YAZARLAR

Lozan’a ‘Anadolu Türk yurdu’ keşfiyle gidildi

Anadolu’nun demografik yapısından milleten Türk ve dinen Sünni İslam olmayanın tasfiyesiyle kalınmadı, tarihi de temizlendi. Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında İslamlaştırılan/Türkleştirilen Anadolu’nun tarihinin de Türk olduğuna hükmedildi. Burada kalınmadı, 1930’larda Türk Tarih Tezi’yle dünya medeniyeti kaynağının da Türkler olduğu kararlaştırıldı.

Türk Tarih Tezi’ni yazmaya 1922’de başlandı. Hıristiyan milletlerden temizlenen Anadolu’nun ezelden beri ‘Türk yurdu’ olduğu keşfi yapıldı. Bununla kalınmadı, Hıristiyan Ermeni ve Rum milletlerinin de sonradan geldiğine hükmedildi. Anadolu’ya egemen Türk’ün, artık Anadolu tarihini de Türkleştirdiğinin ilanıydı. Ankara’dan Lozan’a bu atmosferde gidildi. Bugünkü atmosferde de 16 asırlık Sümela Manastırı’nda yılda bir kez ayin yapılmasından ya da İmroz’da bir sergi açılmasından korkuluyor; paranoyak durum vesselam. Irkçılık, Türk milliyetçiliğinin yapısal unsurudur.

Lozan’da, masadaki Fransa ile 20 Ekim 1921’deki Ankara Antlaşmasıyla sorunlar çözümlenmiş geriye İngiltere kalmıştı; o da anlaşmak niyetindeydi. Nitekim İngiltere’nin Sömürgeler Bakanı Churchill’e göre, 1921 başından itibaren Ankara’yla antlaşmak hükümetin gündemindeydi.(1) İngiltere’nin bölgede asıl derdi Ankara değil, Moskova’daki Sovyet iktidarıydı. Bizzat 14 bin askeri(2) ve devrim karşıtlarıyla birlikte yaptığı harekât, Kızıl Ordu karşısında tutunamadı. 1919 başında İngiltere’nin desteklediği karşıdevrimci güçler, 1920 baharında tasfiye edildi. Artık İngiltere’nin gündemi, Malta tutukluları ve Ankara’nın elindeki İngiliz tutsaklarıydı. Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir planıyla Erzurum’da tutuklanan Albay A. Rawlinson’un(3) ağabeyi Lord Rawlinson, kardeşi için sürekli hükümete başvurdu.(4) “Gerek Türkiye’de gerek Kafkasya’da Ermenilere ya da öteki ırklara karşı zorbalık etmek” dâhil yedi suçlamayla(5) Malta’ya götürülen tutuklular, hiç yargılanmadı; toplanan belgeler ‘Türk Savaş Suçluları’ dosyasında(6) kaldı. Zamanla tutuklular karşılıklı serbest bırakıldı, Kasım 1921’de. Artık anlaşmamak için sorun da kalmamıştı. Masaya bu gelişmelerden sonra oturuldu.

Türk Kurtuluş Savaşı’yla Osmanlı’nın son yılları ve toprak kaybı meselesi hep hatırlanır. Osmanlı/Türk milliyetçiliği yapılarak, Osmanlı’nın sömürge imparatoru olduğu gerçeği göz ardı edilir ve zincirin kopartılacağı gerçeği ihanet vesaire bir sürü zehirli dille aktarılır. Diğer sömürge imparatorlukları İngiltere, Rusya hakkında ne analizler yapılır. Bütün gayret, “Benim sömürgecim iyidir” içindir. Neden ‘iyi’ olsun ki? Sömürgeci sömürgecidir ve hiçbir sömürge milletin ayaklanması da ihanet değildir.

Aynı zihniyete devam edilir. Osmanlı’nın bütün askeri, idari ve iktisadi imkanları kullanılarak sürdürülen Türk Kurtuluşu Savaşı için de neler yazılmaz ki? Her cephe savaşının sonunda imzalanan mütareke antlaşması sadece Yunanistan’la Mudanya’da 11 Ekim 1922’de imzalandığı halde, yedi düvele savaşıldığı iddia edildi. Halen de sürdürülüyor. Lozan’daki masada, İngiltere, Fransa vesaire ülkelerin Birinci Paylaşım Savaşı’nın yani Mondros Mütarekesi’nin muhasebesi nedeniyle varlığı hatırlanmak istenmiyor.

Lozan’da 17 Kasım 1922’de masaya oturuldu. Antlaşma, 24 Temmuz 1923’te imzalandı ve TBMM’de(7) 23 Ağustos 1923’te dört kanunla onaylandı. Antlaşmanın 100’üncü yılında gizli maddeleri açıklanacak ve petrol çıkartılacak, eğitim şöyle-böyle ‘maneviyatçı’ olacak gibi söylemini sürdüren Sünni İslamcı cenahtan, iddialarının sonuçlarıyla ilgili açıklama yapmasını bekliyoruz.

1922 HAZİRAN’DA İLAN EDİLDİ

“Anadolu Türk yurdu” keşfi, Pontos harekâtının sonucuyla ve 1920-1922’de Anadolu’dan Hıristiyanların ilgili kararnamelerle(8) kovalanmasıyla doğrudan ilişkilidir. Hatta 26 Ağustos-9 Eylül 1922 Büyük Taarruz harekâtı yapılmamışken böyle bir tespitte bulunulması, Ankara iktidarının, ne yaptığını (ve yapacağını) ve sonucun ne olduğunu bildiğini ortaya koymaktadır.

TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayın, 1995

Dönemin propaganda aracı olarak Ankara Hükümeti Matbuat Müdiriyet-i Umumisi tarafından hazırlanan Pontus Meselesi kitabı(9) 1922 ve 1923 yıllarında iki kez basıldı. Dahiliye Vekili [İçişleri Bakanı] Ali Fethi [Okyar], 10 Haziran 1922 günü Pontos meselesinin tartışıldığı TBMM gizli celsede kitabın yazıldığını ve Fransızcaya da tercüme edileceğini anlattı.(10) Bu, ikinci kitaptı. Birinci kitabı İttihatçı Hükümet, Ermeni meselesiyle(11) ilgili olarak 1916’da bastırıp, dağıtmıştı. Kitap, resmi tez savunucuların Ermeni meselesiyle ilgili başvuru eseridir. Nitekim Pontus Meselesi kitabı da öyledir.

Bakan Ali Fethi, kitap hakkında açıklamayı Pontos harekâtıyla ilgili müzakerede açıkladı. Harekâtı yapan Merkez Ordusu, 1920 sonunda Koçgiri ve Pontos harekâtı için kuruldu ve görevini tamamlamasının ardından 1922 başında lağvedildi. Kumandanı Nureddin’in (Sakallı) olduğu Merkez Ordusu, 1921’de Nisan-Mayıs’ta Koçgiri ve Haziran sonrasında Pontos harekâtını gerçekleştirdi; Karadeniz, Rumlardan temizlendi. Ne mi oldu? Karadeniz Rumlarının bir kısmı öldürüldü, bir kısmı kovalandı ve kalanlar da Sünni İslamlaştı. Koçgirililere yapılan da farklı değildi; yüzlerce insan öldürülmüş, kovalanmış ve onlarca köy yakılıp yıkılmıştı.

‘ANADOLU YABANCI MEMLEKET’

Anadolu’nun demografik yapısından milleten Türk ve dinen Sünni İslam olmayanın tasfiyesiyle kalınmadı, tarihi de temizlendi. Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında İslamlaştırılan/Türkleştirilen Anadolu’nun tarihinin de Türk olduğuna hükmedildi. Oysa sekiz ay evvel 1921’in Maarif Vekili [Milli Eğitim Bakanı] Hamdullah Suphi’nin [Tanrıöver], Anadolu hakkındaki açıklaması hayli dikkat çekiciydi. 10 Kasım 1921’de bakanlığının faaliyeti hakkında TBMM’ye bilgi veren Hamdullah Suphi’ye göre Anadolu, Türkler için ‘yabancı’ memlekettir:

“Arkadaşlar, Avrupalılar bütün memleketlerde, bütün muasır ve medeni memleketlerde tetkikat yaptırıyorlar ve bunu eğer muallim kendisi yapmazsa hükümet birtakım heyetleri memur ederek memleketleri parça parça tetkik ettirir. Anadolu yabancı bir memleket kadar bizim için yabancı bir yerdir. Ne asarı atîkasını [geçmişini] tetkik ettik ne kitabelerini ne şarkılarını toplamışındır. Anadolu bizim için meçhul olan bir memlekettir. Arkadaşlar bunları kim tetkik etmiştir bilir misiniz? Ermeniler tetkik etmiştir. Komidas Vartakes [Gomidas Vartabed] isminde bir Ermeni Anadolu’nun bütün [Ermenice, Türkçe, Kürtçe] şarkılarını toplamıştır ve bütün bunları Avrupa'da kitap halinde tab’ettirmiştir. Avrupa’da bu şarkılar Ermeni musikisi olarak çalınıyor. Bir Macar gelip Anadolu’da kelimeleri ve şarkıları toplamıştır. Birtakım yabancılar memleketimizin aksamı muhtelif esini ve ezcümle Konya havalisini tetkik etmiş, gitmiş Sivas’ı tetkik etmiş fakat biz memleketimizi tetkik etmemişizdir. Eğer hocalar arasında hususi bir meram ile kendi yaşadığı bir memleketi, kendi milletine aidolan tarihini ve oradaki asarı atîkayı tetkik etmiş bir zata mükâfat verdimse bundan dolayı takdir mi, yoksa, tenkid mi edilmelidir?”(12)

ANADOLU’DA ‘TARİHİ TEMİZLİK’

Bakan Hamdullah Suphi açığa düşürüldü. Hamdullah Suphi’nin, Anadolu “Bizim için meçhul bir memleket” beyanından sekiz ay sonra Haziran 1922’de Anadolu’nun aslında bir ‘Türk yurdu’ olduğu tespiti yapıldı. Burada kalınmadı, 1930’larda Türk Tarih Tezi’yle dünya medeniyeti kaynağının da Türkler olduğu kararlaştırıldı. Türk’ün dili, Türkçe de unutulmadı. O da dünya dillerinin kaynağıydı. Hıristiyanlardan temizlenen ve İslamlaştırılan/Türkleştirilen Anadolu’nun aslında Türk yurdu olduğu keşfi Pontus Meselesi kitabında şöyle yazıldı:

“Her şeyden önce, dünya kamuoyu bilmelidir ki Anadolu toprağı baştan sona kadar Türk’tür. Binlerce yıldan beri Türk’ün öz vatanı, Türk’ün öz yurdudur […] Gerçekte Türkler Anadolu’ya Ertuğrul Gazi ile hatta Selçuklu devletini teşkil edenlerle gelmiş değildirler. En eski ve bilinmeyen zamanlardan beri Anadolu’da Türk ırkı vardır. Anadolu’nun ilk sakinleri tarihin ortaya koyduğu bilgilere göre Turanîlerdir. Değil yalnız Anadolu, hatta Irak ve Filistin topraklarının bilinen eski devirlerde ne ‘Arî’ ne de ‘Sâmi’ olmayıp en büyük ihtimalle ‘Turanî’ olan bir kavim ile iskân edilmiş olduğu tarih ve tarih öncesi bilginlerin ciddi gayret ve himmetleri sayesinde günden güne daha büyük bir açıklıkla ortaya çıkmaktadır […] Milattan 3000-2000 yıl önce Irak; 2000-1000 yıl önce de Anadolu’da görkemli bir devlet kurmuş ve saltanat sürmüş oldukları bilinen ‘Sümer’ ve ‘Hitit’ adı altındaki kavimlerin ise geniş anlamıyla ‘Moğol-Türk’ veya ‘Turanî’ oldukları kanıtlanmıştır.”(13)

Ve Sümerler de Turanî’ydi: “Sümerlerin Turanî bir köke mensup olduklarını ırk ve dillerinin özelliklerine dayanarak en önce kuvvet ve hararetle ileri süren -bildiğimize göre- ünlü Alman bilgini Fritz Hummel olmuştur. Bu bilgin, Babil ve Asuriyye Tarihi adlı eserde, en eski zamanlardan beri Güney Babilistan’da oturan Sümerler’le MÖ IV. bin yılı başlarından itibaren Kuzey Babilistan’da görülen ‘Samiler’ arasında dış görünüş bakımından son derece fark bulduğu gibi, öncekilerin dillerinde de yapı bakımından Altay dilleri dediği Türk dilleriyle dikkate değer bir yakınlık görüyor.”(14)

Zaten ‘Turanî’ denilen Hititliler de bir yıl öncesinde hatırlanmıştı. Şehir adlarının Türkleştirilmesi amacıyla Kütahya Mebusu Besim Atalay’ın önergesi 9 Mayıs 1921’de görüşüldü. Besim Atalay, öyle bir sunum yaptı ki, 3000 yıl öncesine gitti: “Biz de üzerinde yaşadığımız şu toprağın –ki tâ üç bin sene evvel bizden olan Hititlerin vârisiyiz- bu toprağın ismi Türkçe ve İslamca’ya çevirmek mecburiyeti katiyesindeyiz. Bunu seferberlik bidayetinde hükümet düşünmüş ve tamim etmişti ve bu yolda vilâyet merkezlerinde, liva merkezlerinde, kaza merkezlerinde birtakım isim listeleri hazırlanmıştı. Onlar burada Dahiliye Encümeninde mi olacaktır, nerede olacaktır? Bunlar getirilmeli ve birer millî isim verilmelidir.”(15)

Besim Atalay, seferberliğin başlangıcında kentlerin isminin değiştirilmesinin [dahi] planlandığını hatırlatmakla, gerekçesi ‘dış düşman’ olan seferberlikte, içeride de neler yapılmış olabileceği hakkında bilgi vermektedir.

‘RUMLAR VE ERMENİLER SONRA GELDİ’

Mezopotamya özelinde Sümerlerin Turanî olduklarıyla ilgili analize devam edilirken, hiçbir şekilde Mezopotamya’nın halklarından Kürtlerden tek kelime bahsedilmemesi de ne tesadüftür!(16)

Anadolu’nun Türk yurdu olduğu keşfiyle, temizlenen Ermeni ve Rum milletleri de unutulmadı: “Özet olarak Anadolu, tarihin ilk devirlerinden beri Türk’tür […] Şu hale göre Anadolu’da en eski zamanlardan beri Turanlı bir millet vardır […] Rum ve Ermeniler ise Anadolu’ya sonradan gelmişlerdir ve sahillerde bulunan Rumlar gibi, Van ve Bitlis bölgelerinde de bir miktar Ermeni vardır. Rumca ve Ermenice bilmeyen, ana dilleri olan Türkçeyi konuşan Hıristiyanlar ise Türk’tür ve bu kabileden olanlar diğerlerine nispeten pek büyük bir çoğunluk oluşturmaktadır.”(17)

Türkçü analize devam edildi: “Türk idaresi altında, bütün Hıristiyanlar böylece her türlü himayeye kavuşurken gayrimüslim unsurlar Türk’ün bu yüceliğini, cömertliğini hakkıyla takdir ederek kendisinden ayrılmak fikrini taşımamıştır. […] Türkiye’de yaşayan Rumların bu ihaneti doğuda Türklerin zararına büyük yararlar bekleyen Avrupalılar için önemli bir araçtı. […] Mora ayaklanması, Türkiye’de yaşayan Rumların düşmanlığını, Avrupa’nın ikiyüzlü siyasetini tam olarak ortaya koydu […] Türkiye idaresinde yaşayan diğer gayrimüslim unsurlar da yavaş yavaş ve kademe kademe Rumları taklit ettiler. Bulgarlar, Ermeniler, Suriye Hıristiyanları biri diğerini izleyerek aynı yolu aldılar.”(18)

Irkçı zihniyetin analizinde, İslam Arap ve Arnavut milletlerinin Osmanlı’dan ayrıldığı hatırlanmayıp, yalnız Hıristiyan milletler ayrılmış/ayaklanmış gibi hedef gösterildi. Ve sonunda Anadolu’nun kadim Hıristiyan milletleri Ermenilerin ve Rumların sonradan geldiğine karar verildi. Öyle dahi olsa, Rumlar ve Ermeniler Anadolu’da niye yaşamaya devam etmesin ki.

MUSTAFA KEMAL: ADANA ÖZ TÜRK MEMLEKETİ

TBMM Reisi Mustafa Kemal, 1923 başında çıktığı yurt gezisinde, uğradığı her vilayette ve kasabada güncel konuları değerlendirdi. 15 Ocak’ta Eskişehir’de başlayan gezi, 24 Mart’ta Kütahya’da bitti. Farklı konulara değinildi; İzmit’te Kürt meselesinin çözümü, İzmir’de İktisat Kongresi’nde ekonomi ve Adana’da tarih gibi. 16 Mart’ta Adana’da esnaflarla buluşmasında Mustafa Kemal'in, “Adana’nın muhterem sanatkârları” hitabıyla başlayan konuşmasında, gündem Adana’nın tarihiydi ve “öz Türk memleketi” tespiti yaptı:

“[…] Artık tarihe karışan Osmanlı hükümeti, maatteessüf [ne yazık ki] asırlarca yanlış bir zihniyet sahibi oldu. Çünkü onlar sanatı ve sanatkârları kendi milletlerinden yetişmiş görmekten zevk almazlardı. […] Asil milletimiz sanattan mahrumdu. Sanatkârlar azdı. Mevcut olanlar da icap eden derecede sanatta mahir değildi. Arkadaşımız beyanatında demişlerdir ki Adana’mıza müstevli olan [istila eden] anasırı saire, şunlar, bunlar, Ermeniler sanat ocaklarımızı işgal etmişler ve bu memleketin sahibi gibi bir vaziyet almışlardır. Şüphesiz haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu feyizli [verimli] ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketimiz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde [bugün de] Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. Gerçi bu güzel memleket kadim asırlardan beri çok kere ecnebi istilalarına maruz kalmıştı. […] Memleket en nihayet yine sahibi aslilerinin elinde takarrür etti [geçti, yerleşti]. Ermeniler vesairenin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir. Arkadaşlar, bu memleketin halkı üzerinde kimsenin hak ve salahiyeti olmadığı gibi bu memleketi harice muhtaç ettirmemek de size terettüp eden [gereken] bir vazifedir.”(19)

‘ÂDEM DE TÜRK’TÜ’

Sümerlerin ve Hititlerin/Etilerin Türk olduğu tezi, resmi ideologları kesmemiş olacak ki, dinsel şahsiyetler de kapsama alındı.

1930’lu yıllarda Tarih Kongrelerinde bunun tebliğleri sunulacak olsa da İstanbul’daki saltanatın ve halifeliğin müzakere edildiği 1 Kasım 1922’deki oturumda TBMM Reisi Mustafa Kemal, dünyada 500 milyon Türk’ün bulunduğunu ve bunun bir tarihsel derinliğinin olduğunu belirtti. “Bu mikyasa göre Türk milletinin ceddi âlâsı olan Türk namındaki insan, ikinci eblülbeşer Nuh Aleyhüsselâmın oğlu Yasef’in oğlu olan zattır”(20) diyen Mustafa Kemal, Nuh’un oğlu Yasef’in oğlunun adının Türk olduğunu söyledi.

Devam edildi, 1930’lu yıllarda daha ileri keşifler yapıldı. Nasıl olsa bilimsel bulgu soran da yoktu.

Türk Tarih Tetkik Cemiyeti Umumi Kâtibi Dr. Reşit Galip, Birinci Türk Tarih Kongresi’nin 3 Temmuz 1932 tarihli oturumunda sunduğu tebliğinde, Âdem’in Türk ırkından olduğu iddiasının ardından, Anadolu’da yaşayan tüm insanların, Etilerin ve Mezopotamya’daki Sümerlerin Türk olduğunu ifade etti.(21)

Birinci kongrede unutulan konular ikinci kongrede gündeme getirildi.

İkinci Türk Tarih Kongresi’nde 23 Eylül 1937’de sunulan tebliğler sonrası tartışmada söz alan Prof. İsmail Hakkı İzmirli, Peygamber Hazreti Muhammed’in bir hareminin Türk olduğu, peygamberin Türkçe bir mektup yazdığı ve Kuran’da Türkçe kelimelerin bulunduğu analizini yaptıktan sonra, “Arap yarımadasında Türk kültürünün izleri görülüyor. Peygamber’in ırk itibariyle Türk’lüğü bile bahsolunabilir” iddiasında bulundu.(22)

Tarihi keşifte, 5 Şubat 1937’de laiklik Anayasa’da yer aldığı halde yedi ay sonra peygamberin bir karısının Türk ırkından olduğu iddiasına kadar gelindi.

Bu, laikliği de Türk’ün tarihinin derinliğini de yeterince izah etmektedir.

TÜRKLER, ORTA ASYA’DAN GELMEMİŞ MİYDİ?

Ermeniler, 1915’teki tehcirle yani yerinden-yurdundan kovalamayla Anadolu’dan temizlenmişti. Rumlar da Türkiye ve Yunanistan Mübadele Sözleşmesiyle Anadolu’dan gitmişti, denebilir, ama yanlış. Çünkü 1,2 milyon Rum mübadilin ancak 112 bini antlaşma gereği gitmiştir.

Böylece İslamlaştırılan/Türkleştirilen Anadolu’nun Türk yurdu ve Sümerler ile Hititler/Etiler de Türk’tü keşfinde kalınmadı. İsimler kurumlarda yaşatıldı, yakın döneme kadar. 1933’te tekstil sanayiiyle ilgili olarak Sümerbank kuruldu. İki yıl sonra 1935’te de madenciliğe finansman kullandıracak Etibank faaliyete geçti. Her iki banka özelleştirme kapsamında satıldı.

Türkçülük kurmacasında sınır yoktur. Sümerler ve Etiler, Türk’tü dense de yeni dönemde yeni keşifler yapılmaktan geri kalınmadı. 1922’de Türk yurdu ilan edilen Anadolu’ya, 1930’larda Türk Tarih Tezi’yle Türklerin, kuruyan Orta Asya’dan geldiğine hükmedildi. Sadece Anadolu’ya değil, Orta Asya’dan dünyanın her tarafına giden Türkler, medeniyet de götürmüştü.

1922’den 1930’lara gelindiğinde resmî tarihe, “Türk yurdu Anadolu’ya, Türkler geldi” esprisi de yazıldı! Ve Türkler geldiğinde, Anadolu’da da Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Süryaniler vesaire milletler vardır!

NOTLAR:

(1) Martin Gilbert, Churchill Bir Yaşam, çeviren: Süha Sertabiboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul-2011, s. 480, 502-518, 531.

(2) Martin Gilbert, age, s. 488-489.

(3) Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, cilt: 1, 2. baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1986, s. 498-499; Nutuk, cilt: 3, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1989, s. 1748-1749, belge 226 (b).

(4) Aktaran Bilâl N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Milliyet Yayınları, İstanbul-1976, s. 201-204, 374.

(5) Aktaran Bilâl N. Şimşir, age, s. 42-43.

(6) Vartkes Yeghiayan, Malta Belgeleri, Belge Yayınları, İstanbul-2007.

(7) TBMM ZC, devre: 2, cilt: 1, 21 ve 22 ve 23 Ağustos 1923, sf. 111-241 ve 245-261 ve 264-291.

(8) 1920-1922 dönemi BCA’da ilgili kararnameler (Fon: 30.18.1.1), K: 1, D: 11, S: 17 ve K: 1, D: 12, S: 10 ve K: 2, D: 33, S: 5 ve K: 2, D: 35, S: 3 ve K: 3, D: 19, S: 7 ve K: 3, D: 23, S: 15 ve K: 3, D: 24, S: 12 ve K: 3, D: 26, S: 4 ve K: 3, D: 26, S: 10 ve K: 3, D: 28, S: 3.

(9) Pontus Meselesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Matbuat Müdiriyet-i Umumisi, Matbuat ve İstihbarat Matbaası, Ankara-1338 (1922), Dr.Yılmaz Kurt (hazırlayan), TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 68, TBMM Basımevi, Ankara-1995.

(10) TBMM GCZ, cilt: 3, 10.6.1922, s. 409.

(11) Ermeni Komitelerinin A’mâl ve Harekât-ı İhtilâliyyesi, İ’lân-ı Meşrutiyyet’den Evvel ve Sonra, Matbaa-i Orhaniyye, İstanbul-1332 (1916), H. Erdoğan Cengiz (hazırlayan), Başbakanlık Basımevi, Ankara-1983.

(12) TBMM ZC, devre: 1, cilt: 14, 10.11.1921, s. 169.

(13) Pontus Meselesi, s. 3.

(14) Pontus Meselesi, s. 4.

(15) TBMM ZC, devre:1, cilt: 10, 9.5.1337 (1921), s. 269.

(16) Pontus Meselesi, s. 4-6.

(17) Pontus Meselesi, s. 12.

(18) Pontus Meselesi, s. 17-19.

(19) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt: 2, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1989, s. 129-130.

(20) TBMM ZC, devre: 1, cilt: 24, 1.11.1922, s. 305.

(21) Birinci Türk Tarih Kongresi, Ankara: 2-11 Temmuz 1932, Türk Tarih Kurumu, Ankara-2010, s. 99-161.

(22) İkinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul: 20-25 Eylül 1937, Türk Tarih Kurumu, Ankara-2010, s. 280-289.


Nevzat Onaran Kimdir?

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Bir süre muhasebecilik yaptı ve ardından ekonomi muhabiri olarak Özgür Gündem, Evrensel dâhil birçok gazete ve dergide çalıştı. Yakın dönem okumalarını Türk milliyetçiliğinin ekonomi politiğinin analizinde yoğunlaştırdı. 1915-1940 dönemini inceleyen dört kitabı yayımlandı.