'Onu durdur, bunu durdur. Durdurduk ne oldu?'

Doğadaki tüm canlıların var olma ve yaşama haklarına yönelik bu tür açık saldırılar hız kesmeden devam ederken, bu hukuksuzluklara son vermek için binlerce yurttaşın umudu olan yargı nerelerde?

Google Haberlere Abone ol

Cem Altıparmak*

31 Mart 2022 günü saat 15:25’de, Limak Yatırım yönetim kurulu başkanı Ebru Özdemir Ankara'da düzenlenen Eko-iklim Zirvesi'nde "Söylem, Eylem ve Misyon olarak Sürdürülebilirlik: Limak" başlığı altında konuşurken, Limak’ın ortağı olduğu YK Enerji, aynı saatlerde Milas İkizköy'de, linyit ocaklarını genişletmek için zeytin ağaçlarını söktürüyor, müdahale eden köylüler şirketin özel güvenlik görevlilerince darp ediliyor, jandarma tarafından göz altına alınıyordu. O gün yaşananlar, Limak’ın sürdürülebilirlikten ne anladığına dair bize verdiği en net ve en gerçekçi mesajdı. Ebru Özdemir ne hissetmiştir acaba, yaşananlar kulağına fısıldandığında? Söylem, eylem ve misyon olarak?

Ancak yazının konusu bu değil. Şirketlerin kazançlarını maksimize etmek adına ne emeği, ne de doğa haklarını umursadığını zaten biliyor ve bu tür yapılarla hukuk ve sivil toplum alanında zaten mücadele ediyoruz. Bu aşamadan sonra Limak gibi yeşil boyama yapan şirketler için yapılacak olan en güzel şey, Paris İklim Anlaşması’nın da en keyifli ve aslında tek yaptırımı olan “teşhir et ve utandır” (naming & shaming) mekanizmasını somutlaştırmak olmalı.

Yazımızın ana odağına dönelim tekrar. Bu yazı, doğadaki tüm canlıların var olma ve yaşama haklarına yönelik bu tür açık saldırılar hız kesmeden devam ederken, bu hukuksuzluklara son vermek için binlerce yurttaşın, köylünün, şehirlinin, kurdun, kuşun, böceğin, ceylanın, dağ keçisinin, zeytinin umudu olan yargının nerelerde olduğudur?

Mesela Danıştay’a sormak gerekir; 1 Mart’ta madencilik faaliyetleri yapılabilsin diye zeytinlikleri yok etmeye yönelik yönetmelik değişikliğinin iptali için Türkiye’nin dört bir yanından davalar yağdı Danıştay’a. Aradan bir aydan fazla zaman geçmiş olmasına karşın, Danıştay hukuka aykırılığı bu kadar açık bir değişiklik hakkında neden hala yürütmenin durdurulması kararı veremez? O Danıştay ki 2012 yılında da aynı amaçla çıkarılan yönetmelik değişikliğinin iptali davasında, değişikliklerin Zeytincilik Kanunu’na açıkça aykırı olduğuna, tüm tedbirler ve hatta kamu yararı kararı alınmış olsa dahi kimyevi atık, toz ve duman çıkaran tesislerin zeytinlik sahalara 3 kilometre mesafe içerisinde yapılmasının mümkün olmadığına karar vermişti. Yani Danıştay’ın elinde kendisinin verdiği bir emsal karar var zaten. O yüzden, açılan ilk dava Danıştay’a ulaşıp kayda girdiğinde, Danıştay’ın yürütmenin durdurulması kararı verebilmesi için fazladan bir gün bile beklemesinin hiçbir gerekçesi bulunmuyor. Ne var ki Danıştay bir türlü YD kararı veremedi. 31 Mart günü İkizköy’deki zeytinlikler kesildi. İşte İkizköy’deki zeytinlikleri yok eden iş makinasının kontak anahtarını döndüren güç, Danıştay’ın bu davada gösterdiği atalettir.

Niye böyle oldu peki; neden İdare Mahkemeleri ve Danıştay, hukuka aykırılığı ve uygulanması halinde geri dönülemez, telafisi son derece güç zararlar doğuracağı açıkça belli olan bu tür davalarda bir türlü yürütmenin durdurulması kararı veremez hale geldi? Bu noktaya nasıl geldiğimizi görebilmek için bir 10 yıl geriye gidelim, bu yazının başlığını oluşturan veciz sözün söylendiği iklime. 10 Mayıs 2012 tarihinde Danıştay’ın 144. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla TBMM’de verilen kokteylde dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız nükleer santrallere ilişkin bir soru üzerine, çalışmaların devam ettiğini belirterek, “Bu konuda yasamanın, yürütmenin ve yargının yeknesak bir halde olduğunu görüyoruz. Bu bizim için sevindirici bir durum. Bu Türkiye’nin meselesi, hepimizin meselesi. Sanayileşmeyle, elektrikteki çeşitlendirmeyle alakalı önemli bir başlık. O yüzden yasama, yürütme ve yargının tüm mensuplarına teşekkür ediyoruz” dedi.  Hukuk devleti ilkesinin, güçler ayrılığı prensibinin alenen yok edildiğinin ve bundan dolayı da çok memnun olduklarının itirafı olan bu açıklama, asgari demokratik standartlara sahip bir ülkede ciddi bir tepkiye yol açardı ama öyle olmadı. Aksine o gece hukuk devleti adına çok daha vahimi yaşandı.  Aynı kokteylde idari yargının başı konumunda olan, dönemin Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu’ya** nükleer enerji projesi ile ilgili davada, Danıştay’ın yürütmeyi durdurup durdurmayacağı soruldu. Cevap inanılmazdı, “Ne varsa durduruyoruz. Yok, durdurma yok artık. İlerleme var. Ben espri yapıyorum, siz ciddiye alıp yazıyorsunuz. Devletin, milletin lehine ne varsa yapılacak. Bunun lamı cimi yok. Öyle bir şey mi var? Onu durdur, bunu durdur. Durdurduk ne oldu?”

Sorunun kaynağı uyuşmazlık bir dava konusu olmuş ve Danıştay’da görülmekte iken, bu dava hakkında o yargı yerinin en tepesindekinin ihsas-ı rey oluşturan bu açıklaması, o bahsettiğimiz asgari standartlara sahip bir ülkede Danıştay Başkanı’nın ertesi gün istifasına yol açardı. Ama bizde açmadı. Tam tersine bu açıklamadan sadece 2 ay sonra İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda yürütmeyi durdurma kararı vermeyi zorlaştıran değişiklikler yapıldı. Sonrası çorap söküğü gibi geldi.  İşte takip eden yıllarda çok daha fazla karşılaşacağımız, yürütme ve yargının iç içe geçtiği bu zehirli ilişki biçimi, yargının hızlı bir şekilde enfekte olmasına ve kamu idarelerin denetiminde en önemli araç olan yargının inandırıcılığının ve itibarının hızlı bir şekilde dibe vurmasına yol açtı.

Her şeye rağmen, bu kötülük halinin bu topraklarda daha fazla tutunamayacağını biliyoruz. Şirketlerin ticari kazançlarını korumayı bize kamu yararı diye yutturmaya çalışan idarelere karşı, ülkenin birçok yerinde yürütülen insan ve doğa hakları mücadeleleri ve elde edilen kazanımlar, bu karanlığın çok da uzak olmayan bir zamanda dağılacağına ilişkin inancımızı ve umudumuzu pekiştiriyor.

*Avukat, İzmir Barosu

**Hüseyin Hüsnü KARAKULLUKÇU, Danıştay Başkanı (2011-2013)