Merhaba adım Sapiens, mekan sahibiyim!

İnsanın bu düzeni bozup da kendi sesini geri ele geçirdiği, komşusuna coşku ve mutlulukla seslenmeyi yeniden başaracağı zamana kadar, benim bu şimdiki çağa başka bir isim önerim var: Otomatik Çağ.

Google Haberlere Abone ol

Selim Martin*

Antroposen, insanlığın dünyaya olan etkisinin en üst düzeylere çıktığı süreç için yine insan tarafından üretilmiş bir terimdir. İnsanın müdahalesi sonucunda dünyanın ikliminde, biyo-çeşitliliğinde, jeomorfolojisinde, atmosfer yapısında görülen değişimler nedeniyle; bilim insanları dünyanın artık geri döndürülmesi çok zor bir sürece girdiğini ve küresel boyutlu bu değişimin devam edeceği de dikkate alındığında, sürecin tanımlanması ve etkileriyle mücadele edilebilmesi amacıyla bu zaman diliminin jeolojik bir devir olarak kabul edilmesi ve adlandırılması gerektiğini öne sürerler. Antroposen: İnsan Çağı!

Antonio Stoppani (1824 – 1891), İtalyan
jeolog, paleontolog ve rahip.

Sürecin tanımını yapıp Antroposen ismini ilk ortaya atan İtalyan Jeolog ve Paleontolog Antonio Stoppani ve konunun tekrar gündeme getirilmesini sağlayan Hollandalı Kimyager Paul Jozef Crutzen dahil olmak üzere çoğu bilim insanı, bu çağı ne zamandan başlatmak gerektiğinde pek anlaşamasalar da insan etkilerinden kaynaklı bir çağda yaşadıkları konusunda hemfikirdirler.

İNSANIN ÇAĞI NE ZAMAN BAŞLADI?

İnsanın bu yoğun etkisinin başlangıcı, yani bu yeni çağı ne zamandan başlatmak gerektiği üzerine yapılan tartışmalarda ağırlıklı olarak Sanayi Devrimi ve devamında görülen fosil yakıt tüketimi milat olarak kabul edilir. Kimi iklim uzmanları Neolitik Çağ’ın ilk çeyreğinde tarımın icat edilmesiyle Antroposen’i başlattığımızı söylerken bazı bilim insanları ise radyoaktivitenin keşfi ile yeni bir insan çağının başladığını öne sürmektedir. Bunlarla birlikte hatırı sayılır bilim insanı ise insanın doğaya olumsuz etkileri böyle devam ederse, önümüzde bizi bekleyen karanlık bir çağ olduğunu kabul etmekle beraber Antroposen devrinin henüz başlamadığını savunur. Peki arkeologlara sorsak acaba ne derler? Daha doğrusu biz onlara soralım onlar da geçmişte yaşamış insanlara sorsunlar; insanın çağının ne zaman başladığını…

Paul Jozef Crutzen (1933- 2021), Nobel
Kimya Ödülü sahibi atmosferik kimyager.

Sevgili okuyucu, madem insan çağını konuşuyoruz, bu yazıda bir değişiklik yapalım ve eskinin söylencelerini sayfalarımıza taşımak yerine bu yeni çağın mitolojisine ilk satırları birlikte düşürelim.

Avcı-toplayıcı ve göçebe yaşamdan beri başımıza gelen hemen her şeyi anlamlandırma çabamız, Homo (insan) türlerinin belki de diğer canlılardan ayrılmasını sağlayan en önemli özelliklerinden birisidir. Bu özellik, iklime ve coğrafyaya adaptasyonumuzu hızlandırmış; türlerin yaşamının devam etmesini, beslenme-barınma ve üreme faaliyetlerinin tesadüfe yer bırakmayacak şekilde başarılı ve devamlı olmasını sağlamış olmalıydı. En azından Homo sapiens’e kadar sürecin böyle devam ettiğini söyleyebiliriz. Ancak Homo sapiens’in hiç durmadan çalışan beyninin; devamlı olarak doğayı ve çevreyi gözlemleyerek, olaylar-durumlar arasında neden sonuç ilişkisi kurması ve araya bir manipülasyon katarak sonucu lehine çevirebilmesi hem kendi yaşamını hem de dünyayı dönülmez bir biçimde değiştirmesini sağlamıştır. Sapiens ile birlikte insan dönüşmeyi bırakmış, doğayı isteklerine uygun olarak şekillendirmeyi başlatmıştır.

Homo sapiens.

Elimizdeki son verilere göre Sapiens en azından 210 bin yıl önce Afrika’yı terk etmiş, Asya ve Avrupa’ya yayılmaya başlamıştı. Bu yayılım hızla genişleyecek ve yaklaşık 15-10 binyıl arasında bir zamanda dünyadaki tüm topraklarda Sapiens’in ayak izleri görünür olacaktı. Dünya üzerindeki tüm canlılar arasında ilk defa bir tür, iklim ve coğrafi koşullara bakmaksızın yerkürenin tamamında hayatta kalmayı başaracaktı. Doğada bir denge arıyorsak, bu dengenin kendini sadece belli koşullarda yaşayabilen ve çoğalabilen canlılarda gösterdiğini görebiliriz. Ancak Sapiens muhteşem adaptasyon yeteneği sayesinde doğanın kurallarına belki de ilk kez karşı çıkmış ve bu isyandan zaferle ayrılmış görünmektedir. İşte başlıyoruz, evrensel yasalar 0- Sapiens 1.

YAKINDOĞU COĞRAFYASINDAKİ SAPİENSLERE YAKINDAN BAKMAK

Levant ve Mezopotamya.

Buzul çağının sona ermesi bilinenin aksine yavaş ve sancılı bir süreçtir. Son buzul doruğu ardından gittikçe ısınan hava ortalama olarak insan yaşamını kolaylaştırmış görünse de aslında sıklıkla değişen, tutarsız ve yıpratıcı gelgitler barındırır. Böylesi koşullarda özelikle Yakındoğu coğrafyasında yaşayan Sapienslere bakmak, “İnsan Çağı” araştırmaları için faydalı olacaktır. Yaklaşık 26-23 bin yıl önce ısınmaya başlayan hava, Yakındoğu insanlarını özellikle de Levant kıyı şeridinde (Suriye, İsrail, Lübnan, Ürdün vs.) ve Zagros-Toros kesişiminde (Kuzey Mezopotamya) yaşayanları kapalı alanlardan, mağara ve kaya sığınaklarından dışarı itmiş, açık alanda yaşam biçimlerini geliştirmelerine ön ayak olmuştur. Dünyanın geri kalanının aksine dışarı taşınan bu insanların bulundukları bölgelerde, ısınan hava ve artan yağış ile birlikte olumlu iklimsel koşullar görülür. Yaşam alanından çok uzaklaşmadan besin ekonomilerini yönetebildikleri için aynı yerde gittikçe daha uzun süre kalmayı başarmışlardır.

Önce bir iki hafta, sonra bir ay, sonra birkaç ay ve nihayetinde dönüşümlü de olsa birkaç mevsim yer değiştirmeden yaşamak, en azından 3 milyon yıldan fazla süren göçebe yaşam tarzının sonunun geldiğinin habercisi olmaktadır. Arkeologlar tarafından Epipaleolitik adı verilen bu zaman dilimi kendisinden sonra gelen Neolitik Devrim’in hazırlık süreci olarak görülmektedir. İnsanın doğayla olan mücadelesi yavaş yavaş doğaya müdahaleye dönüşmeye işte tam da bu sırada başlayacaktır.

Göçebe bir grubun, toplayıcılık yaparken bitkilerin zehirli olanından uzak durup, besleyici olanını tüketerek yollarına devam edeceği tahmin edilebilir ama ya yarı göçebeler ne yapar acaba? Aynı yerde uzun süre kaldığınızda, burnunuzun dibindeki tehlikeli sebze veya meyveyi yok edersiniz, hatta bir zararı olmasa bile yenmeyen tüm bitkileri etrafınızdan uzaklaştırmaya çalışırsınız ki bu da besleyici olana istemeden de olsa yayılacak alan yaratmanıza yol açar. Geniş bir coğrafyada yaşayan tüm grupların aynı eylemi tekrarladığı düşünüldüğünde alın size doğaya karşı başarılı bir isyan daha. Evrensel yasalar 0- Sapiens 2.

GENÇ DRYAS DÖNEMİNİN ETKİLERİ VE GÖÇEBELİĞİN SONU

Buzul erimesinin sonlarına doğru görülen Genç Dryas ile eskisi kadar soğuyan hava, artan karbondioksit miktarı ve azalan yağış, insanları çok zorlamıştır. Tekrar ısınmaya başlayan havaya rağmen birkaç bin yıllık açık alan tecrübesinin tek başına yeterli olmayacağını düşünen Yakındoğu insanları, daha kalabalık gruplar halinde yeni çareler ya da olası yedek planlar düşünmeye başlayacaktır. İklimin tutarlı hale gelmesiyle başlayan Holosen ile birlikte beslenme için avcı ve toplayıcılığa devam eden ancak barınma olarak tam yerleşik düzen içeren köyler ortaya çıkar. Birbirine yakın yaşayan göçebe gruplar birleşerek göçebeliği sonlandıracak ve iklimin etkilerine karşı – gelecekte hava tekrar soğursa diye- taştan barınağını (kendi mağarasını) yapacaktır. Barınmayı çözdük şimdi sıra beslenme ve diğerlerinde…

Boncuklu Tarla, Mardin.

Bir bitkinin yakınında onlarca-yüzlerce dört mevsim geçti. Topraktan çıkan filiz, büyüyen gövde, olgunlaşan başak ve dökülen taneler; bir sonraki mevsim tekrar topraktan çıkan filiz ve tekrar büyüyen gövde ve devamı. İşte bir meyve ağacı, çiçekleri ne kadar da güzel, işte bir tomurcuk, sonra yeşil ve küçük meyve gittikçe olgunlaşacak, sonra toprağa düşecek ve işte bir daha ağaçlar çiçeğe durdu. Bulunduğumuz su kenarına, yılın neredeyse her günü çeşitli hayvan sürüleri geliyor. İşte bir sürü, yavrular ne kadar çok ve bir o kadar da savunmasız. İşte sürünün en dikkatsiz zamanları, birbirleriyle dövüşüyorlar. Gözleri dövüşmekten başka hiçbir şey görmüyor. Bakın kazanan dişinin yanına gidiyor ve yine birçok yavru dolduracak su kenarlarını. Sapiens’in gördüklerini lehine çevirmekte çok başarılı olduğunu söylemiştik. Yanıma alacağım birkaç tohum ile doğayı taklit ederek istediğim bitkilerin büyümesini sağlamak, eve götüreceğim üç beş yavru hayvanı doğru besleyerek kendi sürümü oluşturmayı başarmak artık işten bile değil. Yazalım oradan Sapiens’e iki puan daha. Evrensel yasalar 0 – Sapiens 4. Uzaktaki akrabalarımın eskiden renkli boyalar ile resimlediği hayvanlar vardı, doğanın gizemlerinin kapısı belki de o resimlerle aralanmıştı. Artık hem onlar hem de bizler bir süredir hayvanları duvardan indirdik. Kemikten, taştan, bitümden ve hatta topraktan olanları sardı köyün etrafını. Boynuzlar, dişler, pençeler; hatta kabuklar, kuyruklar, gagalar ve kanatlar. Evlerimizde ve toplanma alanlarımızda kadınların küçük betimlerinin yanına taştan yapılma büyük heykeller eklenirken, evlerimizin altında ise kimi aşı boyalı, kimi deniz kabuklarıyla, boncuklarla süslü ölü akrabalarımız yatıyordu. Canlıların bedeninin gizemleri artık bizler için bir sır olmaktan çıkıyordu.

Tüm hayvanlar derileri, kürkleri, pulları veya tüyleriyle doğdukları gibi yaşar, çoğalır ve ölürler. Sadece insan; doğarken, çoğalırken ve ölürken çıplak, yaşarken ise giyiniktir. Yüzbinlerce yıldır bedenlerimizi aşı boyası, çamur, hayvan derisi veya bitkilerin kabuklarıyla kaplıyorduk. Şimdi bitkilerin liflerinden ipler, o iplerden ise dokuma kumaşlar yapma vakti. Bu arada evcilleşen koyunların sert kılları gittikçe yumuşayınca pek bir güzel oldu, bu tüylerden yaptığım kıyafetler ne de güzel ısıtıyor. Artık bedenimi korumak veya görünüşümü değiştirmek benim için çok kolay. Taştan kaplar bir süre sonra yerini toprak kaplara bıraksa da onlarla yaptığım şeyler pek değişmedi. Kuru yiyecekler yerini suyun içine lezzetini yayan öğünlere bıraktı. Bir de kaplarda ıslanan arpa ve buğdayın dönüşümünü gör[1]meniz gerekir. Onu tükettikçe ben de dönüşüyorum; kimi zaman bir şahine kimi zaman ise sinsi bir sansara. Hatta bir ara büyük büyük babamla sohbet etme şansı bile buldum bu leziz içecek sayesinde. Garip renkli taşların ısıtınca yumuşadığını soğuyunca sertleştiğini öğrenmemle, taşa rengini veren maddeyi eriterek ayırmayı başarmam çok uzun sürmedi sanırım. Bu sert, parlak ve güzel şeye bir isim vermek lazım şimdi. Isıtarak, ıslatarak, bekleterek, kurutarak, döverek, gererek ve benzerlerini yaparak ne kadar çok şeyin yapısını ve görünüşünü değiştirdim. Artık elime her geçeni değiştirmek gerçekten gittikçe kolaylaşıyor. Skor kaç oldu bu arada saymayı unuttum. Evrensel Yasalar 0 – Sapiens gol olup yağıyor. Sonra yağmuru beklemekten sıkıldım; nehirden tarlama doğru açtığım bir kanal tüm yiyeceğimi çürütse de bir dahaki sefere kanalı vaktinde kapatmayı çabucak öğrendim. Artık yiyeceğimden çok fazla ürünüm var. Daha fazla kanal, dikkatli sulama, çok ürün, büyük depo, büyük takas, dışarıdan gelen yeni yiyecek ve aletler, daha büyük depo. Yaşasın artık hayat ne kolay derken elinde silahlarla gelenler oldu. Daha fazla ürün, daha fazla silah, daha fazla insan ve daha fazla karmaşa.

VE İNSAN, KENDİ CANAVARINI YARATTI

Artı ürünün oluşması ile birlikte hem üretmek hem korumak hem ticaret hem de depolama için daha iyi bir iş bölümü ve örgütlenme gerektiği kolaylıkla tahmin edilebilir. Kutlarım! Artık bir devletiniz var. İnsan belki de kendi yarattığı bir canavarla ilk kez tam da bu zamanda karşılaşmış olmalı. Bu örgütlenmeyi (devleti) o kadar önemseyeceğiz ki, o günden bugüne başımıza gelen tüm belalar buradan çıkmasına rağmen hala en büyük korkumuz örgütsüzlük ve düzensizlik olacak. Bu ne yaman çelişki anne? Devlet 1 – Sapiens 0. Sapiens kendi kalesine attı. Canavar yaratmayı öğrendik eyvah ki ne eyvah. Biri bizi durdursun diyemeden devamı gelecek. Bu kadar ürün ve ticaret, artan nüfus ve görevler nedeniyle yazıyı icat edeceğiz. Her şey kayıt altında olmalı ki düzenimiz bozulmasın. E malum devlet dediğin her şeyi kaydeder, herkesi fişler. İnsan beşer, şaşar. Kayıt şaşmaz. Büyüklerimize(!) arada şaşsa da en azından sana bana şaşmaz. Başlangıçta ürünlerin, işlerin, canlıların, dağların, nehirlerin basit çizimleri varken, işin içine hesaplamalar, özel isimler, duygular, korkular girdi; düzenin büyük koruyucuları olan yerin altındakiler ile göklerdeki tanrılar girdi. Artık her şeyi acayip şekillerle ifade edip kilden tabletlere aktarıyoruz. Yazıyoruz.

Bugün harf dediğimiz bu acayip şekiller her yere girdi. İnsanlar arasındaki kavgalar bu harflerle cezalandırılacak, sınırları bu harfler çizecek. Kral kocaman bir tapınak yaptırdı; duymayan pardon okumayan kalmasın. Tanrı’nın günahkârlara gönderdiği gazabı okumazsan tabii başına bunlar gelir. Ne demek benim senden üstün olduğumu kabul etmiyorsun be kadın! Az evvel kentin meydanında yazanı okumadın mı?

Ne demişler söz uçar yazı kalır. Binlerce belki yüzbinlerce yıldır devam eden sesimiz son buldu. Yazı sesimizi ele geçirdi. Meyvenin birine verdiğimiz ilk isim, hayvana kurduğumuz tuzağı mağarada ballandırarak anlatmak, söylediğimiz güzel sözler, gökyüzünün parlak ışıklarının karşısında çıkardığımız hayret nidaları bitti. Köyümüze obsidyen getiren uzak komşuyu bağırarak karşılamak, ritüellerimizin melodik fısıltıları, doğumun mutlu çığlıkları uçtu. Tüm bunları sanki başka türlü olmuş gibi düzenleyerek aktaran yazı kaldı. Yazı hep bir düzen hep bir kural ister. Bir sayfaya sığmak ister. Başına büyük harf, yorulduğu yere virgül, bittiğini anlayın diye nokta ister. Hep isteyen bir canavarınız daha oldu, tekrar kutlarım. Devlet 2 – Sapiens turnuvadan çekiliyor. Şimdi ilk sorumuza geri dönelim ve arkeologlara göre Antroposen çağının ne zaman başladığına bir açıklık getirelim. Biraz pişmiş hatta dibi tutmuş bencileyin arkeologlara göre Antroposen, Sapiens’in tüm dünyaya yayılması ile başladı ancak devletin kurulması ve yazının icadı ile bitti. Bu zamana kadar insan doğaya müdahale edip onu kendine göre değiştiriyordu ancak yaratılan bu iki canavar zembereğinden boşaldı, aynı bir çığ gibi, onu yaratanı da içine alıp sürüklemeye, önüne çıkan her şeyi yutmaya başladı. Günümüzde -gelecek için- korkulan yapay zekâ gibi, kendi hakimiyeti ve başarısı için her türlü iyiyi yok ederek dönüyor ve dönüyor. İnsanın bu düzeni bozup da kendi sesini tekrar ele geçireceği, komşusuna coşku ve mutlulukla seslenmeyi yeniden başaracağı zamana kadar, benim bu şimdiki çağa başka bir isim önerim var. Otomatik Çağ. Durdurabilene aşk olsun!

*Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü