Neden 34 yaş üstü? Haksızlık mı? Hak mı?
Düşük puanlı öğrencilerin kontenjandan yararlanarak yüksek puanlı bölümlere yerleşmesiyle ilgili düzenlemeye, kadınlar için yaratılan eğitim fırsatlarının toplumsal dokuda muazzam iyileşme yaratacağına inanan birisi olarak, iyimser yaklaşanlardanım. Cemaatlerin karma eğitim karşıtı kampanyalarını hatırlayalım ve düşünelim kadınların yüksek kaliteli üniversitelerde okuması bu ülkede karma eğitimin devamı açısından bir nevi sigorta bile sayılır.
Boğaziçi Üniversitesi İngilizce Fizik bölümünde taban puan 511 olduğu halde 34 yaş üstü kadın kontenjanından bir öğrencinin 166 puanla yerleştiğine ilişkin haberlerin yayınlanmasıyla, gündem yoğunluğuna rağmen nur topu gibi bir tartışma konumuz daha oldu. YÖK sistemi ve KHK’larla yaratılan, rektör atamalarıyla idareye tam bağımlı hale getirilen akademi, esasen hiçbir zaman özgür olamamıştı bu ülkede. Sadece 1947/48 tarihli Yükseköğretim Kanunu, çağdaş akademik ruhu yakalamak açısından hayli iyiydi. Ancak kısa ömürlü oldu. Ve esasen bu ülkede bilim ve bilim insanı namına şu işler, şu hocalar var diyebildiklerimizin bu kanun yürürlükte iken yetişmiş hocalar ve onların yetiştirdiği öğrenciler olduğunu görebiliyoruz, elbette istisnalarla birlikte. Bu yasa 1960 ve 71 sonrası büyük değişikliklerle malul gazi kılındı. Derken 80 sonrası kaldırılıp yok edildi. Yeni yasa zaten akademik ruh açısından çok sorunluydu ve yıllar içinde her değişiklikle birlikte biraz daha deformasyona uğratılarak günümüze taşındı. Academia tarihimiz, böylesi ana çizgi ile izlenebilecek bir hal-i pür-melal tablosu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen serpilip gelişen az sayıda üniversitemiz var. Boğaziçi, İTÜ, ODTÜ, BİLKENT gözbebeğimiz gibi sakınmamız gereken kıymetli yapılar ve bunlara doğru yapılan her iktidar hamlesi haklı olarak yüreğimizi ağzımıza getiriyor. Düşük puanlı öğrencilerin kontenjandan yararlanarak yüksek puanlı bölümlere yerleşmesiyle yüksek öğretim kalitesinin gözbebeğimiz üniversitelerde bile düşeceği endişesi tartışmaların temeline yerleşti. Bu endişenin tümüyle haksız olduğu da söylenemez. Aynı bölümdeki öğrenciler arasındaki puan farkının derin uçurum yaratması, bölümlerin ve tabii genel olarak üniversitelerin başarı oranları açısından hayli endişe verici görünüyor ilk bakışta. Gençlere haksızlık yapıldığını düşünenler de var, bu konuda kadınlara yapılan, yaygın toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yolaçtığı haksızlıkların kısmen telafisi olarak görenler de.
Kadınlar için yaratılan eğitim fırsatlarının toplumsal dokuda muazzam iyileşme yaratacağına inanan birisi olarak, konuya iyimser yaklaşanlardanım. Ancak tabii ki zihnimde deli soruların dolaşmadığı anlamına gelmiyor iyimser yaklaşmam. Her şeyden önce 34 yaş baremin hangi ölçütle belirlendiği sorusu zihnime çakılı. Tüm kadınlara yönelik eşitlikçi bir uygulama olarak lanse ediliyordu YÖK Başkanı tarafından. “Çeşitli nedenlerle” ifadesiyle yüksek öğretimden mahrum kalmış kadınlara yaratılan bu fırsatın Ocak 2023 tarihinde 34 yaşını doldurmuş olanları ve daha yüksek yaştaki kadınları kapsayacağı 8 Mart 2023 müjdesi gibi duyurulmuştu. Neden 30 ya da 40 değil, hatta 35 bile değil de 34? Alt sınır olan 34 yaş 1989 doğumluları kapsıyor demek. Bu tarihte doğanların üniversite çağına gelişini +18 ile bulduğumuzda karşımıza 2007 tarihi çıkıyor. Bütün kadınları kapsadığı söylemiyle ilan edilen düzenleme 2007 öncesi üniversite çağına gelmiş kadınların pozitif ayrımcılık yöntemiyle, gençlerden daha düşük puanla bölümlere yerleşmelerini sağlıyor. Üstelik bu bir kontenjan ile sunulan fırsat. Yani bölümün kontenjanı 100 öğrenci ise +1 eklendiği için gençlerin hakkı gasp edilmediği gibi bölüme ve hocalara da büyük bir yük oluşturmuyor tek kişilik kontenjan tanınması. Kolay değildir zaten eğitime yıllarca ara verdikten sonra gençlerle aynı şartlarda yarışmaları. Yani puan uçurumunun sakıncalarını şimdilik bir kenara bırakırsak, daha düşük puanla yerleşme fırsatı pozitif ayrımcılık ilkesiyle eğitimde fırsat eşitliği hükmünü yaşama geçirmek açısından makul.
Ancak burada 2007 tarihinin seçilmesi ve dolambaçlı yolla bulunan yaş baremi belirtildiği halde bu tarihin özellikle ifade edilmeyişi çok sorunlu bir durum. Yani üniversitelerde başörtülü öğrenim hakkı yasal yoldan tanınmadan önceki tarihler için pozitif ayrımcılıkla kadınlara hak tanındığı söylense ne olurdu. Başörtülü olmak gibi bir koşul getirmeden çok farklı başka nedenlerle de yüksek öğretim fırsatını kaçırmış tüm kadınlar için uygulanacağı bilgisiyle duyursalar ne olurdu? Sahiden cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı haksızlıkları telafi etmek ve sahiden eşitlikçi davranmak şeklinde şeffaf bir politika ortaya koymuş olurlardı. Ve sahiden dürüst bir uygulama olacağına güvenebilirdik.
Bir arkadaşımın cümlesiyle söylersem “bu ülkede başörtüsü pek çok başka kadın sorunlarının da örtüsü oldu” ve cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanan hak kayıpları kadınlar için başörtülü olma haliyle sınırlı değil. Dolayısıyla bu düzenleme eşitlikçi uygulanmak zorunda. Bir başka mesele ise akademik standartların gözetilmesi gereği. Açıklıkla oturulup tartışılması, müzakere yöntemiyle planlanması gereken bir hak bu ve bazı haksızlıkları telafi ederken yeni haksızlıklara yol açmaktan kaçınmak şart. Fakat böyle kaçak göçek, kandırmacalı yaş baremiyle filan şeffaf politikayla bu düzenlemenin uygulanacağına inanmak zor. Nitekim kimi cemaatlerin etkin olduğu WhatsApp gruplarında yayılan bilgi ve teşviklerle toplumsal tabana ulaştığına ilişkin duyumlar az değil. Kimileri buna dayanarak “tarikatların üniversiteleri ele geçirme” projesi olarak eleştiriyor, uygulamayı. Sanki erkek öğrenci ve hattaa akademisyenler bu işi yapmıyormuş gibi…
O cemaatlerin karma eğitim karşıtı kampanyalarını hatırlayalım ve düşünelim kadınların yüksek kaliteli üniversitelerde okuması bu ülkede karma eğitimin devamı açısından bir nevi sigorta bile sayılır. Kadınların düşük puanla girişi de ezbere “başarısız olurlar” önyargısıyla yaklaşılmamalı. Belli bir olgunluk aşamasında insanların muhakeme yeteneği güçlenir ve kadınlar çok istediklerinde canını dişine takıp çalışır, başarılı olurlar. Şans tanımak gerek ve daha önemlisi cinsiyet ayrımcılığına karşı önlem olarak görülmesi gereken bu düzenlemenin sırf iktidar karşıtlığı nedeniyle sınıf içi, bölüm içi ayrımcılığa yol açması önlenmeli. Ama tabii ki yakından izlenerek her kadın için uygulandığını gözlemeye, bilmeye dikkat etmemiz de şart.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
İktidar ve toplum arasındaki makas açıklığı artıyor 29 Kasım 2024
25 Kasım, cinskırım politikası ve teğmenler 22 Kasım 2024
İstifa etmek yerine cambaza baktıranlar 15 Kasım 2024
Kadın ve çocuk cinayetlerinde cezasızlık olgusunun payı 08 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI