Nejla Demirci: Belgesel sinemanın geri plana itilmesine karşı tavır konulmalı

Nejla Demirci ile belgesel sinemayı konuştuk. Demirci, "'Hışma' uğradıkça yeni dil, yol ve yöntemler geliştiren, inatla çabalayan belgesel sinema var olmaya devam edecek" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - “Endüstriyel kirliliğe teslim edilmiş Ergene Nehri için mücadele ederken, 2010 yılında bu nehrin içinde bulunduğu felaketi gösterme isteğim gelişti” diyerek başladı anlatmaya Nejla Demirci. O dönemde, “Kamerasının üzerine şalvar, kafasına yemeni takıp, daha önce hayalini hiç kurmadığı belgesel sinema için” kayıt yapmaya başlayan Demirci, sermayenin zehirli atıklarını gizleyerek yarattığı üretimin arka yüzünü göstermeye girişir.

Küçük yaşlarından itibaren sanatla hemhal olduğunu söyleyen Demirci, şiirler yazar, müzik ve resim yapar. “Belgesel sinema beni sokakta- mücadele alanında buldu ve bana iyi geldi” diyen Demirci, ilk filmi "Gündöndü"den sonra da film yapmaya devam eder. "Yüzleşme" isimli filmiyle de festivallerde ödüller alan Demirci, son olarak "Kanun Hükmü" isimli film projesini hazırladı. "Güneş" isimli film projesi ise yapım aşamasında…

Demirci ile bir araya geldik ve belgesel sinema anlayışını konuştuk.

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirmeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?

Sanat alanında çalışanların çoğu, -örneğin ressamlar, müzisyenler, şairler - kendi biçim ve estetik anlayışlarını kendileri kontrol ederler. Belgesel ise yaşamın kendisinden alınmış eylemler ve sözcükler olduğu için belgesel film yapımcısı, gerçeğin kendine özgü doğasıyla çalışan bir mozaik sanatçısına benzer.

Belgesel sinema çoğu zaman, öngörebildiğimiz ve öngöremediğimiz tesadüf eseri keşfedilen unsurlarla da doludur. Bu bir sınırlılık gibi görünse de, aslında kendine has meziyetlerle, belgesel sanatını hayal edemeyeceğimiz kadar şekillendirir. Zihinde beliren bir fikir, belgesel filmin başlangıcından kurgu sürecine kadar kendisini defalarca yeniden inşa ettirir. Bana göre beklenmedik bir olay, belgeselcinin sezgilerini ve yaratıcılığını tetikleyen faktörlerden biri oluyor.

İmgesel filmler senaryoya, fikre hizmet edecek karakterler ve durumlar yaratırken, belgesel sinema gerçek karakter ve kurgulanmamış mekanlar içerisinde gizli anlamları keşfeder ve sözünü söyler. Dünyayı olduğu gibi sunarken anlam üretmek ve sözünü söyleyebilmek gerçekten büyülü bir yolculuktur. Yaptığımız her belgesel film, farklı cümleler kurduğumuz, zengin bir alandır. Meseleye yaklaştıkça, başlangıçtaki “kısıtlılık” hali, yerini özgürleşmeye bırakıyor. Çünkü gerçeğin hayal gücü yüksektir.

Burada belirleyici olan bütün sanat türlerinde olduğu gibi, durduğunuz yer. Yani fikirleriniz, filmin yapmasını istediğiniz şey… Ve asıl kısıtlayan ise kişisel ahlakınız, anlayışınız, her adımda yönetmenin yanında olan belgesel etiği. Örneğin, KHK’yı konu alan “Kanun Hükmü” belgeselinin çekimlerine başladığımda, yapmak istediğim belgeselin bütününü görüyordum. Çekimler başladıktan sonra filmin dili ve estetiği de değişmeye başladı. Bütünü görerek yola çıksam da belgeselin maceracı yanı devreye girebiliyor ve kendi dilini dayatabiliyor. Ben kendimi hiç kısıtlamıyorum. Sonuçta Türkiye’nin ne yazık ki olağanlaşan faşizminin bir belgesi oldu.

'BİR BELGESELCİ, YAŞADIĞI ZAMANI KAYDEDEMEZSE BELGESELCİ OLABİLİR Mİ?'

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?

Bir kültür ortamını kendi öz gücünüzle yaşatamıyorsanız, devlet desteği olmadan hayat bulamıyorsanız, egemene ters düşen belgesel ile aranızda, kaçınılmaz olarak mesafe olacaktır. Belgesel sinemanın, cesareti budanmış ortamları deşifre eden bir yanı da var elbet. Geri plana itilmesine karşı tavır konulmalı, bu tavır sadece belgesel sinemacıların değil bütün sinemacıların sorumluluğudur. Diğer yandan, kendi yolculuğumdan gözlemlediğim kadarıyla ülkemizde belgesel sinemanın toplumsal bir karşılığı var ancak bunun maskelendiğini düşünüyorum. Pandemi öncesinde Tez-koop iş sendikası işçilerine yönelik bir dizi gösterimler yapmaya başladım. Gösterimler çok iyi geçiyordu, belediyeler de gösterimler yapmaya başladı. İstanbul, Bursa, İzmir, Muğla, Antalya ve ne yazık ki pandemi, bu ilk defa telifli gösterim yaptığım uzun yolculuğu sonlandırdı.

İnsanın kendisiyle, yaşadığı dünyayla kurduğu ilişkinin hızla değiştiği, ezberlerin bozulduğu günümüzde, herkesin gerçeği görme, duyma ve onun üzerinden düşünme ihtiyacı var. Belgesel sinemanın, sinema sanatına çok büyük katkısı vardır ama bunun için yapılmaz. Yaşamın kendisi için yapılır. Şu içinden geçtiğimiz, tanığı olduğumuz son yıllara bakar mısınız? Doğanın yıkımı, emeğin sömürüsü, kadın cinayetleri, ardı arkası kesilmeyen yolsuzluk, büyüyen ve görünmez kılınan yoksulluk, hukuksuzluklar… Bunların her biri belgeselcinin sorumluluğudur. Çünkü bu yaşananların tanığıyım ben. Bir belgeselci yaşadığı zamanı kaydedemezse belgeselci olabilir mi? Kaydederken engelleniyorsak, gözaltına, tehdide, şiddete maruz kalıyorsak, bırakın evlat veya üvey evlat olmayı, terörist oluyorsunuz.

Dahası, ekonomik olarak verilen “cezaya” rağmen, üretmeye devam ediyorsanız bu sefer yalnızlaştırılıyor, başka görünmez cezalara da maruz kalabiliyorsunuz. Bir belgesel sinema emekçisi olarak, kameramdan dolayı defalarca Terörle Mücadelede ekibimle gözaltına alınmış, sorgulanmış, kameramdan dolayı kabahatler kanunundan para cezaları ödemişim, kurgumu yurt dışında yapmak zorunda kalmışım. Dert yanmak veya şikayet değil bunları söylemek. Bunlar, dile getirmemiz gereken gerçeklerdir.  Denkleştirdiklerimle belgeseller yapmaya çalışırız ona da engel olurlar. Son olarak; aslında karamsar olan yönetmen Stanley Kubrick, “Karanlık ne kadar derin olursa olsun kendi ışığımızı yaratmamız lazım” der. Ben de böyle düşünüyorum.

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?

Eşzamanlı sesin gelişi, kurgu filmlerinde olduğu gibi belgesellerde anında devrim yaratamadı. Hafif kameralar ve hafif senkronize ses ekipmanları geliştirildikten sonra belgeseller ilham kaynağı olmaya başladı. Dünyada artık türlerin birbirine karıştığı, kurmacanın belgesel gerçekliğine, belgesel sinemanın kurmacaya yaklaştığı bir dönemdeyiz. Yaratıcı, kurgusal olmayan fikirler  belgesel sinemacıyı biçim, estetik, kameranın gerçekliği konusunda sürekli dinamik ve düşünür kılıyor. Bu da çok geliştirici bir performans.

Her yeni başladığım konu karşısında ilk defa bir belgesel film yapıyorum hissi geliyor bana ve bütün deneyimlerim tarafından terk ediliyorum. Başka bir psikolojik ve duygusal sürecin içine giriyorum. Bu süreç kavramsal değil, daha içgüdüsel bir yolculuğa dönüşüyor benim için. Kendim ve belgesel sinema ile yeniden tanışıyorum. Öğreniyorum…

Birinci ve üçüncü filmimi gerilla yöntemiyle çektim. Yapımı devam eden dördüncü belgeselimde anladım ki gözlem tarzı ile belgesel yapmak için yola çıkıyorum ama katılımcı belgesel filmler yapıyorum. Belgesel biçim ve estetiğine yönelik arayışım devam edecek elbet ancak bizzat yaşayarak gördüm ki gerçeğin sadece gözlemcisi olamıyorum. Kameramdan baktığım gerçek benim için bir mücadele alanına dönüşüyor. Az belgesel üretmiş olmamın bir sebebi de bu belki.

'İÇİNDEN GEÇTİĞİMİZ BU ÇÜRÜME DÖNEMİNDE, HAKİKAT KENDİNİ ANLATMAK İÇİN ÇIRPINIYOR'

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlanageliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel, bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Belgesel kisvesi altında aslında tanıtım ve reklam yapanların manipülasyonlarını gizlemelerinin pek mümkün olmadığını ve samimiyetten uzak olduğunu gözün ve aklın okuduğu bazı “işler” var. Bununla birlikte, içinden geçtiğimiz bu çürüme döneminde, hakikat kendini anlatmak için çırpınıyor. Bu nedenle   hazır bilgi veren bazı içerikler ilgimi çekiyor, ilham kaynağı olarak da görüyorum. Ancak bu tip içeriklere  belgesel diyemeyiz. TV için yapılanlar gibi…

Yoğun bir duygusal emektir belgesel sinema. Bunun görünür kılınması belgesel denmeyecek bazı içeriklerin tartışılmasını gereksiz kılacaktır. Belgesel, seçtiği farklı konular ve bu konulara yaklaşımında benimsediği farklı formlarla oldukça geniş bir alana işaret ediyor. Belgeselin türleri vardır ve değişimlerin alanıdır. Bu nedenle herkes tarafından kabul gören bir tanımını yapmak zor. Evet, bilgi taşır. Ancak bilgiyi nasıl taşıdığı önemlidir. Öğreten olmak yerine karşılıklı öğrenmenin ve soru sormanın yollarını açan belgesel filmleri önemsiyorum. Gerçek insanların, gerçek mekanların ve durumların incelendiği, sinemanın yapı taşlarının olduğu, derin etkiler yapan bir belgesel, belgesel sinemadır. Ben bununla ilgileniyorum ve bunu yapmaya çalışıyorum.

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir belgeselciyi yaşadığı zamandan koparmak, onu vasıfsızlaştırmak demektir. Dolayısıyla “hışma” uğradıkça yeni dil, yol, yöntemler ve dayanışmalar geliştiren, inatla çabalayan belgesel sinema var olmaya devam edecek bu ülkede.

'İNTERNET MECRALARINA GİRMİŞ SERMAYEDARLARDAN ANCAK SİPARİŞ GELİR'

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?

Sermayenin en elit, en seküler, en kültürlü olanlarının sanat ve iktidar ilişkisini görüyoruz. Aynı zamanda sermayenin çalışma mantığını düşünürsek, oralardan belgesel sinemanın özgürleşmesini bekleyemeyiz. İnternet mecralarına girmiş veya girecek olan sermayedarlardan ancak sipariş gelir. Aksi olsaydı, uzun bir zamanda içerik oluşturan bazı platformlar, üretilmiş olan belgesellerimizle ilgilenmiş olurlardı. Belgesel sinemanın özgürleşmesi, ulusal ve uluslararası dayanışmayı büyütmesiyle mümkün olabilir diye düşünüyorum.  

Ancak internet mecralarından kitlesel fonlamaların yaygınlaşmasını çok isterim. Zira, seyircisinin yapımını desteklediği belgesel, belgeselciyi özgürleştirir. Aynı zamanda belgesel sinemanın toplumsal karşılığının da göstergesi olacaktır.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Özellikle son yıllarda günlerimi insanın, hayvanın, doğanın, emeğin uğradığı haksızlıklar ve saldırılar karşısında moralimin yerin dibine inmemesi için direniyorum. Öfkeleniyorum ve öfkemi üretmeye ve biriktirmeye yöneltiyorum.

Tamamladığımız “Kanun Hükmü” belgesel filmin dağıtımını Alman bir şirket üstlendi, çok rahatladım. Biliyorsun bu da ciddi bir iş yükü. Ayrıca 2018 yılından bu yana, Suça Sürüklenen Çocuk olarak hüküm giyen futbolcu genç bir kadının hikâyesini takip ediyoruz.