YAZARLAR

Nafaka ile haksız kazanç arasındaki çarpıtılan ilişki

Kadının ev içi emeği eşlerin dayanışma yükümüne bağlıysa, o evliliğin boşanma ile sonlanması durumunda geçmiş yıllara ait emeğin hakkının teslim edilmesi demektir yoksulluk nafakası. Yani yoksulluk nafakası kadın emeğinin karşılığı ve ödenmediği takdirde erkeklerin haksız kazancı. Çarpıtma sonucu kadınlar haksız kazanç elde ediyormuş gibi gösteriliyor

2016 baharında kurulup sonuçlanan ve sıkça söz ettiğimi BoşanMA Komisyonu, kadın eşitlik mücadelesiyle elde edilen tüm kazanımları gerileten bazı başlıklıları gündeme taşıdı. Boşanma olaylarını araştırma ifadesiyle başlayan upuzun ismi, kelimenin tam anlamıyla züccaciye dükkanına giren fil hoyratlığında, kadın erkek eşitliği yönünde ilerleyişi durdurup, gidişatı tersine çevirme işlevi gördü. AKP Milletvekili Ayşe Keşir başkanlığındaki Komisyon'a, Yeniden Refah Partisi'nin 19 Ağustos (cumartesi) günü gerçekleştirdiği sivil toplum buluşmasına katılan örgütlerden pek çoğu davet edilmişti. Bağımsız kadın hareketinden ise örgütlerin kendi aralarındaki anlaşmayla sadece bir kişi Hülya Gülbahar katılmıştı. O tarihlerde iktidardan ve tüm siyasi partilerden bağımsız tek dindar kadın örgütü olan Başkent Kadın Platformu Derneği ise komisyona görüş vermek üzere çağırılmadı. Ayşe Keşir, Başkent Kadın'ın üyesiydi oysa ve aidatını düzenli ödeyen üyelerden birisiydi üstelik. Peki başkanı olduğu Komisyon'a üyesi olduğu kadın örgütünü neden davet etmedi? Cevap basit. Birincisi Ayşe Keşir komisyonun ele alacağı konularda Başkent Kadın'ın görüşlerini biliyor ve kadın eşitlik mücadelesinin bir parçası olan dindar kadınların sözlerinin Komisyon raporuna geçmesini istemiyordu. Sonradan net olarak anlaşıldı ki din bahaneli saldırılarla kadın erkek eşitliğini tersine çevirme aparatı olarak kullanılmak üzere kurulmuş o Komisyon. Ve o Komisyon'un raporunda dindar kadın örgütünün eşitlikçi görüşleri yer alırsa maksat hasıl olmazdı. İkincisi yeni kurulmuş olan ve iktidar politikalarını desteklemek üzere kadın hareketinin paralel oluşumu olarak tasarlanmış KADEM’in sisteme ikamesi için elverişli bir fırsat olarak da görülmüş o Komisyon. Çok büyük anlam taşımıyor gibi görünse de iktidarın, ilerleyiş biçiminin kayıtlara geçmesi, hafızayı zinde tutmak yönünden faydalı bilgi bu detay. Dindarları kendi yanına çekmeden veya susturmadan ya da özellikle sesini duyulmaz kılmadan din bahaneli otoriterleşmeye dayalı hak gasplarını gerçekleştirmesi zordu. Eski Mazlumder ve Başkent Kadın bu nedenle iktidar operasyonlarına maruz kaldı, unutmayalım. Eğer bir gün bu sistemden çıkmayı başaracaksak sistemin attığı adımları teker teker tersinden yürüyerek başarıya ulaşma şansı yakalayabiliriz kanısındayım.

BoşanMA komisyonu, boşanma olaylarını incelemek adıyla kurulsa da kadınların laik ve doğal olarak, ama her ne kadar henüz istenen düzeye ulaşmamış olsa da eşitlikçi aile hukuku sayesinde eriştiği boşanma hakkını kullanması zorlaştırılmak istendi. Yaşam koşulları, yargı uygulamaları olabildiğince zorlaştırıldığında kadınlar hakları kullanamaz kılınabilirdi. Böylelikle laik hukuka dokunamasalar, Medeni Yasadaki aile hukuku hükümleri kağıt üzerinde varlığını sürdürüyor olsa bile toplum yaşamına yansımazdı. Nitekim adım adım gerçekleştirildi kadın haklarındaki gerileme. Şimdi YRP toplantısında aile hukukuna ve kadın haklarına, ağlak erkek söylemlerine bakınca Fatih Erbakan’ın değindiği başlıklardan pek çoğunun, yedi yıl önceki o komisyon raporundan aparılmış cümleler olduğunu görebiliyoruz. Geri kalanlar ise popülist bir politikacının çözüm üretmesi bile gerekmeyen popüler sorunlara atıf yapmasından ibaret. Belli başlı sorunlara başlık olarak dokunup geçerken sistemik çözüm önermiyor örneğin. Sadece görünüşü kurtaracak geçici çözümlere işaret ediyor. Geniş halk kesimlerinin hayatını zorlaştıran ve aslında sistemin bozulmasından kaynaklanan sorunlara getirdiği palyatif önerilerin sistemik sorunları daha da büyüteceği de umurunda değil. O sorunların büyük kısmının iktidar politikalarıyla yaratıldığı da gözardı ediliyor. Aynı palyatif çözümlerle ilerleyen iktidar bu sorunların büyümesine yol açmıştı. Şimdi iktidarın yıllardır yapageldikleri nedeniyle ağırlaşan sorunlara aynı yöntemle çözüm üreten sözde muhalefet ile zevahiri kurtarmakla meşgul. Örneğin memleketin en büyük sorunu gelir adaletsizliği ama YRP toplantısında gelir adaletinin sağlanması yönünde bir öneri yok. Maaş zamları var o da hastalığı tedavi etmiyor malum. Taşeron sistemine son verilmesi ve sendikal haklar yönünden bir öneri yok ama taşeron işçiler kadroya geçirilsin önerisi var. Böylesi sorunu derinleştirecek önerilerin çözüm gibi sunulması malum popülist politikacı taktiği ve YRP bu rolü oynuyor. Ama toplumun erkek yarısı için üstlendiği bir rol bu. Toplumun kadın yarısına karşı oluşturulmuş biraderlik sözleşmesinin ilanı olarak niteleyebiliriz o toplantıyı. Sevgili Fatmagül Berktay Nafile Biraderlik tanımıyla bu sözleşme hakkında çarpıcı tespitler yaparken kadınların rolüne de işaret eder. Evet biraderlik sözleşmesinin işlemesi kadınların bu sözleşmeye destek vermesiyle ilişkili. Ancak kurulu düzende hayatta ve ayakta kalmanın yolunu biraderlik sözleşmesine destek vermekte bulan kadınlar, sistemi işletenler arasında kusuru en az olanlar.

Laik aile hukukuna son verme çabasının AKP’li yıllarda nasıl ilerlediğine dair bu örneklerden sonra nafaka meselesinin taşıdığı öneme gelebiliriz. Medeni Kanun m.175-176 ile düzenlenen yoksulluk nafakası, madde metninde “süresiz olarak bağlanır” hükmüne dayanılarak süresiz nafaka adıyla karşıt kampanyaların konusu oldu. Ekonomik eşitsizlik nedeniyle aile hukukunun tanıdığı boşanma hakkını kullanamayan kadınların varlığı büyük bir toplumsal sorundu gerçekte. Ancak sorunu yaşayan kadınlar olunca 62 yıl boyunca görmezden gelindi. Kadınların ve çocukların yaşadığı, onları insanlık onurunun dışına iten ayrımcılık, erk ve erkek tavrı, yıllarca zulüm olarak görülmedi. Ancak Birleşmiş Milletler sözleşmesiyle kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması için hazırlanmış sözleşmenin (CEDAW) imzalanıp sonra da onaylanması üzerine değiştirilmesi gereken bir düzenlemeydi yoksulluk nafakası. Çünkü aynen kopyalandığı iddia edilen İsviçre Medeni Kanunu'nda gerçekte yoksulluk nafakası o yıllarda süresiz olarak bağlanırdı. Çünkü ekonomik eşitsizlik ortamında yoksul düşenin yoksulluğunun ne zaman biteceği peşinen bilinemez. Fakat başlangıçta bir yıl süre ile bağlanmak yoluna gidilerek kadına yönelik bir ayrımcılık odağı, cinsiyet eşitliğinin önünde bir engel olarak kurgulandı. Cinsiyet ayrımcılığı ile mücadele edilirken de 1988 yılında ilkin buradan başlandı ve yoksulluk nafakası bağlanırken getirilen süre sınırı kaldırıldı. Yukarıda söylediğim gibi kadın erkek eşitliğine inanmayanlar, eşitsizliği yeniden pekiştirmek yönünde ilk bu konuya itiraz ederek atılan adımı tersine çevirmek istediler. Kullandıkları bahanelerden birisi İsviçre’nin Medeni Kanunu'ndaki bu süresiz olarak bağlanma koşuluna, 2000’li yıllarda sınırlama getirilmesi. Yoksulluk nafakasına olan toplumsal ihtiyacın azalması, toplumda cinsiyet eşitliğinin sağlanması ile doğrudan ilişkili. Eğitim, istihdam, çalışan kadın oranı ve ekonomik eşitliğe doğru kaydedilen ilerleme doğrultusunda söz konusu ihtiyaç toplumsallık boyutunu kaybettiği için dosyaya özgü koşullar hariç tutularak yeniden düzenledi İsviçre. Ben de yıllar önce "Nafakayı 217 yıl sonra konuşalım" başlıklı bir yazı kaleme almıştım bu konuya dikkat çekmek için. Çünkü ekonomik eşitlik ile yoksulluk nafakası arasında yadsınamayacak bir ihtiyaç ilişkisi karşımızda büyük bir toplumsal sorun öbeği oluşturuyor. Bu ihtiyaçlar ortadan kaldırılmadan, eşitlik veya en azından eşitlik yönünde büyük bir ilerleme örneğin yüzde 70’lerin üzerine çıkan bir kadın istihdam oranı sağlanmadan yoksulluk nafakası değiştirilemez. Değiştirilirse hedef cinsiyet eşitliğini önlemek olur ki şu an bu durumdayız.

Peki başlığa taşıdığım haksız kazanç meselesine bakalım. Nafaka karşıtları kadına verilen yoksulluk nafakasını ve çocuklarına verdikleri iştirak nafakasını, boşanmış kadınların elde ettiği haksız kazanç olarak tanıtıyor. İktidar ve YRP ve diğerleri bu çarpıtmanın borazanlığını yapıyor. Gerçekte ise sadece erkek bireyin çalıştığı bir ailede erkeğin eve getirdiği kazancın hane geliri olarak en verimli şekilde değerlendirilmesini sağlayan şey evdeki kadının emeği. Eşlerden birisi dışarıda çalışarak kazanç elde ederken diğer eş ev içi emekle o kazancın hane halkının ihtiyaçlarını karşılayacak hale gelmesini sağlıyor. Ve laik aile hukukumuz bu durumu eşlerin dayanışma yükümlülüğü ile gerekçelendiriyor. Gerçi kadın eş çalışıyor olsa da ev için emek ve bakım sorumluluğu bizim ülkemizde maalesef hala kadının işi olarak kabul edildiği için gelir elde etmek için dışarıda da çalışan kadının ev içi emeği sadece evde çalışan kadının ev içi emeğinden daha az değil. Tam da bu nedenle pek çok ülkenin yasasında yoksulluk nafakası tayin kriterleri arasında eşlerin ev içi emeği ve bakım sorumluluğunu paylaşma oranı dikkate alınarak nafakanın miktarı tayin edilmekte. Çünkü ev içi emeğe katkı sağlamayan eş ki nafaka karşıtı erkekler oluyor bizde bu tip, çalışarak elde ettiği gelirin satın alma gücünü yükselten o kadının ev içi emeği olduğu gerçeğini inkar ediyorlar. Bir gömlek ütüsünün kaç liraya tekabül ettiğini düşünün. Bir erkek evde kadının yaptığı gömlek ütüsü sayesinde gelirinin ne kadarını tasarruf etmiş veya o sayede farklı ihtiyaçlara ne kadar bütçe ayırma fırsatı bulmuş hemen çıkar ortaya. Ki gömlek ütüsü tek kalem emek, varın gerisini hesap edin. Bu durumda haksız kazanç elde eden nafaka alacaklısı değil. Nafakaya sınırlandırma getirilirse veya şimdi bile hükmolunan nafakayı ödemeyen yüzde 65 oranındaki nafaka borçlusu haksız kazanç elde etmiş oluyor. Kadının ev içi emeği eşlerin dayanışma yükümüne bağlıysa, o evliliğin boşanma ile sonlanması durumunda geçmiş yıllara ait emeğin hakkının teslim edilmesi demektir yoksulluk nafakası. Yani yoksulluk nafakası kadın emeğinin karşılığı ve ödenmediği takdirde erkeklerin haksız kazancı. Çarpıtma sonucu kadınlar haksız kazanç elde ediyormuş gibi gösteriliyor ve iktidar partisi dahil siyasi partiler utanmadan bu çarpıtmanın borazanlığını yapıyor. Bakanlar aman bu konuda iktidar partisinin yıllara uzanan ince planlarını başkasına kaptırmayalım telaşıyla Ekimde laik aile hukukunu, Akbelen Ormanı gibi yok edeceklerinin ilanı derdine düştüler. Kadınları ev kölesi haline getiren bir düzenlemenin sahiplenilmesi için yarışmak, cehaletin, iktidarın ittifak partileri arasındaki yarışın konusu. Hükmolunan nafakaların ödenmeyişi asıl nafaka sorunuyken, ödenmeyen nafakanın yasadan bile çıkarılması için YRP rol çalmak, AKP rol kaptırmamak telaşında. Eşitlikçi geçinen pek çok erkek de cüzdan meselesi gündeme gelince kadın emeğini görmezden gelme kolaycılığı ile bu haksız kazancın peşine düşüp asıl tehdidin Medeni Yasaya yöneldiğini, hedefin aile hukukundaki eşitlikçi düzenlemenin ortadan kaldırılması olduğunu görmüyorlar. Kısacası nafaka nafakadan ibaret değil. Kadın erkek eşitliği ve laik hukukun temeline tekabül eden bir konudur. Ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, kadınlara ve laik aile hukukuna tehdit, YRP’ye ise rol kaptırmama telaşı olarak yorumladığım beyanı ile Ekimde karşımıza gelecek. Hadi bakalım hangi milletvekilleri, hangi partiler insan onuruna aykırı ev köleliği düzenini destekleyecek, takke düşecek, kadının insan haklarını tanıyanla tanımayan ayırt edilecek.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.