Plüton’un ötesinde Mars büyüklüğünde gezegenler gizleniyor olabilir
Bilim insanları, Güneş Sistemi’nin uzak köşelerinde farklı yıldızlardan buraya göç etmiş gizli gezegenler bulunabileceğini öne sürüyor.
Michelle Starr
Dış Güneş Sistemi, nihai vahşi doğa sınırı gibidir. Güneş’ten öyle uzaktır ki teleskoplarımız orada neler olduğunu kolayca göremez; gezegen diskinin uzak köşelerinde ne tür tuhaf gök cisimlerinin saklandığına dair herkesin bir takım tahminleri var.
Neptün’ün yörüngesinden ötelere uzanan küçük ve buzlu kayalardan meydana gelen bir bölge olduğunu biliyoruz. Bu bölge, cüce gezegenler olan Plüton, Eris ve Haumea’nın bulunduğu Kuiper Kuşağı’dır. Bunun çok daha ötesinde, gerçek boyutu bilinmeyen, tüm Güneş Sistemi’ni saran küçük kayalardan oluşan devasa ve küresel bir alan olan varsayımsal ‘Oort Bulutu’ mevcuttur.
Güneş Sistemi’ndeki uzun döngülü kuyruklu yıldızlarının oluştuğu yer de burası; peki, orada daha başka neler saklanıyor olabilir? Heyecan verici ihtimallerden biri, burada yalnızca herhangi bir eski gezegenin değil, yabancı yıldızlardan gelmiş olan gezegenlerin de bulunması olabilir.
GÜNEŞ SİSTEMİ’NİN KAÇAK YOLCULARI
Son olarak, Princeton Üniversitesi’nden teorik astrofizikçi Amir Siraj, bakışlarımızdan gizlenen kaç tane yabancı gezegenin mevcut olabileceğini hesapladı. Yaptığı hesaplamalara bakılırsa, tamamen matematiksel bir düzeyde olmak üzere, Mars’tan daha büyük kütleye sahip 1,2 gezegen, Mars ile benzer bir kütleye sahip olan 2,7 ve Merkür’ünkine benzer bir kütleye sahip olan 5,2 gezegen var olabilir.
Bunlar yalnızca hesaplanmış tahminler ve diğer hesaplanmış tahminlere dayanıyor; bununla birlikte, dışarıda, uzaklardaki bir yıldızdan buraya gelen tek bir gizli dünya olabileceği fikri bile tam anlamıyla büyüleyici bir tahmin.
Bu soru, ilk olarak 2000 yılında yayınlanan, serbest dolaşan ya da ‘başıboş gezegen’ adıyla bilinen olgunun keşfedilmesiyle ortaya çıktı. Bunlar, yıldızlarından kaçan ve hiçbir bağlantısı olmadan galakside dolaşmak üzere ev sahibi sistemlerinden kurtulan gezegenlerdir. Kütleçekimsel etkileşimlerin bu durumun oluşması için gereken kararsızlık durumunu fazlasıyla kolay bir biçimde ürettiği ve uzayda oradan oraya savrularak dolaşan pek çok gezegen yarattığı düşünülüyor.
Bu olgunun ne kadar yaygın olduğu henüz bilinmiyor olsa da bu yalnız gezegenleri saptama konusunda gittikçe ilerliyoruz ve bu durum tahmin edilen sayının artan bir şekilde daha da kesinleştiği anlamına geliyor. Daha da ilginç olan şey, bu gezegenlerin mutlak biçimde bağlantısız kalacağı düşüncesidir. Şayet bir yıldıza biraz fazla yaklaşırlarsa, yıldızın kütleçekiminden etkilenirler. Bunun daha küçük ölçekte olabileceğini zaten biliyoruz; zira, Jüpiter gerçek bir uzay kayası yağmacısı gibi görünüyor.
YABANCI MİSAFİRLERİMİZ ETRAFTA GEZİNİYOR OLABİLİR
Siraj, bunun Güneş’e de olma ihtimalini araştırmak istedi. Bu nedenle Samanyolu’nda bulunan başıboş gezegenlerin sayısını ve başıboş gezegenleri yakalama ihtimali olan yıldızların yüzdesini tahmin ederek işe başladı. Bu bilgiyi, bu gezegenlerin, Güneş’in kütleçekimi tarafından yakalanacak kadar Güneş Sistemi’nin yakınından geçme ihtimalini hesaplamak amacıyla kullandı.
Yaptığı hesaplamalar, Merkür ile Dünya arasında kalan soğuk ve karanlık bölgede öylece asılı duran bir gezegenin var olma ihtimalinin fazlasıyla yüksek olduğunu ortaya koydu. Araştırmacılar makalede, “Doğrudan bir teorik argümana dayanarak, yakalanan karasal gezegenlerin dış Güneş Sistemi’nde gezinme olasılığının yüksek olduğunu gösterdik” diye yazıyor:
“Sonraki araştırmalar, uzayda başıboş biçimde dolaşan gezegenlerin yanı sıra diğer yıldızlara bağlı gezegenlerin de yakalanmasını ve tutulmasını daha ayrıntılı biçimde gözden geçiren simülasyonları içermeli. Bunlara ek olarak, simülasyonlar yörünge düzlemi hususundaki olasılık dağılımını ve yakalanan gezegenlerin gökyüzündeki konumunu açığa çıkarabilir. Gelecekte gerçekleştirilecek araştırmalar, yakalanan gezegenlerin mevcudiyetini saptama doğrultusunda diğer gözlemsel testleri de incelemeli.”
Şayet bunlardan biri gökyüzünde yeterince uygun bir konumda duruyorsa, onu şu anda Şili’de yapım aşamasında olan ve 2025 yılında bilimsel operasyonlara başlaması beklenen Vera C. Rubin Gözlemevi sayesinde saptayabilmemiz gerektiğini de sözlerine ekliyor.
Araştırma makalesi ‘The Astrophysical Journal’ adlı dergide yayınlandı.
Yazının orijinali Science Alert sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)