'Müzik eleştirmemliği'

Eleştiri, derinlemesine ve samimi olabildikten sonra olumlu veya olumsuz olması ikinci plandadır. Asidik bir egoyla içten yanmalı sanatçılar hariç çoğu yaratıcının tercihi eserine tepki almaktır.

Google Haberlere Abone ol

Değinmeye değer bulduğum bir mesele müzik eleştirmenliği. Başlıktaki üçüncü “m” harfi bir hata değil. Müzik eleştirmenliğinin eleştirmek istediğim yanını vurguluyor. Her yaratıcı birey, yarattığı eseri bir şekilde başkalarına sunmak, duyurmak, göstermek, bunların karşılığında tepkiler almak ister. Bu anlamda her eser bir önermedir. Alan, almayan, kabul eden veya reddeden, beğenen veya beğenmeyen olacağı gibi, eserin fikrî hak sahibinin de müstakbel tepkilerle zihinsel ve duygusal bir ilişkisi olacaktır. Verilen her tepki, olumsuz veya ürkütücü derecede kötü de olsa, önemsemenin yansımasıdır. Tepki olumluysa da genelde yaratıcıda muazzam bir haz ve tatmin bırakır. Bu durum sanatın ve sunulan sanat eserlerinin büyülü olma hallerinden biridir ve içinde müthiş heyecan verici olasılıklar barındırır.

Bir sanatçı, şarkı yazarı, müzik grubu bir eseri ortaya çıkartırken türlü şey düşünür. Çoğu zaman derinlemesine bir sürü fikrin altına girer, üstünden çıkar, evirir, çevirir, yazar, bozar, yapar, yıkar ama düşünür. Epey hem de. Uğraşır. Herhangi bir metni nasıl bir beste ve tavırla bir şarkıya çevireceğini, veya bir nota/akor dizisine, bir melodiye, bir besteye hangi sözleri nasıl oturtarak onlardan bir şarkı yapacağını. Bu düşünceler genelde bir enstrümanın veya kağıdın başına oturur oturmaz çıkmaz, çıksa da genellikle asla son hali olmaz. Saatler, günler, haftalar, hatta bazen aylar içerisinde defalarca evrilir bu fikirler. Söz değişir, nota değişir, akor değişir, nakarat değişir. Hepsi birden değişebilir. Evrilir, muhtemelen güçlenir ve iyileşir, sonra da sanatçıya göre nihai haline gelir. Sanatçı uğraşmıştır yarattığı şeyle. Üzerine düşünmüştür. İster ki ondan çıkanı insanlar dinlediğinde bir tepki versin. Tercihen olumlu olsun tabii ki tepkiler. Ama her şeyden önce sanatçı tepki ister. Olumsuz da olsa, yaratmak için kılı kırk yardığı eserinin dinleyende uyandıracağı hisleri bilmek, duymak, görmek ister. Fikrini sunmuştur; o fikirle yola çıkarak meydan getirdiği eseri kayıt altına alıp alenileştirmiş, yani herkesle paylaşmıştır. Artık o fikir münazaraya açıktır.

Eleştirinin kelime anlamı olumsuz değil. Yani, başlıktaki “eleştirmeme” halini eleştirirken eleştirinin ve eleştirmenliğin doğasında bulunan, çok olumsuzdan çok olumluya uzanan geniş spektrumun ülkemizdeki darlığını kastediyorum. Görsel olarak 180 derecelik bir yarım daireyle ifade edilebilecek bu spektrumda, birkaçını tenzih ederim, müzik eleştirmenlerimizin çoğu nötr ile olumlu arasında kalan 90 derecelik çeyrek dairede kalmayı tercih ediyor. Bunun temel iki nedeni olduğunu düşünüyorum. Birincisi ve çok önemli olanı sosyal: Eleştirmekle yükümlü oldukları eserlerin çoğunun yaratıcısını bizzat tanıyor olmaları. Doğal olarak ortada girerli çıkarlı ilişkiler, gönüllü gönülsüz bağlar ve hassas girift ağlar var ve bundan ötürü fikirler akacak olsa da kalemler baraj kuruyor ve birçok şey yazılamıyor, çizilemiyor. İkincisi, ki müesseseye asıl zararı verdiğini ve son derece yanlış olduğunu düşündüğüm eğilim, olumsuz eleştiriyi dile getirmek veya kağıda dökmektense eseri görmezden gelmeyi tercih ederek iyi bir şey yaptığını sanmak. Bu olgulardan tüm yaratıcı endüstriler üzerine yazanların farklı düzeylerde mustarip olduğunu görmekle birlikte, en ileri seviyede örneklerinin müzik işinde olduklarını düşünüyorum. Film, dizi, kitap eleştirmenlerinin sık sık olumsuz yazılarına denk gelirken herhangi bir eleştirmenin veya eleştiri mecrasının “bilmem kimin yeni teklisi/albümü ‘zayıf‘, ‘eksik‘, ‘berbat‘, ‘rezalet‘ şeklinde bir paylaşımına rastlamıyorum. Oysa biraz deşilse, külliyen kötülemek istenmiyorsa da iyi ve kötü yanları ayrıştırılarak irdelense fena mı olur? Müziklerin beğenilmese de önemsenmesi, yaratıcı bireyden ortak hafızaya kadar fayda sağlamaz mı? Eninde sonunda sanatçıları intihal veya alenen kopyalamadan önce cesur ve özgün eserler sunma yönünde cesaretlendirmez mi? Ya da en azından toplumsal varoluşumuzun her alanına sirayet ederek “düşünce”yi çürüttüğünü gözlemlediğim ‘usulün esastan önde gelme’ haline biraz olsun çare sunmaz mı?

Eleştirmenliğini meslek edinecek kadar müziği sevdiği ve bildiği iddiasıyla ortada olan birinin o fikre dair her türlü tepkisi olağan ve meşru olduğu gibi, bir fikre, yani bir şarkıya, kısaçalara veya uzunçalara tepkisi kendi derinliğinin göstergesidir. Sunulan eserden nefret etmesi ve yerden yere vurması, o eseri çok beğenmesi ve göklere çıkarması kadar önemlidir. Bir eseri hiç beğenmediğinde veya nötr hissettiğinde ondan hiç bahsetmemeyi seçmek, bir başka deyişle eseri ve yaratıcısını yok saymak iş düsturu açısından sorunlu bulduğum bir durum. Kimseye de bir faydası yok, müzik üretimine ve sektörüne olmadığı gibi. El elden, akıl akıldan, fikir fikirden üstündür.

Eleştiri, derinlemesine ve de samimi olabildikten sonra olumlu veya olumsuz olması ikinci plandadır. Hatta asidik bir egoyla içten yanmalı birtakım sanatçı hariç kanımca çoğu yaratıcının tercihi, eserine fena da olsa tepki almaktır. Bu, sanatçıya birçok bakımdan ışık tutacağı gibi, her anlamda sanatçılığına katkı sağlayacaktır. “Ağır eleştiri” gibi biraz anlamsız bir ifadeyle ifade edilmek istenen “ileri derecede olumsuz eleştiri”ye maruz kalıp da demoralize olan, cesareti kırılıp kabuğuna çekilen sanatçı olgusuna inanmıyorum. Varsa da kişinin hiçbir zaman tam olarak sanatçı ruhuna sahip olmadığının bir tasdikidir. Zira sanatçılık, sayılı bazı meslekteki varoluş halleri gibi, çelikten sinirler ve dirayet ister. Dikeni, çöpü, zahmeti, tasası, acısı bol ama mükafatı belki başka her uğraşta olabileceğinden daha büyük olan bir yoldur. Bu yola çıkanların, göreceli iyi ya da kötü, yaratacakları ve bırakacakları mirasın değeri kolay kolay ölçülemeyecek boyutta olabilir. Bu ayrıcalığa sahip olan müzisyenler, sözlerinin de bestelerinin de her zaman eşelenmesine, deşilmesine, kurcalanmasına, sorgulanmasına müstehaktır. Düşünsenize; kaç kişi ardından “bu dünyadan da bir bilmem kim geçti” yazılacak kadar ayrıcalıklı ve şanslı olabiliyor?