Ortak Politikalar Mutabakat Metni'nde dış politika

Metinde, ABD ile ilişkilerimizde bir güven kaygısı olduğu satır aralarında anlatılmaya çalışılmış. Çin hiç yer almamış. Rusya’yla ilişkilere ise üstün körü değinilmiş.

Google Haberlere Abone ol

Artık “Millet İttifakı” adını alan Altılı Masa’nın Pazartesi günü Ankara’da açıklanan “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” (OPMM) yoğun bir şekilde kamuoyunda tartışılıyor. Metni yetersiz ve eksik bulanlar da var, altı farklı partinin ortak paydasını yansıttığını hatırlatarak, önemli ve değerli bulanlar da var. Ben ikinci gruba giriyorum. Tavrım “yetmez ama evet” değil. Bundan daha iyisi bu malzemeden çıkmazdı diye düşünüyorum ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Tüm eksikliklerine rağmen bu belge siyasi hayatımızda bir ilki teşkil ediyor. Seçim öncesi koalisyon halinde hareket edeceklerini açıklayan altı siyasi parti ilk kez kamuoyuna gelecekteki icraatları hakkında ayrıntılı bir yazılı taahhütte bulunuyorlar. Bunu eskiden münferit partiler dahi ciddiyetle yapmamışlardı. Geçmişte açıklanan yüzeysel seçim beyannamelerine kim itibar etti? Hangi koalisyon bir icraat mutabakatı imzaladı? Üstelik bu kez verilen taahhüdün özünü demokrasi, hukukun üstünlüğü ve şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim anlayışının hayata geçirilmesi oluşturuyor. Bunu hafife almak olmaz.

Belgede Kürt sorununun çözümü ve laiklik gibi iki can alıcı konuya doğrudan atıfta bulunulmaması büyük eksiklikler olarak görülebilir. Ancak belgenin, aralarında milliyetçi ve mukaddesatçı partilerin de yer aldığı bir ittifakın mutabakatı olduğunu unutmamak gerekir. Demokratik yönetim anlayışının gerçekten hayata geçirilmesi halinde, her iki meselenin çözümü konusunda gerekli can suyu sağlanabilir. Bundan sonrası uzun bir süreç. Kısa vadeli çözüm maalesef yok. Kaldı ki belgede Kürt meselesine doğrudan atıfta bulunulmamış olsa da, dolaylı olarak ilgili pek çok unsur var. Laiklik konusunun ise eskiden olduğu gibi Sünni din anlayışının tek elden topluma dayatılmasıyla ihya edilemeyeceği açık. Alevi meselesine demokratik bir çözüm bulunmadıkça Türkiye’de gerçek anlamda laiklikten söz edilemez. Burada da anahtar yine demokraside.

Yukarıdaki anlayışlarla metnin bütününe olumlu gözle bakıyorum. Dış politikayı da bu gözle değerlendirmeye çalışacağım.

DIŞ POLİTİKADA FABRİKA AYARLARINA DÖNÜLÜYOR

OPMM’nin “Dış Politika, Savunma, Güvenlik ve Göç Politikaları” başlıklı 9. bölümü kamuoyunda yeterli ilgiyi görmedi. Haklı olarak belgenin Hukuk, Ekonomi, Kadın Hakları ve Yolsuzluklar gibi bölümleri daha çok ilgi çekti. Ancak, dış politika da en az onlar kadar yaşamsal. Uluslararası hukuka ve evrensel değerlere saygılı, kendi bölgesinde olduğu gibi daha geniş coğrafyalarda da güvenlik ve istikrara katkı sağlayan, demokratik bir yönetim işbaşına geldiği takdirde, Türkiye’nin refah ve itibara kavuşması mümkün olacak. Yoksa parya ülke muamelesi göreceğiz.

OPMM’de dış politikada (Atatürk’ün adı anılmadan) “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesinin yeniden esas olacağı, ulusal çıkar ve güvenliğin temel alınacağı, uluslararası hukuka ve evrensel değerlere saygılı bir dış politika izleneceği belirtilmiş. Yani eski fabrika ayarlarına dönüleceği taahhüt edilmiş. Mevcut iktidarın iç siyasi hesaplara ve ideolojiye dayalı dış politika anlayışının reddedilmiş olması, Dışişleri Bakanlığı’nın dış politikanın karar ve icraatındaki merkezi rolüne yeniden kavuşacağının vurgulanması ve personel alımlarında liyakatın (yeniden) esas alınacağının belirtilmesi olumlu. Personel ve atamalara değinilirken, liyakatsiz şekilde Büyükelçi atananların yeni iktidarın ilk icraatlarınden biri olarak derhal görevden alınacağı açıklansaydı, kamuoyunun ilgisi belki daha çok cezbedilebilirdi.

AB, NATO VE AK

Belgede AB rotasına tekrar dönüleceği, NATO’ya katkı sağlanacağı (katkıda rasyonel zeminde olacak ne demek? Anlaşılan grup içindeki bazı tereddütler böyle bir ifadeyle aşılmış) ve Avrupa Konseyi (AK) ve AİHM kararlarına saygılı olunacağı vurgulanmış. Bu üç örgüt Türkiye’yi batı sistemine bağlayan temel yapılanmalar. Her üçünde de büyük sorunlarla karşı karşıya olduğumuz için ilişkilerimizde yaşanan tahribatların giderileceğine yönelik verilen sözler dikkatle kayda geçirilmeli. Kaldı ki AİHM kararlarına saygılı olunacağı vurgusu, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Gezi tutukluları ve çok sayıda aydın ve siyasetçinin serbest bırakılmasını da içerdiği için, Türkiye’nin insan hakları sicilinin düzeltilmesi ve iç barışın sağlanması bakımlarından da önemli.

Belgede AB bağlamında vatandaşlara vize serbestisi sağlanacağı sözü de verilmiş. Türkiye’nin saygınlığı ve demokratik kredisi arttıkça bu niye gerçekleşmesin? Pasaportumuzun ve paramızın saygınlığı da bayrağımız kadar önemli.

TÜRKİYE’NİN YAKIN KOMŞULARI, TÜRK-YUNAN VE KIBRIS SORUNLARI

Belgede Suriye’ye doğrudan atıflar “Göç” başlığı altında yer alıyor. Maalesef “Dış Politika” bölümünde Suriye’nin adı doğrudan hiç geçmiyor. Bu önemli bir eksiklik. Göç bölümünde “Suriye’deki acılara son vermek” ve sığınmacıların dönüşlerini sağlamak için Şam yönetimi ile görüşüleceği belirtiliyor ama, belgenin dış politika bölümünde Suriye’de barışın tesisine nasıl katkıda bulunmayı öngördüğümüz yer almamış. En azından Şam’daki Büyükelçiliğin en kısa zamanda açılacağı belirtilebilirdi. Belgede, Türkiye’nin bölge ülkelerinin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygılı davranacağı vurgulanmış. Buradan olumlu bir yorumda bulunarak, Suriye’deki Türk askeri varlığına (tedricen) son verileceğinin üstü kapalı olarak ifade edilmek istendiği sonucuna varıyorum.

Belgedeki diğer önemli bir eksiklik Ukrayna Savaşı. Türkiye’yi doğrudan etkileyen bu trajediden hiç bahsedilmemiş olması anlaşılır gibi değil. Acaba Rusya’yı incitecek ifadelerden kaçınmak mı istendi? Ya da Ukrayna hakkında farklı görüşler arasında ortak zemin mi bulunamadı?

Dış politika başlığı altında Doğu Akdeniz’de yalnızlaşmanın önüne geçileceği, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında ve hidrokarbon kaynaklarının hakça paylaşılmasında çoklu müzakere masasında sonuç alınmaya çalışılacağı vurgulanmış. Benzeri bir yaklaşım Yunanistan’la Ege’deki sorunların çözümü için de geçerli. Yunanistan’la aramızdaki sorunlara diyalog ve müzakere yoluyla, uluslararası hukuk ve hakkaniyete dayalı şekilde çözüm aranacağı belirtilmiş. Mevcut iktidarın “bir gece ansızın gelebiliriz” ve şahin ”Mavi Vatan” söyleminin yerine “haklarımızı müzakere ve uluslararası hukuk/hakkaniyet zemininde arayacağız” söylemi Türkiye’nin bu sahalardaki yalnızlığına son verecek olumlu bir yaklaşım.

Kıbrıs konusunda “iki toplumun egemen siyasi eşitliği” söylemi benimsenmiş. Bu yaklaşım mevcut iktidar döneminde kabul edilen “iki devletli çözüm” siyasetinden temel bir kopuşu ve eski söylem ve siyasete geri dönüşü ifade ediyor. İki federe devlet/bölgeli tek federal devlet anlayışına dayalı çözümü öngören bu yaklaşım ulusalcıları hiç memnun etmemiştir her halde. Sonuçta Kıbrıs meselesinin ne şekilde çözümleneceğine Kıbrıs halklarının kendileri karar verecek. Kıbrıs Türklerinin kabul etmeyeceği bir çözümü onlara zorla kabul ettirmek mümkün değil. Ancak, ittifakın eski söyleme dönmesinin AB sürecine olumlu yansımaları olacak.

Belgede Ermeni- Azerbaycan sorununa (barışa katkı sunulmak istendiği) yer verilirken, İran’a hiç değinilmemesi keza bir eksiklik. Peki Ermenistan’la müzakereler hakkında Millet İttifakı’nın hiç mi görüşü yok?

Rusya’yla ilişkilere ise üstün körü değinilmiş. Burada, ilişkilerde eşitler arası bir anlayışın benimseneceği, kurumlar arası yapıcı bir diyalogun gerçekleştirileceği ifade edilmiş. Yani Rusya karşısında ezik ve talepkar bir konumda olmayacağız deniyor. İkili alanda kurumsal ilişkilerden bahsedilmesinin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin’le kapalı kapılar ardında yaptığı özel temasların sakıncalarından kaynaklandığını her halde söylemeye gerek yok. Ne burada, ne de ABD ile ilişkilerde S-400’lerden bahis yok ama bunu bir eksiklik olarak görmedim. 

ABD VE ÇİN

Belgede, ABD ile ilişkilerin de Rusya gibi “eşitler arası ve kurumsal bir temele” dayandırılacağı belirtilmiş. Rusya’dan farklı ve doğal olarak müttefiklik ilişkisine vurgu yapılıyor ama bunun da güvene dayalı olacağı ifade ediliyor. Yani, ABD ile ilişkilerimizde bir güven kaygısı olduğu satır aralarında anlatılmaya çalışılmış. ABD ile ilişkilerde klasik “stratejik ortaklık” söylemine ise hiç itibar edilmemiş.

Dış politika bölümünün en dikkat çeken taahhütlerinden biri, ABD faslında F-35 projesine geri dönülmesi için girişimlerde bulunulacağının özellikle belirtilmiş olması. Ben bundan satır aralarında pek çok konu okudum: a) F-35’e dönülmesi ulusal güvenlik bakımından çok önemli, F-16’larla güvenlik sağlanamaz; b) Batı ittifakının içinde yer almak istiyoruz (Rusya’dan veya Çin’den silah almak düşüncesi terk ediliyor-eski efelenmelere son); c) S-400’ler konusuna bir şekilde çözüm bulunulacak. 

Bakmayın ara başlıkta yer verdiğime, OPMM’de Çin hiç yer almamış. Belgede Afrika var, Asya Vizyonu var, Şanghay İşbirliği Örgütü var, ASEAN var ama, her taşın altından çıkan, dünyanın ikinci büyük gücü Çin’e iki satırla da olsa yer verilmemiş.  Belgede Asya Vizyonu’ndan bahsedilmesi Çin konusundaki eksikliği gidermez. İktidara talip bir ittifakın temel icraat belgesinde kısaca da olsa Çin’le ilgili düşüncelerini açıklaması çok yararlı olurdu. Özellikle, iktidara sık sık eleştiriler yöneltilen Uygur meselesinde ne öngörüldüğünü bilmek hakkımız. Uygur meselesi sadece ikili bir konu değil. Evrensel değerlere saygılı bir dış politika izleyeceğini taahhüt eden Millet İttifakı’nın Doğu Türkistan’da yaşanan vahim insan hakları ihlalleri konusunda ne yapacağını açıklaması gerekirdi.

GÖÇ VE SIĞINMACI POLİTİKALARI

Belgenin bu bölümü Dış Politika ile aynı uzunlukta. Kamuoyunun ilgisi ve şikayetleri düşünüldüğünde bu anlaşılır bir durum. Göç ve sığınmacılar meselesinin nasıl çözüleceği konusu büyük bir muamma. Millet İttifakı ilgili ülkelerle geri kabul anlaşmaları imzalayarak içinden çıkılamaz bu çetin soruna çözüm önerisinde bulunuyor. Umarım göl maya tutar.