YAZARLAR

Mezuniyet balosuna kiminle gitmeli?

"The Prom", biçim olarak esinlendiği müzikal komedilerden çok kopmasa da, Ryan Murphy’nin ‘eşelemek’ istediği konulara yer açmaya izin veren ve etkileyici oyuncu performanslarıyla keyifle izlememizi sağlayan bir yapım. Türe meraklı olmayan seyirciler bile klasik ve biraz naif bir ‘aşk hikayesinden’ daha fazlasını bulacak. Müzikal komedi tutkunları ise tam bir ziyafet çekecek!

Baştan belirtmemizde fayda var: Eğer Broadway’in ‘saf’ geleneksel tarzındaki müzikal komedilerinden haz duymuyorsanız veya bu türe kendinizi uzak buluyorsanız, "The Prom" filmi kuşkusuz size göre değil… Çünkü karakterlerinin yaklaşık 500 kişilik bir orkestra eşliğinde aniden şarkı söylemeye başladığı, neredeyse hiçbir şekilde normal bir diyaloğun olmadığı bir filme girmek, hikâyesine layığıyla dahil olmak her zaman için zor ve ‘meşakkatli’ görünebilir. Bizce, bu türe hayran olan seyirciler dışında izleyicileri ‘uzakta’ tutabilecek bu tür, ancak Baz Luhrmann’ın ara sıra yaptığı gibi ("Romeo&Juliet", "Moulin Rouge"…) modernize veya stilize edilmiş bir anlatımla belki ‘hazmetmesi’ daha kolay hale gelebilmiştir.

Netflix kanalında karşımıza gelen "The Prom" filminde ise böyle bir yaklaşım pek hissedilmiyor. Hatta hikayenin önemli karakterleri zaman zaman biraz ‘karikatürel’ duruyor, ‘kendileriyle alay etme’ sanatını kullanıyorlar ve film, ilk bakışta dört yıl önce Atlanta’da gerçekleşen, 2018’de ise Broadway’de sunulan müzikal komedi şovuna layık, ‘eski tarzda’ müzikallerin izinden giden bir sinematografik versiyon izlenimi veriyor.

Ancak 10 yıldır (televizyonun aksine!) beyazperdeden uzak olan, deneyimli yönetmen Ryan Murphy, seçtiği türün ‘mesafesini’ kırmak için daha ‘derinlikli’ ve hassas bir konuyu dahil edip, genelde müzikallerin izlediği klasik ‘gönül ilişkileri’ kalıplarından sıyrılıyor ve özellikle belki de hikayenin asıl kahramanı olan Meryl Streep’in enerjisi ve coşkusuyla da filmini daha farklı bir seviyeye taşıyor.

Dee Dee Allen, kendini beğenmiş ve bencil ama aynı zamanında kariyerinin zirvesini yaşamış, unutulmaz bir Broadway yıldızı, başka bir deyişle bir tür ‘Diva’dır. Yer aldığı son gösteri ‘Eleanor’ eleştirmenler tarafından ‘yerin dibine batırılıp’, bütün diğer seanslar iptal edilince, o ve üç meslektaşı (ve arkadaşı) sönmekte olan popülerliklerini tekrar yükseltmek için medyada ses getiren bir davaya müdahil olmak isterler: İndiana’da okul mezuniyet balosuna kız arkadaşını getirmek isteyen, eşcinsel bir genç kız olan Emma’nın yolu, böyle bir durumu ‘ahlaksız’ ve ‘kötü örnek’ olarak gören veliler ve okul yönetimi tarafından kesilmektedir. Allen ve arkadaşları Emma’ya destek olacak, bir yandan da kendi reklamlarını yapmayı ihmal etmeyeceklerdir.

MÜZİKAL KOMEDİLERİN DEZAVANTAJI

Özelikle son 15-20 yıldır hem beyazperdede hem de televizyon yapımlarımda sık sık işlenmeye başlanmış olan ‘cinsel kimlik’, ‘cinsel yönelim’ ve bunun özgürce yaşanabilmesi gibi bir konunun ne kadar derinlikli ve ‘ince’ yaklaşım gerektirdiğini göz önüne alırsak, bunu bir müzikal komedinin merkezine koymak biraz yersiz durabilir. Çünkü atmosfer, dans ve oyunculuk açısından ne kadar başarılı olursa olsun, genelde müzikal komediler, diyalog azlığı nedeniyle de konusunu basit tutar, oyuncular hissettiklerini üstüne basa basa abartılı sözlerle ve hareketlerle ifade ederler ve final beklendik bir şekilde bağlanır.

Bu arada yanlış anlamaları önlemek için belirtelim: Hiçbir şekilde bu türü küçümsemiyoruz. Müzikal komedi filmleri zaman zaman çok başarılı yapımlar olmuş hatta bazıları başyapıt mertebesine yükselmiş, uzunca bir süre ‘altın çağını’ yaşayan Hollywood sinemasının taşıyıcı kolonlarından biri haline gelmiştir.

Ryan Murphy’e gelince, yönetmen deneyimini konuşturarak müzikal bir filmde üstünkörü geçilebilecek hatta ‘gülünç’ durabilecek eşcinsellik ve ona karşı oluşan baskı konusunu aslında hikâyesinin içine ‘yedirmiyor’, hikâyesinin ‘yanına koyuyor’! Başka bir deyişle asıl ilgilendiğimiz lezbiyen bir kızın haklı davasından ziyade kahramanlarımızın bu işe nasıl girdikleri ve bundan ne çıkar sağlayacakları oluyor.

KAHRAMANLARIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ

‘Cinsel Kimlik’ üzerine bu ‘mesafeli’ ve ‘yanına koyma’ tutumu, hem Emma’nın haklı duruşunu zedelemiyor hem de müzikal ortamı içinde olayı ‘eğlenceli’, ‘komik’ veya ‘şamatalı’ bir hale getirmiyor. Murphy, bir yandan bir Amerikan taşrasındaki ‘tutucu’ ve ‘püriten’ tutumu eleştiriyor ama bir yandan da asıl, dört başkahramanımızın popülerlik amacıyla New York’dan kalkıp küçük bir taşra kasabasına gelip yaşadıkları ‘kültürel şoka’ eğiliyor. Şaşalı, lüks ve gösterişli bir dünyaya ait olan ve buranın dışında yaşamamış olan Allen ve arkadaşları bu kasabaya (sahte ama) sağlam bir giriş yaptıktan sonra önce sorumluluk sahibi, ardından biraz turist gibi, daha sonra biraz ‘alaycı’, en sonunda da ‘ayak uydurmuş’ bir şekilde davranıyorlar. Zaman geçtikçe, bu çok ‘sınırlı’ kasabada kendi çıkarlarını ikinci plana atıp, adeta bir grup terapisinde olacağı gibi, kendi kimliklerini sorgulamaya, hayatlarını değerlendirmeye, pişmanlıklarını dile getirmeye başlıyorlar. Ancak bunu da çoğu kez tabii müzikler eşliğinde, bazen dans ederek yapıyorlar.

DEE DEE COŞUYOR, COŞTURUYOR!

Oyuncu kadrosunun ve belki de filmin lokomotifi görevini üstlenen Meryl Streep, inanılmaz kariyerine (tam 23 Oscar ödülü adaylığı ve 3 Oscar ödülü!) bir halka daha ekleyip bir kez daha bizi şaşırtmayı beceriyor. Rolüne kattığı ‘narsistik’ duruş, içinde taşıdığı buruk hava ve hüzün, karakterinin geçirdiği bütün duygusal değişimleri tam olarak seyirciye aktarıyor. Bunun yanında belli bir yaşta olmasına rağmen müzikal sahnelerdeki performansı da takdire şayan. Meryl Streep o kadar enerjik bir hava estiriyor ki, diğer karakterlerin performansları ister istemez biraz gölgede kalıyor. Aslında her birine senaryoda bir ‘aslan payı’ ayrılmış ancak sanki bu sekansları izlerken bile aklımız Dee Dee karakterinde kalıyor. Özellikle başarılı bir performans göstermesine rağmen, artık şarkı söylemede rüştünü ispatlamış Nicole Kidman’ı biraz daha fazla görmek isterdik!

Sonuç olarak "The Prom", biçim olarak esinlendiği müzikal komedilerden çok kopmasa da, Ryan Murphy’nin ‘eşelemek’ istediği konulara yer açmaya izin veren ve etkileyici oyuncu performanslarıyla keyifle izlememizi sağlayan bir yapım. Türe meraklı olmayan seyirciler bile klasik ve biraz naif bir ‘aşk hikayesinden’ daha fazlasını bulacak. Müzikal komedi tutkunları ise tam bir ziyafet çekecek!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .