YAZARLAR

Ortalık toz duman: Bu sefer her şey başka türlü olacak mı?

Ortalık toz duman. Gümbürtüyle ortaya çıkan şey korkunç bir çöküş, her şeyden evvel ahlaki çöküş. Bu çöküşün altında kalmamanın bir yolu da topluma güven veren, kararlı seslenişlerden geçiyor.

Gecenin bir vakti cep telefonum çın çın çıngırdamaya başlayınca, tamam dedim, tekvin 6/1 çıktı. Hatırlarsanız bir önceki bap “Her günahın bir intikam meleği olur” başlığıyla yayınlanmıştı. Dilime de tekerleme gibi “Turanı kuracağız arkadaşlar, vallahi de billahi de kuracağız” lafı yapışmış ki sormayın gitsin. Onca bölümü hatmedince olacağı bu tabii. Bir şey değil de yirmi yıl sonra bugünkü bağlamı ve bu videoları bilmeden şu yazdıklarımı okuyan biri, benim için, “Bir zamanlar ‘Turanı kuracağız’ diye yazılar yazıyormuş” demeye kalksa kimseye derdimi de anlatamam. Şimdi gözümüzün önündeki kabak çiçeği gibi bağlamlara dair dertlerimizi bile anlatamıyoruz kimseye, yirmi yıl sonra mı anlatacağız?

Altıncı bap bir nargile kafeden zoomlanmış hemi de! Oy oy oy, sayın bakan o kadar büyük konuşmasa mıydı acaba? Sedat Peker’le temasım ispatlanırsa idam edin beni mi demişti, ne demişti? Sorumlu bir yurttaş, sadece 13 takipçim var dememiş, twitter’da bir anket açmış. Anketin şıklarını da buraya yazayım: İlgili Bakan a) İstifa etsin b) İntihar etsin (Allah muhafaza) c) İdam edilsin (Allah daha daha muhafaza) d) Suçu muhalefete atsın. Bu sonuncu maddenin bir esprisi yok ama ilk üçünde kendimi sekiz dakika susturamadım. Allah mizahın da şuurlusunu, ölçülüsünü nasip etsin. Gülmekten öldüm. İstemsiz ve öfkeyle karışık bir gülme krizi. Çünkü esasen bu olanlara gülmek filan istemiyor kimse... Political correctness’ın zoruylan ben de “istifa” seçeneğine bastım artık.

Kısacası o kadar çok mesele var ki insan hangi birini yazacağını şaşırıyor. Bu hafta fazlasıyla “video kültürleriyle” meşgul oldum. Eskiden olsaydı “kaset kültürü” derdim, heyhat ki gazetelerde köşe olmadığı gibi, internet görüntü evrenlerinde de kaset yok. Kısaca video deyip geçtiğimiz bir görsel-işitsel malzeme var. Adeta korona virüsü gibi havadan yayılıyor. Herkesin kendi Youtube kanalı, diğer bir deyişle televizyonu var. Aklını tatile çıkaran yayını basıyor, hooop saniyesinde evlerimizde izliyoruz. Ondan sonra gelsin WhatsApp çıngırdamaları, yazışmalar, görmeyenlere iletmeler, gitsin tweetler, hashtagler, etiketlemeler, yazılar yorumlar... Video kültürleri dediğim şey de hepsinin toplamı. WhatsApp’ta ayrı, Instagram’da, youtube’da, Twitter’da ayrı hususiyetler gösteriyor. Kullanıcılar da bu akış karşısında kendi meşreplerince pozisyon alıyor. Bu mecralarda her kullanıcı kuşağının kendine özgü bir dili, jargonu ve öncelikleri var. Bir yandan da her kuşak kaçınılmaz olarak bir diğeriyle de etkileşim içinde.

Fakat bir yandan da Peker’s video wars sayesinde bir kez daha ortaya saçılan “kültür”ün tam da bu “kardeşi kardeşe sattıran” mafya, devlet, siyaset ve tabii ki medya ağında yıllar yılı özenle yetiştirilmiş bir kültür olduğu da açığa çıkıyor. On yıllarca Kurtlar Vadisi, Arka Sokaklar gibi bilumum maşist, militarist, ırkçı ve ayrımcı televizyon dizisi üzerinden memleket sorunlarını ya da vatan, millet, bayrak “sevgisini” öğrenmiş milyonlar için, bütün olaylar artık “gerçeklik” düzleminde değil, gerçek ile kurmacanın birbirine geçtiği, kördüğüm olduğu bir düzlemde yaşanıyor. O yüzden “Mubariz Mansimov’la Sibel Can’ın dansı” başlığıyla dolaşıma giren videoda, bir ucunda Mehmet Ağar’ın oturduğu masanın diğer ucunda şarkıcı oyuncu demeden ne çok tanıdık simanın bulunduğu konusu küçük bir ayrıntı olarak kalıyor.

Peker videoları vatan için kurşun sıkanları “şerefli” ilan etmiş bir kültür içinden sıyrılıp geliyor. Şimdilik altıncı bölümdeyiz. Dikkat edin, senaryoya büyük entrika, yan öyküler, baht dönüşleri, bölüm sonu kancası ne ararsanız ustaca yerleştirilmiş. Mizansen bambu değneklere kadar on numara beş yıldız. Karakterlerin tek tek tanıdığımız isimler olması bu diziyi son zamanlarda pek az diziye nasip olan izlenme oranlarına da ulaştırıyor. İster misiniz -en nihayetinde kartlar yeniden dağıtılıp anlaşma sağlandığında- Sedat Peker buradan bir Orsan Welles numarasıyla sıyrılmaya kalksın. Öyle ya sadece Joseph Fouche’yi değil, Stefan Zweig’ın Fouche biyografisini de okumuş olan Peker, Orsan Welles’i bilmiyor olamaz. Welles dünyayı Marslıların bastığı konusunda fiktif bir radyo yayını yapmak suretiyle, reel dünyada gerçek bir etki yaratmayı test etmişti. Bu videoların finalinde, Peker, “Reel dünya olaylarını kurmaca alanına taşıdığımda nasıl bir etki yaratacağımı test ettim. En az 15 yıl sürmesini hedeflediğimiz yeni bir dizinin teaser’ıydı bu” dese, elini kim tutar. Yani onun Polat Alemdar’dan ya da başka bir deyişle karaktere hayat veren Necati Şaşmaz’dan ne eksiği var?

Kısacası durum böyle diye, her şeyin kaydı kuydu ortamlara saçıldı diye, “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” da diyemiyoruz. Ondan da öte durumun bir süreliğine çok daha beter olacağı da kesin. Kanalizasyon patladığında bir müddet pislikle boğuşmaktan başka çare yok. Üstelik bu kaçıncı patlama... Bundan sonrası ise biz yurttaşlara bağlı. Başka hiç kimseye değil. Alışılmış numaralarla dikkatimizi kâh sınır ötesine kâh sınır içi operasyonlara yönlendirmek hepimizi aynı gemiye doldurmak için ellerinden geleni artlarına koymayacaklar. O yüzden filmin devamının nasıl yazılacağı bize kalmış.

Pisliğin düzeyi kadar mazisini de kavramak isterseniz, Ünsal Ünlü’nün “Mafyası bile adalet arayan ülke” başlıklı programını izleyin. Ünlü’nün bir gazeteci olarak etraflıca ortaya koyduğu 1990’lar bağlamını, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar da partisinin grup konuşmasında şu sözlerle hatırlatıyor: “Biz bu kirliliği geçmişten biliyoruz sebeplerini de çok iyi biliyoruz. Bir iktidar Kürt sorununu inkar ederse, Kürt sorununa güvenlikçi bir yaklaşımla yaklaşırsa geleceği yer çürümedir. Bu çürüme devleti de toplumu da çürütür. 90’ları hatırlıyoruz binlerce on binlerce faili meçhul binlerce yakılan köy yerlerinden edilen milyonlarca Kürt ve bunları yapan ahlaktan yoksun bir yönetim anlayışı, Ne oldu? Her taraf suç mahali haline geldi. Her türlü kaçakçılık her türlü mafyatik ilişki bu ülkenin her alanına yayıldı. Temel sorun bu.” Mithat Sancar Meclis’te bir araştırma komisyonu kurulmasını da önerdi.

Filmin devamının yazılmasında iş biz yurttaşlara kaldı dedim ama elbette muhalefet liderlerinin ne dediği ve ne yaptığı bu süreçte çok çok önemli. Ortalık toz duman. Gümbürtüyle ortaya çıkan şey korkunç bir çöküş, her şeyden evvel ahlaki çöküş. Bu çöküşün altında kalmamanın bir yolu da topluma güven ve umut veren, mücadele kararlılığı gösteren seslenişlerden geçiyor. Muhalefetin bu noktada güçlü bir ortak duruş sergilemesinden geçiyor. Örneğin, üniversitedeki kürsüsünde haysiyetli ve üretken bir akademik hayat geçirmiş ve toplumun en önemli meseleleriyle yıllar yılı mücadele etmiş olan HDP Eş Genel Başkanıyla ya da aralarında yine çok sayıda hak savunucusunun, hukukçunun, eğitim alanından ismin olduğu, hayatları göz önünde geçmiş HDP’li vekillerle bir araya gelmekten imtina etmek nedir? Bir ittifakta filan değil, Mithat Sancar’ın ve Selahattin Demirtaş’ın defalarca ve kararlılıkla tarif ettikleri türden bir demokrasi mücadelesinde bir araya gelmekten söz ediyorum. Onlarla aynı fotoğrafta yer almaktan imtina edenler, boğazımıza kadar battığımız bu karanlık ilişkilerin bu ülkenin değişmez fotoğrafını oluşturacağını da idrak etmek zorunda. Üstelik AKPMHP ittifakının “HDP kartını” ağır biçimde istismar ettiğini görmezden gelenlerin ve HDP’yi muhalefet dışına iterek marjinalleştirmekte ısrar edenlerin düştüğümüz bu çukurdaki aktif rolleriyle ilişkili sorular da çoğalacak maalesef...


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.