YAZARLAR

Melankoli

Melankoli duygusunun bireyin varoluşunu nasıl etkilediğine, neden kaynaklı olabileceğine dair söyleyecek çok şey var. Ama bu duygu bana pek çok açıdan kaçınılmaz geliyor. Dünyada, hayatta kalmaya çalışan insanın kaçış yolu olarak tahayyül ettiğimizde bize farklı bakış açıları sunabiliyor.

“Kendimi ne yapsam, nerelere koysam bilemiyordum, bir yer var mıydı, tutunabileceğim bir şey var mıydı, her şey boşuna diye düşündüm, her şey yok oluyor, her şey kayboluyor, içimdeki öz hiçbir şeyi tutamıyor, her şey yerinden oynuyor ve art arda boşluğa fırlatıyor iğrenç bir vıjj sesi çıkararak, boşlukta süzülerek, uçuyor ve bir daha geri dönmüyor…”(1) İçinde bulunduğu durumu böyle tasvir ediyor Per Petterson’un karakteri, Arvid Jansen. Arvid’in duygu durumu üzerine düşündüğümüzde onun derin bir melankoliye hapsolduğunu görebiliriz. Boşluk, keder, çıkışsızlık, endişe, korku, melankoli duygusunun onunla baş etme çabası verenlere getirdiği diğer duygular. Günümüz insanının da devamlı kendisini içinde bulduğu bir duygu durumu bu. Melankoli, sanatın, edebiyatın sinemanın da vazgeçilmezlerinden bu nedenle. Çünkü insanın, dünyanın getirdikleri karşısında bu duyguya kapılmaması biraz zor görünüyor, onu anlamanın ve anlatmanın bir yolu olarak melankolik varoluşlara bundan dolayı çok sık rastlıyoruz.

Bu duygu bazı düşünürler için varoluşun bir parçası olarak görülüyor, bazıları içinse “hastalıklı” bir hâlin yansıması. Rönesans döneminde hem sanatsal hem de tehlikeli olarak değerlendiriliyor mesela, ona neden olduğu düşünülen kara safrayı vücudun dışına atmak için müshil veya kusturucu otlarla tedavi edilmeye bile çalışılıyor. Melankoli üzerine en çok düşünen yazarlardan Robert Burton, 'Melankolinin Anatomisi'(2) adlı kitabında, onu maddesi kara safran olan bir hastalık olarak değerlendiriyor ve pek çok farklı düşünürün bu konudaki görüşlerine yer veriyor. Robert Burton’un aktardığı bazı tanımları, Fracastro; “bozuk hılt, kara safranın çokluğu nedeniyle kötü etkilenmiş ve böylece delirmiş; seçicilik, irade gibi anlayışın kendini belli eden işleyişlerinin hepsinde ya da pek çoğunda düşkünlük gösteren”, Melanelius, “insanları hayvana dönüştüren fevri bir hastalık”, Saxsonia ise, “işlev bozukluğu” olarak tanımlıyor. Bu bahsedilen görüşlerin hepsinin ortaklaştığı yan, bu duygunun bir şekilde “hastalıklılaştırılması”. Bu tanımlardan yola çıkarak, tıpkı delilik meselesinde olduğu gibi melankolinin de böylece psikiyatrinin konusu hâline gelerek, bir anlamda “akıl dışı” olarak kurulduğunu söyleyebiliriz. Elbette böyle değerlendirilmesi gerektiği durumlar da olabilir, burada çabamız genel bir yere varmaktan çok bu duyguyu anlamaya çalışmak. 

Bana kalırsa melankoli, insanın dünya karşısında “normal” kalamamasından kaynaklı bir duygu olarak görülebilir. Melankoliyle birlikte anılan duygulara baktığımızda korku, kaygı, üzüntü, boşluk; bu duyguları dünyada hissetmemek mümkün mü diye sormadan duramıyor insan. Bu nedenle fikrimce melankoli, dünyanın farkında olanın, ona çaresizce bakanın duygusu biraz. Bu anlamda melankoli duygusuna farklı düşünürler üzerinden de bakabiliriz, mesela Cioran, bu duyguyu anlama çabası verenlerden, şöyle söylüyor: “Boşluk Hiç’e yakınlık duyumunun -melankolide var olan bir duyum- daha da derin bir kökeni vardır: olumsuz durumlara özgü yorgunluk.”(3) Buradaki “yorgunluk” bahsi önemli, olumsuz durumlardan kaynaklı olarak varlığın içinde bulunduğu duruma işaret ediyor. Çünkü yorgunluk yine Cioran’ın ifadeleriyle söylersek, “Sizi yaşamın alışıldık yüksekliğinden aşağılarda yaşatır, size yalnızca yaşamsal gerilimlerin önsezisini verir. Dolayısıyla melankolinin kaynağı, yaşamın bocaladığı, sorunsal olduğu bir bölgedir.” “Yaşamın bocaladığı” yer, insan türünün varoluş koşulları düşünüldüğünde, bunun olmadığı anlara rastlamanın neredeyse imkânsız olduğunu söyleyebiliriz. O zaman melankolinin de bir şekilde hayatımızın bir köşesinde olmasını yadsıyamayız gibi geliyor bana. Yaşam artık sorun hâline geldiğinde, ondan kaynaklı gerilimin insana sezdirdiği şeyler de şenlikli olmuyor. Böyle bir durumda kapımıza gelip dayanan duygu, melankoli. Çünkü tekrar Cioran’a başvurursak, “Gündelik deneyimlerde varoluşun bireysel görünümleriyle saf bir yakınlık egemenken, melankolide, onlardan kopulması bu dünyanın belirsizliğine ilişkin duyumla birlikte dünyaya ilişkin belirsiz bir duygu yaratır.” Melankolinin nedeni daha çok dışsal olarak görülür; kişi, dünyanın belirsizliğinin bilinciyle hareket eder. Bu, yarın güneşin doğacağını bilsen de ısınacağını garanti edemediğin bir varlık durumunun yansıması olur çünkü artık en belirli görünen şeyden bile emin değilsindir, dünyaya güvenin kalmamıştır, neyin “iyi” neyin “kötü” olduğunu tahayyül edemeyecek kadar belirsiz bir histe kaybolmuşsundur, işte böyle bir duygu melankoli, dış dünyanın içinde sebep olduğu boşluklu, kaygılı, korkulu varlığının yansıması.

“Belediye parkına umutsuzluk parkı demem, kendimi biraz iyi hissetmemi sağlıyor. Ön tarafta bir adam tırmıkla yolu süpürüyor. Sincaplar ve güvercinler çöpleri hışırdatıyor. Onca güneşli günden sonra otlar kurumuş, kısmen yanmışlar…”(4) Wilhelm Genazino’nun karakterlerinden, Gerhard Warlich’in cümleleri bunlar. Bu cümleler, Földényi’nin, Chirico’nun eserlerinden yola çıkarak bahsettiği, melankolik kişinin bakışını çağrıştırıyor ve bu açıdan bizim konumuzla ilişkileniyor, şöyle diyor Földényi: “Melankolik kişi, bakışını nereye yöneltmek isterse daima doğrudan yaradılışın başlangıcına bakmaktaymış gibi görünür. Nesneler tanıdıktır fakat her şey yabancıdır. Aralarında hiçbir bağ yoktur. Her şey diğer şeyden soyutlanmıştır.”(5) Genel olarak melankolik bir karakter olan Gerhard Warlich’in belediye parkına bakışında da sezdiğimiz bu melankolik hâlle ilişkilenir. Sanki ilk kez görüyormuşçasına bakar onlara, dünyanın dışında bir yere düşmüş gibidir. Sıradan olan nesneler farklı anlamlar kazanır çünkü melankolik kişinin bakışı yine Földényi’nin cümleleriyle söylersek: “Her şey sanki bilinmeyen bir dünyadan gelen, çözülemeyen bir şifre gibi işlemektedir. Dünya, dünya gibi görünmektedir, fakat bu dünyaya ait olmayan bir cila ile kaplanmıştır…” Bu da melankolik varlığın gündelikten ve dünyadan koptuğu, yabancılaştığı konuma götürür bizi. Ama bu yabancılaşmayı Camusvari bir “yabancılık” olarak anlamamak gerekir çünkü melankolide tam bir dünyadan kopuş yok, daha çok baş etme çabası var. Melankolik kişi başka bir gözle bakmaya çalışır dünyaya. Bu, belki de içinde bulunduğu duygudan çıkmanın yolu, bir savunma biçimi olarak işler. Bilinen dünya ona bir şey vaat etmiyordur artık, böyle bir durumda onu “cilalamak” gerekir ki hayatta kalmaya değer küçük bir parça yakalansın. “Hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etmeyip, aksine her şeyde onun tahrip ettiği bir şeyi sezer. Her şeyde aksi hâlde görünmez olanı keşfeder” diye devam eder Földényi, görünenden payını alamayan varlığın, başka görüntüler bularak içinde bulunduğu durumdan kaçmasını da andırır bu durum. Bir şeyler vardır hâlâ tam bir hiçlik durumu değildir yaşanan, melankoliğin “her şeyde görünmez olanı keşfetme” çabası, her şeye farklı gözle bakıp anlam bulma isteği bundan kaynaklanır belki de.

Melankoli duygusunun bireyin varoluşunu nasıl etkilediğine, neden kaynaklı olabileceğine dair söyleyecek çok şey var. Ama bu duygu bana pek çok açıdan kaçınılmaz geliyor. Dünyada, hayatta kalmaya çalışan insanın kaçış yolu olarak tahayyül ettiğimizde bize farklı bakış açıları sunabiliyor. Korkutucu bir dünyada, boşluk duygusunun yaşamın parçası olduğu durumda, kaygıyla birlikte melankoli bizi içine çekiyor ve tamamıyla olmadığını düşünebileceğimiz bir dünyada yaşamayınca bu duygudan kesin bir kaçış yolu yok gibi görünüyor.

Dipnotlar:

  1. Petterson, P. (2020), “Benim Durumumdaki Erkekler”, s.55, (Çev. Banu Gürsaler Syvertsen), İstanbul: Metis Yayıncılık.
  2. Burton, R. (2017), “Melankolinin Anatomisi”, s. 163-164, (Çev. Merve Tokmakçıoğlu), İstanbul: Aylak Adam.
  3. Cioran, E. M., (2019), “Umutsuzluğun Doruklarında”, s. 38- 39, (Çev. Orçun Türkay), İstanbul: Jaguar Yayınları.
  4. Genazino, W. (2014), “Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk”, s. 37, (Çev. Zehra Aksu Yılmazer), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  5. Földényi, L. F., (2020), “Yaşayan Ölümün Mekânları: Kafka, Chirico ve Diğerleri”, s.56, (Çev. Emre Güler), İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları.

Emek Erez Kimdir?

Çeşitli gazete, dergi ve online sitelerde, kültür-sanat alanında on beş yıldır yazılar yazıyor.