YAZARLAR

Muhalefet başörtüsü teklifini 'görüşmeyi dahi' reddetmeli

Yeni bir toplum inşa etmek için seçime çeyrek kala yapılan bu iktidar hamlesini boşa çıkarmak, bu girişimi yok saymak ve yok etmek muhalefet partilerinin birinci ve en önemli önceliği, bu topluma temel borcu olarak görülmeli. Hem şekil hem içerik olarak bu anayasa değişiklik teklifini Mecliste görüşmeleri ihtimali bile yüz karası olacaktır.

TBMM, 27’nci dönem 5’inci yasama yılının son çeyreğine giriyor. Son çeyrek diyorum çünkü seçimler Haziran'da yapılacak olsa bile bu son yarı yılın en fazla yarısında çalışıp tatile girecek mecburen. Meclis gibi Cumhurbaşkanı da son çeyrekte, yani bugüne kadar yaptıklarını son birkaç ayda yapacaklarının teminatı olarak görecek kadar bir tecrübe edinmiş olmalı muhalefet. Örneğin Mecliste iktidar bloku milletvekilleri bu dört buçuk yılda muhalefet partilerinden gelen kaç yasa teklifini görüşmeye değer buldu? Bu sorunun cevabı bildiğim kadarıyla sıfır. Devam edelim, iktidardan gelen yasa teklifleri için, muhalefet partileri milletvekilleri tarafından komisyon ve genel kurul aşamalarında verilen değişiklik önergelerinin kaçı kabul edildi? İktidar çok az yasa teklifinde düzeltme yaptı. Onlarda da, mecliste değişiklik önergelerini kabul etmek yoluyla değil de getirdiği yasa teklifini geri çekerek bir süre uyuttuktan sonra yeni teklif getirmek yoluyla bile muhalefeti dikkate almış gibi yapmak yerine, kendi hatasını kendisi fark etmiş de düzeltmiş gibi yapmadı mı? Soru önergeleri desek mesela kaçta birine cevap verdi. Cevapların kaçta kaçı yasal sürede geldi. Gelen cevapların kaçta kaçı sorulan sorunun cevabını içeriyordu?

Sadece bu soruların cevabını düşünmek bile muhalefet partilerinin peşinen anayasa teklifini görüşmeyi dahi reddetmesi için yeterli değil mi?

Bir başka mesele yasa ve anayasa teklifinin yıllardır anayasaya aykırı olarak gerçekleştirildiğinin bilinmesine rağmen dile getirilmeyişi. Dört buçuk yıldır bu gerçeklikten, doğru bir muhalefet tepkisi kurulmasa bile hiç değilse son çeyrekte iktidarın ipliğini pazara çıkaracak bir seçim kampanyası yürütmek için anayasa değişikliğine karşı mecliste tavır alınmalı değil mi? Şu gerçekleri topluma anlatmak zor olmamalı diyemiyorum çünkü biliyoruz ki asıl mesele muhalefet partilerine bu gerçekliği konuşmaya başlama vaktinin geldiğini anlatabilmek. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adını verdikleri 2017 değişikliklerine göre Cumhurbaşkanı Hükümetinin yasa yapma yetkisi yok. Kendileri yazdılar bunu. Parlamenter sistemdeki gibi bakanlıklar meclise yasa teklif etme yetkisine sahip değil. Peki uygulama nasıl?

Cumhurbaşkanlığında tüm bakanlardan bürokratların yer aldığı birimler var. Saraydaki birimler yasa teklifi hazırlıyor. Hazırladıkları metin Cumhurbaşkanının onayına sunuluyor. Onayladığı takdirde taslak ilgili bakanlığa iletiliyor. Bakanlıkta teknik ayarlamalar yapılıp tekrar kabine görüşüne yani Cumhurbaşkanına sunuluyor. Kabinede hazırlanan taslak için meclise sevk edilme takvimi belirleniyor. Ki bu da Cumhurbaşkanı onayı anlamında. Hesapladınız mı daha meclise gelmeden bir yasa teklifinin kaç kere Cumhurbaşkanı onayından geçtiğini? Ki bir yasama yılında yapılan yasa sayısının ne kadar anormal derecede yüksek olduğunu da ekleyelim. Hepsine tek kişi karar veriyor. Mümkün mü? Hayır. Şüphe yok ki gerçek karar vericiler danışmanları. Yasayla görevlendirilmemiş, Anayasaya bağlılık yemini etmemiş, tek kişi tarafından seçilip tek kişiye karşı sorumlu kılınmış, halka hizmetten bihaber siyasi memurlar yönlendiriyor tek karar vericiyi. Danışmanların reisi de “gönderile” dediği vakit bakanlıktan AKP genel merkezine, oradan AKP grup başkanvekilleri eliyle ki bu durumda onlar evrak servisindeki mühür basma memuru konumunda, vekillerin imzasına açıp, ara konak konumuyla meclis başkanlığına iletiyorlar. Ki bütün bunların çok daha fazlasını bu ülkenin tüm partileri ve politikacıları derinlikli olarak biliyor, şüphe yok.

Dört buçuk yıldır kendi yaptığı şu sistemi kuran anayasa değişiklik paketini bile defalarca çiğnemiş olan iktidarın Anayasa değişiklik teklifini görüşmekten dahi uzak durmak için bu kadar neden yeter de artar bile. İktidarın kendilerini sıkıştırdığı köşeden siyaset yapmak zorunda değiller. Topal ördek konumundaki bir iktidarın üstelik anayasa hükümlerini çiğneyerek sunduğu bir anayasa değişikliğini görüşmeye ilkesel olarak hayır denmeli. Anayasalar bir kişinin, birkaç danışmanı ve birkaç bürokratla yapabileceği bir düzenleme olamaz. Tüm toplumsal kesimlerin taraf olduğu geniş zamanlı ve özgür tartışma ortamının yaratılması gerekir anayasa yapmak için. Hem başörtüsü hem aile maddeleri nedeniyle doğrudan kadınların ve çocukların hayatına değen bir toplum düzeni inşası anlamına geliyorsa üstelik ancak kadınların, bağımsız kadın örgütlerinin, hak savunucularının sözünü ve onayını içermesi gerekir. Ki seçime çeyrek kala böyle bir ortam yaratılamayacağı gibi zaten şaftı kaymış, kırk yamalı bohça hükmündeki darbe anayasasına özgürlük kısıtlayıcı iki madde daha eklemek utancına muhalefet ortak olmayı nasıl düşünebilir? Anlamak imkânsız. Hak gaspına anayasal zemin kazandırma suçuna ortak olmayı düşünmek bile affedilmez hata.

24’üncü maddeye eklenen ilk fıkra başörtülü ve örtüsüz kadınların haklarını güvenceye alır gibi görünse de ikinci fıkra başörtüsü dışındaki kıyafetini sadece dini inanç gerekçesiyle serbest görüyor. Dini inanç dışındaki kıyafet tercihlerine ilişkin düzenleme yetkisini de kamu kurumlarına bırakıyor. Maddenin lafzı ve gerekçesinde açıkça gördüğümüz gerçek geçmişte başörtülü kadınlara yaşatılan yasakların ve hak gaspının gelecekte başörtülü olmayan kadınlara yaşatılacağı bir kamu düzeni hazırlandığıdır. Yasakların tekrar gelmesini istemiyoruz evet ama bir başörtüsü dayatmasının gelmesini de asla istemiyoruz. Laiklik ilkesini tümüyle buharlaştıran bu maddeyle ülkede dindarlar için ayrı sekülerler için ayrı bir hukuk sistemi oluşturulması ihtimali de beliriyor. Yani ilk etapta tümüyle bir başörtüsü zorlaması ve başörtüsü dışındaki kadın kıyafetine sınırlama getirilmeyeceği söylense bile -ki söylenmiyor- bu durum laik hukuku bir kenara kaldırıp inanca dayalı çok hukukluluk düzeni olacaktır. Bunun adı Lübnanizasyon olur. Cemaatler halinde ayrı kompartmanlarda yaşama modeli dayatılması anlamına gelir. Osmanlı Tanzimat döneminin öncesine geri dönen bir toplumsal düzene hangi muhalefet partisi ‘evet’ der bilmem ama toplumun buna ihtiyacı olmadığını kesin olarak söylemek gerekir.

Bu nedenle CHP’nin helalleşme çağrısı ve özeleştirisiyle sunduğu teklifi, yasalaşması gerekmeden bile siyasal, toplumsal kutuplaşmadan çıkış imkânı sunan bir girişim olarak değerlendirdim. Ancak AKP’nin yapacağı bir başörtüsü düzenlemesinin ise toplumsal kutuplaşmayı derin yarılmaya dönüştüreceğini söylemiştim. Henüz metinleri karşılaştırmalı inceleme fırsatı bulamadan önce dile getirdiğim bu görüşümde yanılmadığımı bugün daha iyi anlıyorum. 41’inci madde değişikliği de başörtülü kadınların haklarına güvence getiriliyormuş gibi sunulan aldatmacanın tamamlayıcı parçası olarak yazılmış. İkisi birlikte tam bir sosyal mühendislik çalışması. Yeni bir toplum inşa etmek için seçime çeyrek kala yapılan bu iktidar hamlesini boşa çıkarmak, bu girişimi yok saymak ve yok etmek muhalefet partilerinin birinci ve en önemli önceliği, bu topluma temel borcu olarak görülmeli. Ailede erkek egemenliğinin yeniden kurulmasına, pek çok tarikat ve cemaatte benzerlerinin bulunduğunu herkesin bildiği Gümüşel ailesinin anayasal aile modeli olmasına kapı açıyor.

Daha pek çok neden sayılabilir. Ancak çok dar bir kesimin istediği anayasa modelini tüm topluma dayatan iktidarı durdurma başarısını gösteremeyen bir muhalefetin bu topluma söyleyecek fazla bir şeyi olamaz. Hem şekil hem içerik olarak bu anayasa değişiklik teklifini Mecliste görüşmeleri ihtimali bile yüz karası olacaktır.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.