Ölürse Diego ölür Maradona ölesi değil...

Mitolojide Herakles neyse bugünün dünyasında Maradona odur denebilir kolaylıkla: “Kahraman olmayı kendi seçmemiştir, tanrı vergisi kuvvetinden de zevk duymaz, istemeyerek suç işler ve dengeyi bir türlü bulamayıp kendinden geçer, çıldıracak gibi olur..."

Google Haberlere Abone ol

Çağlayan Çevik

“La laa la lala.” Tribündeler... Tuttukları takım maç öncesi ısınma idmanı yapıyor. On binlerce insan maçın başlamasını bekliyorlar. “La laa la lala.” Stat hoparlörlerinden bir müzik yayını var. Takım müzik eşliğinde idman yaparken futbolculardan bir tanesi, daha kramponlarının bağcığını bile tam bağlamadan topla birlikte dans figürleri sergiliyor. “La laa la lala.” Düz koşu yapanlar, baldırlarını gerenler, antrenörün söylediği hareketleri harfiyen uygulayanlar. “La laa la lala.” Kameranın yakın plan çektiği adam, topu sektirmeye başlıyor. Yani aslında ‘genel anlamıyla’ top sektiriyor... Yoksa düpedüz dans ediyor! Herkes farkında. “La laa la lala.” Ritmi hissediyor on binlerce taraftar. Yakın plan gösterilen adam, topu uzun süre sol dizinde, sonra omuzunda sonra bir sağ bir sol ayağında sonra gene omuzlarında gene dizlerinde ve kafasında sektirmeye devam ediyor. Daha doğrusu dansına devam ediyor. On binleri umursamadan. “La laa la lala.” Takımın diğer kısmı da umurunda değil. Sanki hayatının en mutlu anlarından birini yaşıyor. “Live is life!” Yıllar sonra halefi olarak adlandırılacak bir başka futbolcuyu övenlere cevap verir gibi (kaderin bir cilvesi) üzerindeki montta yer alan marka, “Mars”! Sanki 'başka dünyadan gelen' asıl futbolcuyu işaret ediyor… “La laa la lala.”

'Eğer Maradona olsaydım onu gibi yaşardım'... Böyle diyor Manu Chao, Maradona’ya hitaben yazdığı (biraz serbest olsa da “Hayat Bir Şanstopu” diye çevirebileceğimiz) “La Vida Tombola” adlı şarkısında... Sözler Diego Armando Maradona’nın hayatının birer satırla özeti. Ancak daha sözün başında açıkça şunu söylüyor: Ancak onun gibi yaşayınca Maradona olunabilir. Aynı maç içinde ve birkaç dakika arayla futbol tarihinin en “etik dışı” gollerinden birini ve futbol tarihinin en güzel gollerinden birini atarak Maradona olunabilir. Birkaç gün önce uyuşturucu partisinde terlerken, hafta sonu çıktığın maçta harikalar yaratarak… Manu Chao da farkında bunun. Maradona da… Çünkü ancak bu kadar hata yapıp bu kadar 'sıyrılabilecek' maharetiniz olduğu zaman 'tanrı' olarak adlandırılabilirsiniz!

Diego Armando Maradona’nın ölüm haberi tüm “haber mecralarından” son dakika/flash olarak duyurulduğunda, milyonlarca insanla aynı anda aynı şaşkınlık, üzüntü, şok (artık adı her neyse onu) yaşarken göz yaşları içinde bu ölümün ne anlama geldiğini algılamaya çalışıyordum. Öyle ya, birçok uzak akrabanızın ölüm haberini alırsınız, aileye küsmüş bir dayı, sadece adını bildiğiniz bir amca, bir gün trafik kazasında yahut kalp krizinden ölür ve ailenin büyükleri bu haberi size ilettiğinde, biraz üzülürsünüz, rahmet diler konuyu kapatırsınız. Fakat Maradona’nın ölüm haberi birçok insan gibi bende de ölen uzak akrabadan çok daha farklı bir etki yarattı. Şahsen kendisiyle dolaylı yoldan da olsa en “yakın” olabileceğimiz an, bir vakit Türkiye’ye gelip dönemin TV programına Türkçe “Maraba” demesiydi. Bunun haricinde şu dünyada aynı sınırlar içinde bile bulunmadığımız bir futbolcunun ölüm haberi niye bu kadar etki ediyordu peki? Mesele gene onun tüm insanlara ispatladığı şeyde ortaya çıkıyor. Kusurlu yaradılışın samimi simgesi olmasında…

Doğruya doğru, kendisinin Tanrı’nın yardımıyla attığı golü canlı izleyenlerden değilim. Onu ilk defa 1990 Dünya Kupası’nda (namı diğer İtalya 90) izlemiştim. Turnuvada Batı Almanya grup maçlarında farklı skorlarla galip gelirken, Völler, Möller, Klinsmann… isimleri daha cazip geliyordu. Evdeki “büyüklerimiz” sürekli Arjantin’i övüyor ve “en iyi üçüncü” olarak bir üst tura çıkan takımdan Maradona’yı takip ediyorlardı. 10 yaşın çömezliğinde “galibiyet”, “başarı” daha cazip gelmişti. Sonra finalde Almanya'nın kupayı aldığna ve bizimkilerin övdüğü tıknaz, esmer adamın hüngür hüngür ağladığına tanık oluyordum. Bütün doğallığıyla... Söz konusu turnuvanın akabinde kader onun daha çok ağlamasına sebep olacaktı. Zira yarı finalde elediği İtalya, Diego Armando Maradona’ya düşman olacak ve arşivde bekletilen dosyalar açılmaya başlanacaktı. (Tüm bunları sonra öğrenecektim…)

Bugün bambaşka bir futboldan bahsediyoruz. Oysa o gün… Futbolun “endüstri” halini almaya başladığı ve para babalarının borusunun öttüğü geçiş döneminin simgesiydi Diego Armando Maradona. Birkaç yıl önce değişen futbolun da etkisiyle, Napoli yönetimi parayı bastırmış, Barcelona’daki mutsuz yeteneği takıma katmıştı. Onun hikâyesindeki en önemli dönemeç de burada başlıyordu zaten. Kariyerinin en başarılı yılları ve özel hayatının en sancılı dönemi bir arada... Ligin büyükleri karşısında kimsenin umursamadığı Napoli ile iki lig şampiyonluğu, bir UEFA Kupası şampiyonluğu kazanırken, bir yandan “bağımlısı olduğu beyaz güzel”le dipte seyreden bir özel hayat! Galibiyet sonrası keyiften, mağlubiyet sonrası kederden tüketilen uyuşturucular, maç gününden birkaç gün önce sıkı bir idman ve karşınızda Maradona!

“Endüstriyel futbol”un figürlerini düşünüyorum:

Erkek güzeli Beckham’ın “sıradan” olduğu soyunma odasında Ferguson’la kavga edip kaşının açılmasıyla ortaya çıkacaktı...
Bugünden bakınca son on beş yılda adı en çok anılan ve kimilerince 'uzaylı' Messi’nin yorulduğunu simgesi olduğu kulüple arası bozulduğunda fark edecektik... İstatistiksel olarak kusursuz kariyerine rağmen onun da 'insan' olduğunu...
Sürekli Messi ile mukayese edilen, yıllar içinde en azından fiziksel olarak kendine Yunan tanrıları postürünü giydirmiş Ronaldo’nun Covid+ çıkmasıyla anlayacaktık onun da makine olmadığını…
Böyle “kusursuzlaştırılmış” figürlerden çok önce bütün kusurlarıyla karşımızda duruyordu Diego Armando Maradona. En başarılı dönemi ile en sorunlu dönemi iç içeydi ve toparlamaya çalıştıkça dağılıyordu. Maradona eşittir tanrı çıkarımı İngiltere’ye attığı golden sonra kurduğu cümleden geliyordu belki. Ama dikkatli durup baktığımızda ancak en mükemmel gibi görünenin bile o kadar da mükemmel olmadığını, kusurları olduğunu tüm insanlara göstermek ancak onun gibi bir Tanrı’nın yapabileceği bir şeydi. Ancak böyle bir 'Tanrı' insanlarla aynı düzlemde ve onlarla aynı kusurluluğa sahip olabilirdi… Ve her anında bunu yapıyordu!

Birçok futbol tutkunu, tevellüdü ucu ucuna tuttuğu halde 1986’daki maçı izlediğini, o golleri hatırladığını söyler. Ancak bu gollerin öncesine ve maçın devamına ilişkin hiçbir kayıt yoktur hafızalarında. Sebebi basit; yıllarca Dünya Kupasına dair tüm spor programlarında, icat olunduktan sonra internette ve başka arşivlerde o golleri o kadar çok izlemişlerdir ki, birileri o goller hakkında o kadar çok konuşmuştur ki, 1982 doğumlu olduğu halde 86 turnuvasındaki golleri canlı izlediğini söyleyen 1 milyon kişi bulabiliriz… Bu illüzyonun birçok sebebi olduğu gibi, Maradona’nın tanrısal kudretinin etkisi de yadsınamaz. Haliyle kolaylıkla söylenebilir: Tanrı’ya inanmıyorum ama Maradona diye bir şey var! Söz konusu maçtaki bu ilahi detay bile onun hayatındaki ikiliğin özeti gibi değil mi? Tanrı’nın eli marifetiyle atılan golden birkaç dakika sonra aynı 'Tanrı’nın ayaklarıyla yaptıkları; iyi ile kötüyü, illegal ile legal olanı, güzel ile çirkini bir arada gösteren Diego Armando Maradona’nın en önemli mucizelerinden olsa gerek.

Sadece çok başarılı Napoli yılları değil tüm hayatı için geçerli bir durum bu: Fidel Castro’ya sarılan, ona bacağındaki dövmeleri gösteren, FIFA’yla ters düşen ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde teknik direktörlük yapan adam bize aslında hep aynı iki kişiyi gösteriyordu. Biri Diego Armando, diğeri Maradona. İnsan olan Diego Armando’nun yaptıkları 'Tanrı Maradona’yı yaratmıştı. Tanrı Maradona’nın zaafları ise herkes tarafından “iman edilen” biri halini almasını sağlamıştı. Bütün insanların kusurlu olabileceğinin samimi bir kanıtı Maradona aslında bir futbolcu değil usta bir dansçıydı bana kalırsa. Gerek ayağında top varken gerek topsuz alanda ve hayatta sürekli dans ediyordu. Kimi zaman şeytanla, kimi zaman rakibiyle, kimi zaman uyuşturucunun etkisiyle kendi kendine…

Mitolojide Herakles neyse bugünün dünyasında Maradona odur denebilir kolaylıkla. Azra Erhat’tan aktarıyorum “…Kendisi trajik bir kişidir. Kahraman olmayı kendi seçmemiştir, tanrı vergisi kuvvetinden de zevk duymaz, istemeyerek suç işler ve dengeyi bir türlü bulamayıp kendinden geçer, çıldıracak gibi olur. Herakles’e bütün işleri, kahramanlıkları zorla yaptırılır. Herakles köledir, insafsız bir efendinin buyruğunda ömür boyu çalışmak onun kara kaderidir... Tam işleri bitmişken korkunç bir yanlışlık yüzünden cayır cayır yanar ve ölür. Ama böylece büsbütün arınıp ölümsüzlüğe kavuşur!” Bu özet hikâyedeki ismi Diego Armando Maradona olarak değiştirdiğimizde hiçbir boşluk oluşmayacaktır. Sürekli takıştığı FIFA, bir türlü kurtulamadığı bağımlılığı, para babası kulüp başkanları hatta kimi mafya hikâyeleri onun trajedisini meydana getirir.

Bu senenin, (sayıyla 2020’nin) can sıkıcı bir yıl olacağının işareti “bir kuşağın” simge isimlerinden Kobe Bryant’ın ölümüydü belki de. Sonrası tüm dünyayı ölüm sayılarıyla baş başa bırakan bir salgın… Her şehirden yüzlerce, toplamda milyonlarca ölüm. Ve nihayet 'tanrı' da öldü! Üstelik insanlara en yakın ve onları diğer bütün tanrılardan daha fazla mutlu eden bir tanrı... Öngörülü filozof bir kez daha haklı çıktıysa da ölürse Diego ölür Maradona ölesi değil demek hakkımızdır sanırım. Belki de insanlığın kaderi bundan sonra daha zorlu bir hal alacak… Yazının başlarında Manu Chao’dan el almıştım, yazıyı onun eski grubu Mano Negra’nın sözleriyle bitirmeli: “Aziz Maradona, bizim için dua et!”

 

Etiketler maradona napoli castro