oranın yüzde 83 olduğu belirtilmişti ama…

Yok, yüzde 83 oranı aşının Faz-3’te görülen koruyuculuk etkinliği. Yani hasta olma riskini yüzde 83 azaltıyor. Virüsle karşılaşıldığında aşı olmuş bir kişinin hastalanma oranı, aşı olmamış kişiye göre yüzde 83 daha az. Gerçek yaşam verileri dediğimiz verilerde, yani yaygın aşı uygulamasından sonra saptanmış bir oran bu. Aşı yapılıp da hastalığa yakalananlarda ölüm riski, aşılanmamışlardaki ölüm riskinden yüzde 80 daha az.

Aşı aynı zamanda virüsü alma tehlikesini de o civarda düşürüyor mu?

Elimizdeki bilgiler dünyada kullanılan mevcut koronavirüs aşılarının hepsinin hastalanmayı, hastalananlarda hastaneye yatışları ve ölümleri büyük oranda azalttığını gösteriyor. Örneğin 1000 aşılı ve 1000 aşısız kişi virüsle karşılaştığında, aşısız gruptan 100 kişi hasta oluyorsa, aşılı gruptan 17 kişi hastalanıyor. Ancak dünyada kullanılan mevcut aşıların, kişinin virüsü alarak kendisi semptom göstermeden başkalarına yayma riskini ne kadar azalttığı yönünde kesin veriler yok. Yani aşılı da olsanız virüsü alabilir, başkalarına bulaştırabilirsiniz. Bu nedenle aşılıların, özellikle aşısızlara hastalığı bulaştırmamak için maske kullanımına devam etmesi gerekiyor.

'BAĞIŞIKLIĞINIZDA BİR SORUN YOKSA HER İKİ AŞIYI DA OLABİLİRSİNİZ'
Bu durumda aşı olan kişinin artık hasta olmayacağını ve başkasına bulaştırmayacağını düşünerek tedbirleri elden bırakması toplum bağışıklığının oluşturmasını zorlaştırmıyor mu?

Elimizde henüz aşı olmuş kişilerin virüsü aldıklarında ne oranda bulaştırdıklarına dair çok fazla veri yok. Bunu gözlemleyebilmemiz için de aşı yapılan kişi sayısının artması ve ek çalışmalar yapmamız gerekiyor. Diğer bazı aşıların bulaşmayı da azalttığına dair veriler çıktı. Coronavac’a dair veriler de kısa bir süre sonra çıkacaktır. ABD, İngiltere ve İsrail gibi ülkelerde kullanılan ve şu ana kadar dünyada en fazla yapılmış olan mRNA aşılarının bulaşmayı da yüksek oranda azalttığı görüldü. Aşılılarda virüsü kapma ve bulaştırıcılık oranının da azalmış olması, hastalığın toplumda kontrol altına alınabilmesi için de çok önemli. Önümüzdeki süreçte özellikle burundan uygulanan aşıların bunu daha fazla sağlayacağı düşünülüyor.

Türkiye’ye BionTech aşıları da gelmeye başladı ve Sağlık Bakanı insanların CoranaVac ile BionTech arasında tercih yapabileceğini açıkladı. Sizce aşı sırası gelen ve aşıya erişebilen insanlar hangisini tercih etmeli?

mRNA yeni teknoloji aşısı, ilk kez COVID-19 için yapılıyor. Bu aşıyla koruyucu antikor yanıtlarının daha yüksek olduğunu biliyoruz ama elimizde uzun dönem verileri yok. İnaktive virüs aşısı, yani CoronaVac aşısı ise güvenlik anlamında çok büyük tecrübenin olduğu bir aşı grubu. Yıllardır bu yöntemle geliştirilen aşıları kullanıyoruz. Dolayısıyla güvenlik endişesi yok ama antikor yanıtları mRNA aşılarına göre daha düşük. Bağışıklığı baskılanmamış, herhangi bir şekilde antikor yanıtında sorun olmayan bir kişide önemli sorunlar oluşturmaz. Dolayısıyla bağışıklığınızda bir sorun yoksa her iki aşıyı da olabilirsiniz. Ancak kanser hastaları, organ nakli olmuş kişiler, diyaliz hastaları gibi bağışıklığı zayıf gruplarda mRNA düşünülebilir.

Yan etkileri açısından hangi bilgilere sahibiz?

CoronaVac’ın yan etkileri daha az ve hafif. mRNA aşısında yüksek ateş, kol ağrısı, bir iki gün evde yatmayı gerektirecek kırıklık gibi semptomlar görülebiliyor.

'ÖNÜMÜZDEKİ 6 AY VEYA 1 YIL İÇİNDE EK DOZLARA İHTİYAÇ OLABİLİR'

Aşı olan bazı kişilerin korona virüsü semptomları yaşasa bile, aşıdan dolayı PCR testinin pozitif çıkacağı kanaatiyle test yaptırmadığını duyuyoruz. Haklılar mı?

Hayır, kesinlikle yanlış. Aşı ölü virüs yükler ve testi pozitifleştirmez. Aşıdan hastalanmak diye bir şey söz konusu olamaz. Esas koruyuculuk ikinci dozun üzerinden 14 gün geçtikten sonra başlıyor. Birinci doz aşısını olan bir kişi bu arada koronavirüse yakalanabilir. Hatta ikinci dozu olduktan hemen sonra eğer kişi günlerce COVID-19 semptomları gösteriyorsa, bu aşının yan etkilerinden ziyade virüse yakalanmış olduğunu gösterebilir. Dolayısıyla böylesi bir durumda test yaptırmak gerekiyor. “Aşı olduğum için testim pozitif görünür” düşüncesi yanlıştır.

Peki hem COVID-19 geçirmiş hem de aşı olmuş kişilerin antikorları çok daha yüksektir diyebilir miyiz?

COVID-19 olanlarda yeniden hastalığa yakalanmaktan korunma oranı yüzde 80-90 civarında ve aşı da bu oranda koruyor zaten. Hastalığı bir kez geçirmiş olmak, yeniden yakalanmamak için aşıdan daha koruyucu bir durum yaratmıyor. Hastalığı geçirmiş olanlara, özellikle 6 ay sonunda aşı yapılması, yeniden hastalığı geçirme riskini azaltacaktır.

Bu aşılar ne kadar süre boyunca bizi koruyacak?

Bunun ön cevaplarını önümüzdeki dönemde aşı olmuş kişileri takip ederek verebileceğiz. Ama önümüzdeki altı ay veya bir yıl içinde ek dozlara ihtiyaç olacak gibi görünüyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi antikor oluşumları zamanla düşebilir. İkincisi de, bazı varyantlara karşı mevcut aşıların cevabı yetersiz kalabilir. Ama bunlar geleceğin problemleri, şu an yalnızca izlemek durumundayız.

'MEVCUT AŞILAR YENİ VARYANTLARIN BAZILARINA KARŞI ETKİLİ'

Son günlerde virüsün yeni mutasyonlarının öldürücülüğünün çok yüksek olduğu ve artık bu virüsten kurtuluş olmadığı yönünde paylaşımlar yapılıyor. Bilim dünyasının son bir yılda elde ettiği bilgi ve deneyimler, yeni mutasyonlara karşı daha etkili aşıları çok daha kısa sürede üretmesine imkân veriyor mu?

Şu anda Türkiye ve dünyada yayılmakta olan varyant 1, aşılardan çok kaçamıyor. Yani mevcut aşılar bu varyanta karşı da etkili. Bu birçok çalışmada gösterildi. Ama bu arada başka varyantlar da çıkıyor ve bu varyantların bazıları mevcut aşılardan kaçabiliyor. Bir yandan aşılamalar sürüyor bir yandan bunları takip ediyoruz. Bunların da ileride yayılma olasılığına göre hesaplar, gerekirse aşıların değiştirilebilmesi için çalışmalar yapılıyor. Ama şu anda ABD, İngiltere ve İsrail’de mevcut aşılarla yapılan yaygın aşılama sonrasında COVID-19 insidensinde belirgin azalmalar var. İsrail neredeyse tamamen açılacak. Bir kere aşıların çalıştığını görmek müthiş ve büyük bir avantaj. HIV, Hepatit C gibi bazı hastalıklarda virüs çok hızlı değiştiği için aşı bile yapılamıyor. Öte yandan bir yıldır bu hastalıkla baş başayız ve eğer bu kadar yayılmasaydı mutasyon da geçirmeyecekti. Belli aralıklarda, tıpkı gripte olduğu gibi aşıda değişiklik gerekeceğini artık anlamış durumdayız. Ama bunun grip kadar sık olacağını düşünmüyorum. Bu hastalıkla aşı sayesinde başa çıkabiliyoruz ama toplumun önemli bölümü aşı olana kadar yine önlemlerimize devam etmemiz gerekiyor. Sorun şu anda hastalığa karşı aşının çalışmaması değil, yaygın aşılanamamak. Bütün dünya aşıya ulaşmaya çalışıyor, fakat yeterli aşı yok.

'COVID 19’UN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ PEK DEĞİŞMEDİ AMA 20 YAŞ ÜSTÜNDE HASTANEYE YATIŞLAR VE ÖLÜM ORANI ARTTI'

Sağlık Bakanı Haziran ayına kadar toplumun önemli bir kısmının aşılanacağını açıkladı. Siz de Bilim Kurulu üyesi olarak farklı alan ve uzmanlıklardan insanları toplantılarda dinliyorsunuz. Keza siyasi otoritenin politikasına da vâkıfsınız. Sizce Haziran veya Temmuz için toplum bağışıklığını sağlayacak düzeyde aşılama yapılabilecek mi?

Aşı bulma işi tamamen siyasi iradenin ve Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğunda. Ama yeterli aşının bulunmasını canı gönülden diliyoruz. Sağlık Bakanlığı bazı anlaşmalar yapıldığını söyledi ama AB ülkelerinde bile bu konuda anlaşmazlıklar var. Dünyada yaygın bir aşı savaşı yaşanıyor. Eğer gerçekten Haziran ayına kadar toplumun yüzde 50’sini aşılayabilirsek bu şahane olur. Dolayısıyla bu süreçte ülke olarak komplo teorilerine kulak asmaktansa daha çok aşıya nasıl ulaşabiliriz, buna bakmamız gerekiyor. Sonuçta ne kadar çok aşı yapabilirsek bu işten o kadar çabuk kurtulabileceğiz.

Ebeveynlerin, Afrika varyantının daha çok çocukları hasta ettiği yönünde endişeleri var. Gerçekten COVID 19 artık çocukları da mı hedef alıyor?

Şu ana kadar yapılan bütün çalışmalardan COVID 19’un çocuklarda daha düşük oranda görüldüğünü biliyoruz ama bu V1 varyantı daha fazla bulaşıcı olduğu için toplumda daha çok kişi hastalanıyor. Önceden 10 bin kişi hasta oluyorsa şimdi 40 bin kişi oluyor. Ama açıkçası bunların içinde 0-19 yaş grubunun oranı pek değişmedi. Dünyada yapılan çalışmalarda da çocuk hasta sayılarının, varyantın çocukları daha fazla hastalandırmasından değil, toplumdaki hasta sayısının artmasına bağlı olarak arttığı görüldü. Bu varyant nedeniyle hastaneye yatış veya ölüm oranlarının ise, çocuklarda değil 20 yaş üstü bireylerde arttığı görülüyor maalesef.

'AÇILMA YANLIŞTI, BİLAKİS DAHA DA KAPANMAMIZ GEREKİYORDU'

Aşı olması gereken grupta yer almasına rağmen aşı olmayıp ‘bekle-gör’ yapanlara ne dersiniz?

Kesinlikle yanlış bir yaklaşım. Şu anda yapabileceğimiz en iyi şey eğer aşı grubundaysak bulduğumuz ilk aşıyı olmak. Aşıların koruyuculuk seviyeleri var, hepsinin özellikle ağır hastalık ve ölüm oranlarını düşürdüğü yönünde bilimsel kanıtlar var. Dolayısıyla aşı fırsatı yakalayan bir insan bunu hemen yaptırmalı. Şu an, hele ki risk grubundaysak, kendimiz için yapabileceğimiz en iyi şey bu.

Bir yandan aşılama olurken bir yandan da Türkiye yeni bir pikle karşı karşıya. Bu neden oldu?

Bunun iki nedeni var. Birincisi Aralık ayında İngiltere’de varyant patlak verince Türkiye’de de çok kısa bir süre sonra belirlendi. Bu varyant daha bulaşıcı olduğu için alınan önlemlerin artırılması gerekiyordu, ama biz açıldık. Açılma yanlıştı, bilakis daha da kapanmamız gerekiyordu. İkincisi de bu daha bulaşıcı bir virüs, yani daha fazla enfeksiyon yapıyor. Önlemleri artırmamız gerekirken azalttığımız için beklediğimizden daha fazla bir pik ile karşı karşıyayız.

'SALGIN YÖNETİMİ BİZİM KONTROLÜMÜZDE OLSAYDI BUGÜNKÜ DURUMU YAŞAMAZDIK'

Sizin de üyesi olduğunuz Bilim Kurulu’unun yaptığı öneriler iktidar tarafından dikkate alınmıyor mu? Açılma ve kapanma politikaları sizin kurulunuzun önerilerine göre belirlenmiyor mu?

Hayır, eğer salgın yönetimi bizim kontrolümüzde olsaydı bugünkü durumu yaşamazdık. Bilimsel Danışma Kurulu her türlü bilimsel gelişmeyi yakından izleyerek önerilerde bulunuyor. Ayrıca bizler de aktif olarak hasta takip ediyoruz. Dolayısıyla ortada bir bilgi eksikliği veya bilgileri resmi kurumlara aktarmayla ilgili sıkıntı yok. Nitekim biz kurul olarak daha önceden ilgili kurumları “varyant-1 geliyor, buna karşı önlemlerin artırılması gerek” diyerek uyardık. Ama salgının yönetimi ne Türkiye’de ne de başka bir ülkede bilimsel danışma kurulunun kontrolünde. Dünyanın her yerinde salgını, seçilmiş hükümetler yönetir. Onlar da yalnızca bilimsel danışma kurullarının tavsiyelerini değil bambaşka bir sürü parametreyi hesaba katarak karar alıyor.

İnsanlar artık bir açılıp bir kapanmaktan, hayatlarının deneme yanılma usulüne göre belirlenmesinden bunaldı ve bu sürecin uzaması psikolojik sorunları daha da derinleştirebilir. Sizce ne yapmalı?

Şu an Türkiye’de vaka sayıları en yüksek seviyesinde, ölümler her geçen gün artıyor. Ciddi bir kriz var. Elimizden ne geliyorsa yapmamız gerekiyor. Ama salgın yönetiminin ve bu soruların muhatabı Bilimsel Danışma Kurulu değil, iktidar. Bilimsel gerçekler bu kadar yayılan bir enfeksiyon varsa hareketi, kalabalıkları azaltmanız, insanlar arası mesafeyi artırmanız, tedbirleri sıkılaştırmanız gerektiğini söylüyor. Biz önerilerimizi dile getirdiğimizde “bir de esnafı dinleyin, bir de restoran sahiplerini dinleyin, vs….” deniliyor. Biz bilim tarafını sonuna kadar savunuyoruz ama salgın yönetimi çok boyutlu bir süreç. Bilimsel açıdan baktığınızda şu anda yeni bir sıkı kapanma en akılcı çözüm. Bilimin bu durum için bize söylediği şu: “Yapabildiğiniz kadar aşı yapın ve kısıtlama önlemlerini en üst seviyeye çıkarın.” Nitekim bunu uygulayan ülkeler genellikle başarılı oldu. Özetle, şu anki çözüm yolu sıkı tedbir ve yaygın aşıdan geçiyor.

'ÇİN’İN BİZDEN DAHA FAZLA COVID-19 TECRÜBESİ OLMASI MÜMKÜN DEĞİL'

Sosyal medyada, beyin cerrahı Bilgehan Bilge’nin “maske bizi bir virüs enfeksiyonundan korumaz, öyle olsaydı tüm virüs laboratuvarlarında maske yeterli olurdu” diye başlayıp maske kullanımının “zararlarına” dikkat çektiği açıklamaları dolaşıyor. Ne diyorsunuz?

Bir beyin cerrahının enfeksiyon hastalıklarının bulaşması ve tedbirleri hakkında açıklama yapması tek kelimeyle haddini aşmaktır. Aynı şey bugün benim çıkıp beyin cerrahisiyle ilgili açıklamalar, yorumlar, iddialar ortaya attığımda da söz konusu olur. Özellikle salgın gibi halk sağlığını doğrudan ilgilendiren bir olağanüstü kriz döneminde herkesin kendi uzmanlık alanı içinde kalmaya özen göstermesi gerekiyor. Bütün meslektaşlarımdan bunu rica ediyorum. Maskeye gelirsek; maskenin esas görevi kaynak kontrolüdür. Hasta veya taşıyıcı kişi kaynaktır ve maske, virüsün kaynaktan diğer insanlara bulaşmasını etkili bir şekilde engelliyor. Bunu artık biliyoruz. Pandeminin başında “yalnızca hasta olanlar taksın, diğerlerinin takmasına gerek yok” demiştik, ama sonra asemptomatik taşıyıcılar olduğunu gördük. Ve “madem kaynak kontrolünü amaçlıyoruz, o zaman herkes maske takmalı” dedik. Maskenin, kaynak kontrolü açısından etkinliği gösterilmiştir. Maske takan insanlar başkalarını da korumuş oluyor.

Az önce Coronavac aşısının virüsü yayma oranını etkileyip etkilemediğine dair elde henüz yeteri kadar bilgi, veri olmadığını söylemiştiniz. Çin bu aşıyı bizden önce kullanmadı mı? Onların elde ettiği gözlem ve verilerden istifade edilemez mi?

Çin’in bizden daha fazla COVID 19 tecrübesi olması mümkün değil. Çünkü Çin’de görülen toplam vaka 90 bin. Biz ise şu ana kadar 3 milyon hasta gördük. Çin aşıyı da nüfusunun çok küçük bir grubuna yaptı. Çünkü ilk ataktan sonra hastalığı çok etkin bir şekilde kontrol altında aldı. Aşının ne kadar etkin olduğunu görebilmeniz için aşı yaptığınız grubun hastalanması gerekiyor, ama Çin’de hastalık kontrol altında olduğu için kimse hastalanmıyor, dolayısıyla aşının herhangi bir etkisini kontrol edebilmeleri mümkün değil. Çin şu anda bizim Faz-3 tecrübelerimizi, gerçek yaşam verilerimizi takip ediyor.

Çin, salgını nasıl dizginleyebildi?

Burada Çin kültürü devreye giriyor. Dünyada hiçbir ülke Çin’in yapabildiğini yapamadı. Salgının ilk başındaki görüntüleri hatırlayın, inanılmaz bir disiplin vardı ve vatandaşlar da bu disipline uydu. Eleştiriler de oldu elbette. Belki insan haklarına aykırı bir sürü şey yaptılar ama Çin’de hayatını kaybeden kişi sayısı toplam dört bin.

'ULUSLARARASI SEYAHAT İÇİN AB’NİN YAKLAŞIMI DEĞİL DSÖ’NÜN KRİTERLERİ ELE ALINACAKTIR'

Aşı olanların “aşı kartı” veya “aşı pasaportu” gibi bir belgeyle uluslararası seyahatinin mümkün olacağı söyleniyor ama AB henüz CoronaVac aşısı olanları bunun dışında tutuluyor. Bu sorun nasıl çözülecek?

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) CoronaVac aşısını uygun bulduğunu bugün (1 Nisan) açıkladı. Uluslararası seyahatlerde AB’nin yaklaşımı değil, DSÖ’nün kayıtları ve kriterleri ele alınacaktır. DSÖ’nün kabul ettiği aşılar da birçok ülke tarafından kabul edilecektir. Avrupa ülkeleri, ABD ve Çin gibi ülkeler arasında pek çok siyasi konu da var. DSÖ daha tarafsız bir kurum olarak bu aşıya olumlu görüşünü bildirmiş oldu. Sanırım bizim sorunumuzu bu çözecek.

Salgın yönetimindeki tedbirler konusunda iktidar sürekli politika değiştiriyor. Bu durumda esas mücadeleyi sıradan insanların mı yapması gerekiyor? Salgının bu kadar yayılması bizim dikkatsizliğimizden mi kaynaklanıyor?

Salgının bu kadar yayılmasına, bireylerin tedbirlere uymaktaki zaafiyeti ve iktidarın aldığı yetersiz tedbirler nedeniyle hepimizin katkısı olduğunu düşünüyorum. Salgın yönetimi ancak birlikte hareket ederek ve dayanışmayla çözülür. DSÖ de başından beri bunu söylüyordu. Kurumlar, kişiler kendine sormalı, acaba gerçekten dayanışabildik mi? Dayanışma konusunda en başından beri yetersiz olduğumuzu gözlüyorum. Salgın kontrolüne siyaset, her türlü iktidar hesabı veya bireysel istikbal hevesleri karışmamalıydı. Ama maalesef partilerin, kurumların, gazetelerin, televizyonların ve kişilerin büyük çoğunluğu bu hataya düştü.

'TEHLİKENİN FARKINA VARMALIYIZ, SOSYAL ORTAMLAR KESİNLİKLE OLMAMALI'

Şu aşamada ne yapabiliriz?

İktidarın önlemleri, kısıtlamaları bir an önce artırması, Ramazan’ı beklememesi gerekiyor. Bekleyecek durumda değiliz. Bireysel olarak insanlar da tedbirli davranmalı. Tehlikenin farkına varmalıyız. Kimse kimseyle görüşmeyecek, arkadaş toplantısı, eğlence, restoran-kafe, cami gibi sosyal ortamların kesinlikle olmaması gerekiyor. Misafirliğe gidip gelmek, ev ziyaretleri olmamalı, el yıkamaya özen göstermeliyiz. Kesinlikle izole bir hayatımız olmalı. Kalabalık bir ortama girmeye mecbursak maskemizi, çay, kahve içmek için bile asla çıkartmamalıyız. Eğer çok bunaldıysak, aynı evde oturduğumuz kişilerle yürüyüşe çıkabiliriz ama bunun dışında bir sosyalleşme önermiyorum. Gerçekten tehlikeli bir sürece doğru gidiyoruz. Hem vaka sayıları artıyor hem de bu varyantın daha öldürücü olduğunu biliyoruz. Bu nedenle çok fazla dikkat etmek zorundayız.

Sınırlı oranda açık olan okulların tekrar kapatılması önerilerini nasıl buluyorsunuz?

Şu an okullarda bir ölçüt var, 3 kişide hastalık çıkarsa sınıf kapatılıyor. Bu ölçütlere uymak lazım. Tedbir politikalarında, eğitimin çocuklar için hayati önemi dikkate alınarak açılma olacaksa ilk önce okullar açılmalı ve kapanma olacaksa en son okullar kapanmalıdır. Bu bakış açısıyla da okulların açık kalması için, alınan önlemlere ek olarak tarama testleri vb bazı önlemleri de almak gerekir. Aileler de çocuklarına uygun maske kullanımını, temizliği anlatıp öğretmeli.

Yoğun bakımlarda doluluk oranı nedir? Yatak bulamayan hastalar oluyor mu?

Şu anda yatak bulamayan yok ama bu hızla giderse 1 hafta içinde olması çok muhtemel.

 
 

İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.