YAZARLAR

NATO'da bir Bekçi Murtaza! 

Aradaki kallavi meseleler artık havuç-sopa bağlamına oturtuldu. Erdoğan, Amerikan çıkarlarına hizmeti karşılığında belki iyilik görecek.

Joe Biden’la güzel bir poz için Rusya’nın sinir tellerine hesapsızca vurup durdu. Ukrayna’ya SİHA satıp Kırım’da Kiev’in pozisyonuna bayraktarlık yaparak; SİHA’larla Polonya’nın Russofobik damarına girerek; Afganistan’dan çekilirken sahada istihbarat ve diplomasi unsurlarına bekçi arayan ABD’nin çıkarlarına asker yazılarak… Az şey değil. Bir tarafın kara deftere diğer tarafın beyaz kağıda yazacağı notlar bunlar. Müttefikler arasında S-400’leri cızırtı olmaktan çıkartıp bir dostluk görüntüsünü temin için. Bülent Ecevit’in ahı tutmuş olmalı, tekmili birden ajanslar, dondurulmuş bir anın karesiyle tılsımı bozdular. Kuşkusuz olup biteni yansıtmayan bir kadraj, yanıltıcı bir kare. Haksızca. Doğru da değil. Ecevit’in Bill Clinton karşısındaki beyefendi duruşunun yansıtılmış hali de haksızcaydı. Sağ ve İslamcı siyaset bunu umursamazca kullandı. Lakin hinlik eden hinlik buluyor! Erdoğan’ın çok sevdiği Arap sözüyle; “Men dakka dukka!” Buna tenezzül eden siyaset siyaset değildir.
Evvela Brüksel buluşmasının rutin bir NATO zirvesi olduğunu, tüm liderlerin katıldığını, bu vesileyle ikili görüşmelerin yapıldığını bütün değerlendirmelerin başına koymak gerekiyor. Daha amiyane ifadeyle kimse Erdoğan’a özel bir zirve düzenlemedi. Fakat Erdoğan zirveyi içeride ve dışarıda sıkıştığı cenderelerden çıkış fırsatına çevirmek için avenesiyle birlikte buna olağanüstü önem atfetti. Peki, bu olağanüstülükten çıkan nedir?

***

En mühim netice Türkiye’nin NATO’daki yerinin teyididir. Siyasi ortaklığın güvensizlikle malul hale geldiği bir düzlemde ilişkiler güvenlik kancasına sabitlendi. Buna tam olarak başarı da denemez. NATO epey zamandır ittifakın savunmayla sınırlı parametrelerini siyasi boyutlar katarak genişletme iddiasındayken Türkiye Rusya’yı tutan ve ittifakın doğu sınırlarını koruyan bariyer olarak konumlandırılıyor. Asıl iddia kaybı bu tarafta. Birkaç yıldır Akdeniz’den Kızıldeniz’e, Hint Okyanusu’ndan Körfez’e üsler kurup, gemiler yüzdürüp bağımsız Türkiye diye ülkeyi uçuran Erdoğan, kifayetsizlikler ve yaptırımlar karşısında kendi elleriyle yelkenleri hançerledi. Şimdi NATO’ya görev çağrısı yapıyor: “Akdeniz'den Karadeniz'e, Avrupa'dan Asya'ya, NATO'nun sağladığı güvenlik şemsiyesine ihtiyaç duyulan her yerde ittifak aktif rol üstlenmelidir.” 

Bir de Türkiye’yi NATO operasyonlarına en fazla katkı sağlayan 5 üyesinden biri olduğu övüntüsüyle daha fazlasına talip oluyor. Amerikan güdümlü küresel baskılama aparatının askeri olmaya her zamankinden daha fazla gönüllü. Kabil Uluslararası Havaalanı’nı koruma misyonuna talip olması da bununla ilintili. Elbette Türkiye 2001’den beri NATO’nun sivil operasyonlarını üstlenerek Afganistan’a çok yatırım yaptı ve karşılığını almak istiyor. Fakat çekilmenin koşullarını belirleyen, ABD’nin Taliban’la vardığı anlaşma ve Taliban ile Kabil hükümeti arasında devam eden müzakerelerdir. Taliban, Türkiye’nin gelecekte Afganistan’ın ortağı olabileceğini ama şimdi NATO işgalinin parçası olarak gitmesi gerektiğini söylüyor. Bu konuda NATO zirvesinde de karar alınamadı. 

Konu üzerinde daha durulacaktır.
Fakat emperyal hayallerle dolu tezgâhını NATO’nun gölgesine çeken bir iştah var ve bu da ittifakı memnun ediyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’ın ağzı kulaklarında. Biden de mutlu olmalı ama yola gelme eğiliminde bir Erdoğan’dan daha neler alabilirim diye ketumlaşıyor. 90 dakikalık görüşmeye dair saatler sonra ağzından çıkan sözler şunlardan ibaret:  

"Olumlu ve verimli bir görüşme gerçekleştirdik. Bir dizi konuda nasıl ilerleyeceğimiz konusunda ayrıntılı tartışmalar yaptık. Ekiplerimiz görüşmelerimize devam edecek. Gerçek bir ilerleme kaydedeceğimize eminim.” 

Beyaz Saray görüşmenin üzerinden 24 saat geçtiği halde bilgi paylaşmazken Biden dün ABD-AB toplantısı öncesinde Afganistan konusunda bir karar olup olmadığı sorusuna şu yanıtı verdi: "Uzun görüşmelerimiz oldu ve toplantımızla ilgili çok iyi hissediyorum. Size bu konuda bilgiyi Türkler versin." Pek manidar. Erdoğan’ı mutlu eden sahte tabloyu şimdilik bozmak istemiyor.

***

Biden’ın ilerlemekten kastı Türkiye’nin ayara tâbi tutulması. Sonuçta çetrefilli konular yerli yerinde duruyor: ABD’nin beklentileri S-400’lerin katiyen çalıştırılmaması, Rusya ile savunma alanına sarkan ilişkilerin gözden geçirilmesi, Doğu Akdeniz’de Mavi Vatan serüvenine dönülmemesi, Kıbrıs’ta iki devletli çözüm önerisiyle çözümsüzlüğe gidilmemesi, Libya’da devam eden çözüm sürecinin Türkiye’nin askeri-milis varlığı yüzünden tökezlememesi, Suriye’de Kürtlere düşmanlıktan vazgeçilmesi vs.
Bunlara karşın Türk tarafı da S-400’lerle ilgili iki tarafı memnun eden orta yolun bulunması, CAATSA yaptırımlarına son verilmesi, Türkiye’nin F-35 programına dönmesi, PKK’ye karşı savaşa destek verilmesi, YPG’ye desteğin kesilmesi ve Halkbank davasının halledilmesini istiyor. Erdoğan bu konularda Türkiye’nin tutumunu yinelediğini söyledi. Tarafların pozisyonlarının birbirine yaklaştığına dair bir işaret ya da teyit yok. Amerikan tarafında tutum değişikliği zaten beklenmiyordu. İlk yüz yüze görüşmenin hatırı için bu meseleler geçiştirildi. Erdoğan açısından zirvenin başarılı olabilmesi için karşı tarafın tutum değiştirmesi gerekirdi. Öyle bir şey olsaydı davul zurna eşliğinde duyardık.

***

Bu tür bir sahte görüntüye neden ihtiyaç duyuldu? Bir, uluslararası siyasetin tabiatı böyle. İkincisi Biden’ın Avrupa’ya dönme vurgusu, NATO’yu toparlama hedefi, Rusya’nın önüne Baltıklar ve Doğu Avrupa’dan Karadeniz havzası ve Kafkasya’ya kadar güçlü bir cephe kurma hedefi Türkiye’yi yanında tutmayı gerektiriyor. ABD Afganistan’dan çekilirken de Asya’daki stratejik kurgu tehlikeye giriyor. Taliban güçlü bir şekilde geri dönüyor. Amerikan askerleri 11 Eylül’de tamamen çekildiğinde ABD diplomatik, istihbari ve özel güvenlikçi ağıyla duruma vaziyet etmeyi umuyor. Bunun için de sahada müttefik bir unsurun varlığı hayati önem arz ediyor. Ayrıca siyasi süreçleri etkileyecek özellikle de Taliban’la çalışıp onu uyumlu hale getirecek ortaklara ihtiyacı var.  

Pakistan’ın siyasi-istihbarat-lojistik desteğinin yanı sıra Türkiye’nin sahadaki askeri varlığı ve etki kapasitesi kıymete biniyor. Malum Rusya ve Çin’i baskılamanın bir cephesi de Orta Asya. ABD 20 yıllık savaştan sonra burayı kolayca boş bırakmaz. Erdoğan, Biden’ın bu konudaki ihtiyacının farkında ve oyunu buna göre oynuyor. 

Erdoğan bu katkısına karşın Biden’le ikili bir kanal geliştirmeyi, baş ağrıtan dosyalarda lehte değişiklikler elde etmeyi yani bir al-ver dengesinin kurulmasını umuyor. Ancak Biden de Erdoğan’ın taviz koparacak durumda olmadığını görüyor. Aradaki kallavi meseleler artık havuç-sopa bağlamına oturtuldu. Erdoğan, Amerikan çıkarlarına hizmeti karşılığında belki iyilik görecek. Şimdilik Amerikan tarafının hiçbir acelesi yok. Bir açıklama yapma gereği bile duymadılar. Amerikan iç siyaseti de Erdoğan’a iyilik yapmak için uygun değil. Kongre’deki havayı S-400’ler belirliyor. Biden 6 trilyon dolarlık ilk bütçe tasarısını geçirmek için Kongre’de Türkiye koşuluna takılmak istemez. Sadece ABD kanadı değil NATO ve AB’nin ilişkilerdeki dönüşüm için ortaya koyduğu pozitif gündem de uyumlu olma esprisine dayanıyor. 

***

Erdoğan Türkiye-ABD ilişkilerinde çözülemeyecek hiçbir mesele olmadığını, işbirliği alanlarının daha geniş olduğunu söyledi. Bu sözleri AKP’nin iktidara yürüdüğü yolun başlarından biliyoruz. 'Büyük Orta Doğu Projesi’nde sizin adamınız oluruz' dedikleri günlerden. Basitçe başa dönüş. Bu coğrafyayı epeyce yorduktan sonra. Fakat ortakları bundan da emin değiller. Dün AB-ABD Zirvesi’nin sonuç bildirisinde Türkiye’ye dair tek cümle şuydu: “Demokratik bir Türkiye ile karşılıklı işbirliği ve faydaya dayalı ilişki hedefliyoruz.” Aranan Türkiye, Erdoğan’ın Türkiye’si değil. Diyelim ki Erdoğan çaresizlikten gerçekten de bazı şeylere reset atmaya hazır. Fakat dış ilişkilerdeki dönüşüm içerdeki fasit dairenin kırılmasını da gerektiriyor. İktidarı çeviren milliyetçi, İttihatçı ve İslamcı döngü dış ilişkilerde tutarlılık ve öngörülebilirlik bırakmadı. Dün Azerbaycan’da olduğu gibi kendi doğal alanına döndüğünde İttihatçı damarı yeniden kabarıyor. Bir başka açmaz daha; Erdoğan yarın öbür gün Rus lider Vladimir Putin’le yüzleşecek. Oradaki hesapta da çok açık veriyor! Brüksel’de azıcık eriyen buzlar her an donabilir.  


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.