Modern toplumun sınıfa bakışı: Martin Eden

Pietro Marcello yönetmenliğindeki "Martin Eden", MUBI'de izleyicilerle buluştu. Film, işçi sınıfından genç bir denizcinin hayat yolculuğuna odaklanıyor.

Google Haberlere Abone ol

Gizem Üstündağ

Jack London tarafından yazılan ve Jack London’ın hayatından izler taşıması sebebiyle yarı otobiyografik bir eser olan 'Martin Eden', Pietro Marcello tarafından sinemaya uyarlandı. Dünya prömiyerini 76. Venedik Festivali’nde yapan film, başrol oyuncusu Luca Martinelli’ye En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'nü getirdi. Aynı yıl 44. Toronto Film Festivali’nden Platform Ödülü'yle dönen "Martin Eden"i şimdilerde MUBI’den izlemek mümkün.

Marcello, modern toplumun sınıfa dair bakışını çarpıcı bir dille aktarıyor izleyicilere. İtalyan toplumundaki proleter sınıf sorunlarına, sosyal adaletsizliğe, işçi haklarına dair önemli şeyler söylüyor ve bunu 16mm olarak çektiği mizansenlerle destekliyor. Zengin ve katmanlı metaforik anlatımıyla dönem sineması geleneğinden sıyrılmayı başarıyor "Martin Eden".

Sınıf çizgilerinin keskin sınırlarla belirlendiği İtalyan toplumsal hiyerarşisinde, işçi sınıfından Martin Eden’in yazar olma, burjuvaziye katılma ve hayal ettikleri gerçekleştiğinde elinde kalan kocaman boşlukla verdiği mücadelenin makus hikâyesini izliyoruz.

Martin Eden, ablası ve eniştesiyle yaşayan, eğitimsiz, yaşadığı dünyaya küskün ve öfkeli, kendi sınıfını hor gören, içten içe burjuva hayatına meraklı, yakışıklı bir genç. Burjuvazi ortamına girdikten sonra eğitimsizliği rahatsız etmeye başlıyor Martin’i. Çünkü ilk görüşte aşık olduğu zengin kız Elena, Martin’in bilgisizliğini yüzüne vurmaktan asla geri durmuyor. Ve Martin Eden sınıf atlama savaşını "onlar gibi olmaya karar vererek" başlatıyor.

Artura adlı bir genci dayak yemekten kurtarması ve Artura’nın teşekkür için kendisini eve davet etmesiyle, Martin Eden'in hikâyesi tüm çırpınışlarıyla başlıyor. Martin, son derece zengin olan ailenin kızı Elena’ya gönlünü kaptırıyor. Ancak onunla iletişime geçebilmesi, ona ulaşabilmesi için eğitimli olması gerekiyor. Buradan sonra Martin, kendini kitaplara veriyor. Yazar olmak uğruna elinden ne geliyorsa yapıyor ve bu süreçte kendini bir hayli geliştiriyor; Elena’yı ve en önemlisi de kendisini aşıyor. Elena, Martin’in gelişimine destek verse de aralarındaki ilişki sınıf farklılığına yenik düşüyor ve hikâye kadının yön verdiği ayrılıkla ilerliyor.

Okuduğu kitaplardan, evrim yasasından özellikle Herbert Spencer’ın güçlü olanın hayatı domine ettiğini öne süren fikirlerinden etkileniyor. İnsanlığın evrimleştikçe evrim yasalarını daha iyi idrak edeceğini savunuyor. Sosyalizme karşı Friedrich Nietzsche’nin bireyciliğine (individualism) başvurulması gerektiğini düşünüyor. Sınıf çatışmasının bile evrimin ürünü olduğunu iddia eden Martin Eden, sosyalizmin içindeki en büyük sorunun köle ahlakı olduğunu ve bu durumun daha çok patronlar yaratacağını, örgütlü sosyalistler kendi içlerinden patronlar yaratsa da bunun gizli kalabileceğini dile getiriyor.

Tüm olumsuzluklara rağmen Martin, ilk romanının yayınlanması ile büyük bir üne kavuşuyor. Onca verdiği mücadelenin karşılığını alıyor. Fakat Martin’in hayatındaki boşluk dolmuyor. Yazdığı şeylerin şimdilerde hayranlıkla karşılanmasına anlam veremiyor. Önceki yazdıklarıyla şimdiki yazdıklarının arasında fark göremeyen Martin, bunun bir yanılsama oluşundan dem vuruyor. İçine düştüğü popüler kültür, hapsolduğu varoluşunu sorgulatıyor. Ve Martin ile biz de sormadan edemiyoruz: 

Yazdığı metinler popüler kültüre hizmet eden bir metadan mı ibarettir?, Yalnızca iyi giyimli kimseler mi zekanın iktidarına sahiptir?, Kültürün düsturu güzellik ya da giyinmek midir?, Üniversite eğitimiyle derin bilgi aynı şey midir?

Martin, her şeyin sonunda tüm bu cehaleti görüyor, anlıyor fakat kabul etmekte güçlük çekiyor. Ve günün sonunda hiçbir sınıfa ait olamıyor. Arafta kalmışlığın acısıyla, derin yalnızlığa ve mutsuzluğa sürükleniyor.

Martin’in denize olan özlemi ve tutkusu dinmiyor. Marcello, gemi görüntülerinden oluşan kısa sekanslarla bunu seyirciye aktarmayı başarıyor. Kullandığı flashbackler ve dönemin ambiyansını yansıtan materyaller ile belgesel tekniğine ne denli hakim olduğunu bir kez daha ispatlıyor Marcello ve kahramanın tükenişini tüm çarpıcılığıyla ekrana yansıtıyor.

"Martin Eden", güncelliğini yitirmeyen sınıf çatışmasını, işçi sınıfını, statü ve servet seviciliğini, kapitalizmi Amerikan rüyası tadında aktarsa da bu idealin yarattığı düş kırıklığı, Martin’in varoluşsal çırpınışlarında bir kez daha can veriyor...