YAZARLAR

1939’da ‘Kürt sorunu var, toprak reformu yapamayız’ talimatı

Devletin politikasından/icraatından anlıyoruz ki, toprak dağıtımı ve yatırımlar dâhil her adım, demografik yapının Türkleştirilmesi amacıyla, Şark Islahat Planı temelinde belirlenen plana göre atıldı. Hatta uzun yıllar pek kamu yatırımı yapılmadı.

Son yıllarda hatırlanmasa da öncesinde dilden düşmezdi: Toprak reformu. Her modernizm ve feodalizm tartışmasının değişmez konusuydu. Böylece feodalizm/ağalık düzeninin tasfiye edileceği, Kürtlerin ekonomik refahının artacağı hatta sorunun çözüleceği de iddia edilmiştir. Söylemde kalmadı, çok da yazıldı. Sonuç mu? Sıfır.

1945’te Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu da çıkartıldı, ama lafta kaldı, toprak reformu yapılamadı. Tartışılmış olsa da devlet, aslında topraksız “soy ve dili Türk” olmayan çiftçiye toprak verilemeyeceğini resmen talimata yazmıştı. Kastedilense, “Toprak reformu yapılamaz; çünkü Kürt sorunu var”dı.

Talimatname ırkçıydı, 2510 sayılı İskân Kanunu gibi.

’70’lerde devrimci hareketlerin ortak talebiydi: “Topraksız-yoksul köylünün topraklandırılması.” Toprak devrimiyle feodal üretim ilişkileri tasfiye edilecekti. Devrimci mücadelede net anlaşılır bir dille de sloganlaştırılmıştı: “Herkese İş, Köylüye Toprak, Halka Hürriyet!

O yıllardan bugüne epey zaman geçti. Artık tartışılmaz oldu. Sosyo-ekonomik yapı hayli değişti, neredeyse kır tasfiye edildi. Toprak özelinde tartışılmasa da halen tarımın yapısal sorunları önceliğini korumaktadır.

1960 ve 1970’lerde şehir nüfus payında artış sürdü; 1960’da yüzde 68 olan kırın payı, 1980’de 56’ya geriledi.

’90’lar sonrasında operasyonlarla ve ekonomik gerekçelerle kırın boşaltılmasıyla, kır şehre aktı. Arkası geldi. 2022’te 85,3 milyonluk nüfusun ancak 5,7 milyonu yani yüzde 6,7’si kırda yaşamaktadır. Artık kıra tarımsal politikalar özelinde bakılması lazım, amma Türkçü-Sünni İslamcı AKP’nin hiç de böyle sorunu yokmuş gibi icrai iktidar eylemektedir.

1912’DEN 1990’LARA TOPRAK SORUNU

Osmanlı’da kapitalizmin gelişme dinamiklerini analiz eden Çağlar Keyder’e göre tarımsal yapıda büyük toprak mülkiyeti yoktu: “Tarımsal yapının bu özelliği nedeniyle, gücünü sırf devletteki konumuna borçlu olan bürokrasinin karşısına, özerk bir toplumsal tabana dayanan toprak sahibi bir sınıfın çıkması mümkün değildi. Aynı zamanda, yabancı sermayeyle bağlantılı bir ‘oligarşik’ hâkimiyet ihtimali de yoktu.”(1)

Oysa 1912-1913’te yapılan tarımsal sayımdan anlaşılıyor ki, büyük toprak mülkiyeti vardı. Anadolu için derlenen tarımsal verileri analiz eden Oya Silier, büyük toprak mülkiyetinin önemli yekûn tuttuğunu yazdı: “Anadolu’da kırsal kesimde yaşayan toplam bir milyon ailenin yüzde 95’inin toplam toprakların yüzde 35’ine sahip olmasına karşılık, ailelerin yüzde 1’inin toprakların yüzde 39’una ve ailelerin yüzde 4’ünün toprakların yüzde 26’sına sahip olduğu anlaşılmaktadır. Kuşkusuz bu veriler oldukça yüksek bir toprak toplulaşmasının varlığını göstermektedir. […] Akdeniz ve Güney Doğu Anadolu bölgeleri hariç, diğer tüm bölgelerde 50 dekardan küçük toprağa sahip işletme oranının yüzde 70-85 arasında değiştiğini göstermektedir.” Oya Silier’in aktardığı tabloda Güney Doğu’da yüzde 62 olan 50 dekardan küçük toprağa sahip işletme payı, Akdeniz’de yüzde 54 ve Türkiye ortalamasıysa yüzde 73,5’tir.(2)

1912’deki tarımsal verileri değerlendiren Oğuz Oyan da bazı vilayetle bölgelerde 50 dekardan/dönümden büyük işletmelerin önemli ağırlığa sahip olduğunu belirtti: “Bunlar, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu’nun bir bölümü ile Adana ve Aydın vilayetleridir. Bu durum aslında bugünkü işletme büyüklüğü dağılımıyla da benzerlik göstermektedir. Daha önce belirtildiği gibi bu bir yandan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da feodal ve yarı-feodal ilişkilerin sürgitmesine, diğer yandan Aydın ve Adana gibi illerde kapitalist çiftliklerin filizlendiği büyük tarımsal mülkiyetlerin varlığına bağlı olmuştur.” 1912-1950 dönemini de mukayese eden Oğuz Oyan, Orta, Doğu, Güneydoğu ve Güney Anadolu’da belirli bir toprak yoğunlaşması olduğunu ve Karadeniz’de ise parçalandığını belirtti.(3)

1990’larda da toprak mülkiyetinde pek yapısal değişikliğin olmadığı anlaşılmaktadır. 1991’de yapılan Genel Tarım Sayımı Köy Genel Bilgi Anketi’ne göre toprakta yoğunlaşma devam etmektedir. Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Van, Batman ve Şırnak’tan oluşan 6. bölgede, diğer bölgelere kıyasla 5000 dekardan büyük arazi yoğunluğu vardır. 6. bölgede 5000 dekardan büyük işletme payı yüzde 0,12 ve bunun arazi payıysa yüzde 6,44’tür. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün belirlediği 9 bölgenin diğerlerinde işletme payı önemsiz düzeyde olup, arazi payı da genel olarak yüzde 1’in altındadır, üstünde iki bölge vardır: 1. Bölge (Ankara, Eskişehir ve çevresi 11 vilayet) yüzde 1,03 ve 9. Bölge (Kayseri, Konya ve çevresi 7 vilayet) yüzde 2,07. Türkiye’de 5000 dekardan büyük arazinin bölgesel dağılımında 6. bölge payı yüzde 65,82’dir.(4)

1912’den 1990’lara Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı vilayetlerde, demografik yapıda zamanla çözülme olsa da topraktaki yoğunlaşma korunmuştur. Demek ki toprak reformu adına GAP dâhil yatırımlarda hedeflenen çiftçiyi topraklandırmak değilmiş.

16 MİLYONUN 5 MİLYONU TOPRAKSIZDI

Hükümetin gündemine toprak meselesi Şeyh Said Hareketinin bastırılması sonrasında geldi.

Operasyonlarla kalınmadı ve 18 Haziran 1927 tarihli kanunla, Şark İdarei Örfiye mıntıkasıyla Beyazıt vilâyetinden 1480 ailenin ve ağır ceza mahkûmlarının garp vilâyetine sürgünü kararlaştırıldı.(5) Sürülenin mülkiyeti iki yılda tasfiye edilecek ve karşılığında, iskân edildiği yerde emvâli gayrimenkul verilecekti. Altı ay sonra 1480 aile arasında bazılarının suçsuz olduğu gerekçesiyle bunların dönüşüne izin verildi.(6) Firardakilere verilen süre de üç ay daha uzatıldı.(7)  

Harekâtlara katılanlar da unutulmadı. Şubat 1925’ten sıkıyönetimin kaldırıldığı 23 Kasım 1927’ye kadar olan dönemde yaptıklarıyla ilgili olarak devlet memuru ve işbirlikçisi ‘suçsuz’ sayıldı ve ‘Şeyh Said Vakası’ suçlularının da cezası ertelendi.(8) Firardakilerin gelip teslim olması için üç aylık süre verildi. Firardakilerin affı meselesi iki hafta sonra çıkarılan 1316 sayılı kanunla da halledildi.(9)

2 Haziran 1929’da sürgünden dönmesine izin verilenlerin mülküne el konulması ve dağıtılması meselesini çözmek amacıyla yasal düzenleme yapıldı.(10) Bu 1505 sayılı kanun, toprak meselesiyle ilgili ilk yasaydı: Hazine’ye intikal etmesi lâzım gelen araziden köylüye, aşiret efradıyla muhacire dağıtılmış olanlar, onlarda kalacak (madde 1) ve hükümet de mülk sahibine uygun miktarda arazi verecekti (madde 2).

1505 sayılı kanunun kabulünden bir yıl sonra 1930’da arazi dağıtımıyla ilgili bir talimatname de yürürlüğe kondu.(11)

1933 yılı itibariyle, ilgili mevzuatta öngörülen topraklandırma faaliyetini Nüfus İşleri Umum Müdürlüğü’nün 12.8.1933 tarihli Raporu’ndan aktarıyorum: 58.027 muhacir ve mülteci aileye (248.392 nüfusa) dükkân, arsa, bağ (59 bin dönüm)-bahçenin yanı sıra 1,5 milyon dönüm ve muhtaç olan çiftçilerden 22.233 aileye (96.115 nüfusa) 731.450 dönüm toprak dağıtılmıştır. (12)

Oysa, vekil Şükrü Kaya’ya göre halen 5 milyon topraksız çiftçi vardır.

Topraklandırmayı hızlandırmak amacıyla, 1505 sayılı kanunun her yerde uygulanması amaçlandı. Bunun için kanunun Birinci Müfettişlik Bölgesi’nde ve hükümetin kararlaştırdığı yerlerde uygulanacağı (madde 4) meselesi tefsir konusu olarak müzakere edildi.

Teklifte yapılanlar özetlendi: 1929’dan beri Konya ile Muğla’da büyük çiftlikler istimlâk edilerek dağıtılmıştı. Fakat şarkta ve garpta geniş araziler dururken 100 binlerce halk topraksızdı. Oysa kanunun amacı, bu toprakları topraksız halka ve muhacire dağıtmaktı. İdari yönden uygulamada bazı sorunlar yaşanmıştı.

Meclis’teki müzakerede 5 milyon insanın topraksız olduğunu belirten Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, topraktaki yoğunlaşmaya da dikkat çekti: “Memleketin içinde başkalarının toprağında çalışan binlerce halk vardır. Bunları topraklandırmak, Türkü bu toprağın efendisi yapmak, bizim en birinci borcumuzdur.”

200 sayılı tefsire göre 1505 no’lu kanun, toprak dağıtımı amacıyla, artık Birinci Müfettişlik Bölgesi dâhil, tüm Türkiye’de uygulanabilecekti.(13)

Yeterli bulunmamış olmalı ki, Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâleti İskân Umum Müdürlüğü’nün(14) 7.6.1937 tarihli tamimi, bir ay sonra Temmuz 1937’de çıkartılan kararnameler(15) ve 7.4.1938’de yürürlüğe konulan Tevzii Arazi Talimatnamesi(16) ile gerekli düzenlemeler yapılmaya devam edildi.

Sonuç olarak vekil Şükrü Kaya’nın beyanından öğrendik ki, 1930’lu yılların ortasında 16,2 milyonluk Türkiye’nin 5 milyonu yani nüfusun yüzde 30’u topraksızdı, ama yapılan yasal düzenlemelere rağmen sorun çözümlenmedi ve büyük toprak mülkiyeti korundu.

‘SOY VE DİLİ TÜRK’ OLANA TOPRAK

1938’deki talimatnameden bir yıl sonra, 24.11.1939 tarihli kararnameyle yürürlüğe konulan yeni talimatnameyle detaylı sistem getirildi.(17) Talimatname, 2510 sayılı İskân Kanunu’nun 12’nci maddesinin değiştirilmesini sağlayan 3667 sayılı(18) kanunun 1/B maddesiyle ilgiliydi. Buna göre, 1 numaralı iskân bölgesinde topraklandırmadan “soy ve dili Türk” olmayan yararlanamayacaktı; bunlar da yoksul-topraksız Kürtler ve Urfa-Mardin hattında(19) Araplarla Süryanilerdi.

1 numaralı iskân bölgesi, 2510 sayılı İskân Kanunu’na göre belirlenmişti. Kanunla Türkiye haritası üçe bölünmüştü (madde 2): “1 numaralı mıntıkalar: Türk kültürlü nüfusunun tekâsüfü [yoğunlaştırılması] istenilen yerlerdir. 2 numaralı mıntıkalar: Türk kültürüne temsîli [asimilasyonu] istenilen nüfusun nakil ve iskânına ayrılan yerlerdir. 3 numaralı mıntıkalar: Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve inzibat sebeplerile boşaltılması istenilen ve iskân ve ikamet yasak edilen yerlerdir.” (Köşeli parantezde […] eklemeler yaptım.)

Türk Nüfus Mühendisliği faaliyeti olarak, 1935’te İçişleri Bakanlığı Türk nüfusunun yoğunlaştırılacağı ve yerli ahalinin Türkleştirileceği, 1 numaralı iskân mıntıkasını şöyle belirlemişti: Birinci Umumi Müfettişlik mıntıkasındaki [1935 yılı itibariyle Elâziz, Urfa, Bitlis, Hakkâri, Diyarbakır, Siirt, Mardin, Van ve Ağrı] vilâyetleriyle Erzincan, Malatya ve Gaziantep vilâyeti, Kars’ın Iğdır, Tuzluca, Kağızman ve Sarıkamış kazası, Erzurum’un Hınıs, Pasinler, Çat ve Tercan kazası, Sivas’ın Zara, Hafik, Kangal, Gürün ve Divriği kazası, Maraş’ın Elbistan ve Göksün kazası ve Kayseri’nin Pınarbaşı kazasıydı.(20)

Talimatnamenin icra sahası burasıydı.

Birinci Umumi Müfettişlik bölgesindeki ahalinin dili, Birinci Umumi Müfettişi Avni Doğan’ın tespitine göre Kürtçeydi. Nüfusu 1,2 milyon olan müfettişlik bölgesinde Türkçe payı yüzde 20’ydi.(21) Geriye kalanın bir kısmının (Urfa-Mardin hattında) Arapça ve Süryanice olacağı dikkate alınacak olursa Kürtçe payını yaklaşık yüzde 75 olarak tahmin edebiliriz.

Demografik yapısında Kürtlerin ve Araplarla Süryanilerin yoğunlukta yaşadığı 1 numaralı iskân mıntıkasında yoksul-topraksız Kürtlere, Araplara ve Süryanilere nasıl toprak verilmeyeceği hükümleri belirlendi.

Talimatnamenin 1’inci maddesinde, 1 numaralı iskân mıntıkasında oturana ve evvelce yerleşmek için gelenlere Hazine’ye ait toprakların verileceği yazılmıştır. Devamı 2’nci maddeye göre, “soy[u] ve dili Türk” olan toprak alabilecektir. Denmektedir ki, Türklerin yoğunlaştırılacağı 1 numaralı mıntıkada ‘soy ve dili Türk [ve İslâm]’ olmayan çiftçiye (Kürtlere, Araplara ve Süryanilere) toprak verilmeyecektir.

1 numaralı iskân mıntıkasında oturan ve “dili Türkçe olmayan”ın toprak alabilmesinin koşulları da madde 3’de belirlenmiştir.

 “Soy ve dili Türk” (madde 2) ve “dili Türkçe olmayan” (madde 3), talimatnamenin şifresi olup, düzenleme buna göre yapılmıştır.

3’üncü maddede (3/A), 1 numaralı iskân mıntıkasında “dili Türkçe olmayan” bir kimsenin yeniden yerleşmesinin yasak olduğu saha, 15 madde olarak sıralanmıştır (özetle):

1- Hükümetin tahdit ettiği ve edeceği [yasakladığı ve yasaklayacağı] yerler,

2- 1’inci, 3’üncü ve 4’üncü Umumi Müfettişlik mıntıkasında [Urfa’dan Trabzon’a hattın şarkında kalan 19 vilayet], dışarıdan gelecek Türk muhacirlerin iskân edileceği sahalar,

3- Ergani-Diyarbakır-Bitlis-Van-Gevaş katederek geçen ve geçecek ile Kurtalan’dan Dicle vadisini takiben Irak hududuna giden demiryolunun iki tarafındaki 20 kilometrelik sahalar,

4- Fırat Köprüsü-Yolçatı-Elazığ-Diyarbakır demiryolu hattının iki tarafındaki 20 kilometrelik sahalar,

5- Divriği-Aşkale demiryolu güzergâhı Çobandede-Sarıkamiş hattı Sarıkamış-Benliahmed demiryolu hattı tarafeyninden [iki tarafında] 20 kilometrelik sahalar,

6- Malatya-Fevzipaşa ve Divriği demiryolu tarafeyninden 20 kilometrelik sahalar,

7- Urfa-Mardin cenubu demiryolunun Türkiye topraklarının boyunca 25 kilometrelik sahalar,

8- 1 numaralı mıntıka dâhilindeki Suriye, Irak ve İran ve Rus hududu boyunca 25 kilometrelik sahalar,

9- Diyarbakır-Mardin ve Akçakale, Bitlis-Muş, Van-Patnos ve Yüksekova vesaire bölgeler [ile],

10- Pasinler, Karaköse, Kars vesaire hattı [ile],

11-Elazığ, Arapkir, Erzincan, Solhan, Keban vesaire şosaların tarafeyinin 15 kilometrelik sahalar,

12- Divriği-Zara, Malatya-Hekimhan-Kangal-Ulaş şosa hattında tarafeyinin 15 kilometrelik sahalar,

13- Devrik [Divriği] Demir, Ergani Bakır, Malatya-Merkez, Vangölü dairenmadar [çepeçevre] 20 kilometrelik sahalar,

14- Erciş-Tatvan, Vangölü sahili 25 kilometrelik şimal [kuzey] ve şimali garbisindeki sahalar,

15- Muş hududunda Murad nehri tarafeyni 25 kilometrelik sahalar yasak bölgeler olarak belirlendi.

Böylece öncelikle anadili Türkçe olmayan Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin vesaire milletlerin gidip yerleşemeyeceği sahalar tespit edildi. Lütfen haritayı hatırlamaya çalışalım, maksat net olarak anlaşılmaktadır. Zaten öncesinde yerleşmiş ve bu yasak bölgelerde yaşıyorsa, madde 2’ye göre “soy[u] ve dili Türk” olmadığı için toprak dağıtımından yararlanması da mümkün değildir.

‘KÜRTLER, YÜZDE 20’Yİ AŞMAYACAK’

Talimatnamenin 3’üncü maddesinin B fıkrasının 1’inci paragrafındaki iyimserlik, 2’nci paragrafla boşa düşürülmüştür.

Yerleştirilmeleri uygun bulunmayan, ama yukarıda yazılı (madde 3/A’da 15 maddelik) sahalarda yerleşmiş bulunan ve “dili Türkçe olmayan” aşiret fertleri ile yerli halkın veya evvelce gelenlerin (Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin vesairenin) bulundukları yerde toprağa bağlanması uygun görülmüştür (madde 3/B, 1’inci paragraf).

Devamı paragrafta toprak alabilmenin koşulu şudur (madde 3/B, 2’nci paragraf, aynen):

“Umumî Müfettişlikler ve vilâyetlerce tespit edilen ve Sıhhat Vekâletince kabul edilen göçmen iskân sahalarında 3’üncü maddede yazılı [dili Türkçe olmayan] halkın [Kürtlerin ve Urfa-Mardin hattında Arapların ve Süryanilerin vesairenin] ünite [Türk] merkezlerinde toplanması maksadile ve yüzde yirmiyi [20] tecavüz etmemek şartile bu ünite [Türk] merkezlerine toplayarak ünite merkezlerinde topraklandırılmaları muvafıktır.”

Yeni bir tanımlama yapılıyor: Ünite merkezi.

Ünite merkezi olarak yazılan merkezin adı, aslında Türk Merkezi’dir.

Bu, yereldeki asimilasyonun merkezi, Türk kolonileridir.

1930’lu yıllar ortasında Türk koloniler meselesinde hayli çalışılmıştır.

Başvekil İsmet İnönü, vilâyet bazında Elazığ’dan Bitlis, Erzurum ve Van hattında ‘merkez’ olabileceği yönündeki önerisiyle, Nüfus Umum Müdürlüğü’nün saha çalışmasıyla Türk kolonilerin tesis edileceği yerler belirledi ve Elâziz ile Palu’nun da kültür merkezi olduğu vurgulandı. 1936’da umumi müfettişlerin toplantısında da buraların “Türklük ve kültür merkezi” ve çekim merkezi olacağına dikkat çekildi.(22)

Ünite/Türk Merkezi’nde “dili Türkçe olmayan” halkların toparlanması halinde toprak verileceğinden bahsedilmiştir.

Bir şart daha vardır; bu merkezlerde ‘dili Türkçe olmayan’ halkların yani Kürtlerin, Arapların ve Süryanilerle vesairenin iskânı halinde oranı yüzde 20’yi aşmayacaktır. Toprak almak için Türk Merkezi olarak belirlenen vilâyet, kaza, nahiye ve köyde Kürt, Arap, Süryani vesaire nüfusunun toplamda payı yüzde 20’yi geçmeyecektir; geçiyorsa toprak verilmeyecektir.

Bu ve benzeri mühendislik faaliyetin sonucu olarak, 1930’lardan bugüne merkezlerin kurulması ya da belirlenen politikaların icrasıyla, Kürtçe’nin (vesaire dilin) yasaklanması ve askeri politikalarla birlikte Kürtler (vesaire milletler) aleyhine demografik yapısının değiştirildiği sonucunu çıkartmak, abartma olmayacaktır.

Anlaşılıyor ki elektrik santrali ve diğer kamu yatırımlarında yüzde 20’lik oran ve diğer politik belirlemelere göre istihdam politikası izlenmiş olmalıdır. Yatırımların işlevi bittikten sonra SEK, Et ve Balık Kurumu, Sümerbank işletmeleri vesaire de bir bir elden çıkartıldı. Hedeflenen belli bir noktaya gelinmişti ki, işlevini yerine getiren kurumlar sermayedara devredildi, aslında hibe edildi.

Ne tesadüf ki, 1970’lerde (1930’ların 1 numaralı iskân sahasında) Adıyaman’da Sünni Menzil teşkilatı da binlerce dönüm araziyi satın alıp yerleşebildi ve çalışmasını sürdürebildi.(23) Ve de hiç sorun olmadı.

Ermeni soykırımında, Ermenilerin gönderildiği Zor gibi iskân bölgelerinde, İslâm nüfusu içinde yüzde 10 oranına göre dağıtılması emredilmişti.(24) Oran Anadolu’da kalan Ermeniler için yüzde 5’ti. Yozgat’ta kalan Ermeni kadın, yaşlı ve çocuklar, İslâm köylerine yüzde 5 oranına(25) göre dağıtılmıştı. Talât Paşa’nın defteri(26) de böylesi bir Türk Nüfus Mühendisliği çalışmasının kaydıydı.

TÜRKLEŞTİRMENİN İTTİFAK GÜCÜ: AĞA/BÜYÜK TOPRAK SAHİBİ

Talimatnamenin 4’üncü maddesiyle Diyarbakır’dan Cizre’ye, Tatvan’a, Elbistan’a, Iğdır Ovasına, Kayseri-Pınarbaşı’yla vesaire yerlere borçlanmaya tâbi tutulacak yani satılacak Hazine arazisinin sahaları belirlendi. Bunlar haricinde kalan yerlerdeki arazi de parasız verilecekti.

Araziyle ilgili belirleme de yapıldı: 1936 -1937 senelerinde arazi komisyonlarının tahririni yaptığı (yazdığı) ve tespit ettiği millî topraklarla bilâhara herhangi bir suretle Hazine’ye aidiyeti anlaşılan veya intikal eden topraklar satılacak veya parasız verilecekti (madde 5).

İntikal edenden kasıt, Hazine’nin el koyduğu arazilerdi ve bunların önemli bir kısmı toprağından kovalanan Ermenilerindi. Nitekim Başvekil İsmet İnönü raporunda(27) Erzincan’da, Van’da, Muş’ta ve Iğdır’da boş olan Ermeni köylerinden bahsetmişti.

Toprak dağıtımını kaymakam reisliğinde oluşturan komisyonlar yapacaktı (madde 6) ve bunların ücretiyle, topraksız ve az toprağı olana toprak verileceği hükümleri de devamı maddelerde düzenlendi (madde 7-9).

1930’lardaki mevzuata göre satılacak veya parasız verilecek arazi, binlerce dönüm toprağı olanın yani ağanın mülki değil, Hazine’nin elindekiydi. Oysa ağayla Hazine’nin toprağı birlikte dağıtılmalı ve parasız verilmeliydi.

1930’lar sonunda Türklerin yoğunlaştırılacağı (ve iskân edileceği) 1 numaralı iskân mıntıkasında topraksız ve az topraklı çiftçilere toprak satılması veya verilmesiyle ilgili talimatnamenin iki temel sonucu vardır:

1- 1 numaralı iskân mıntıkasında ‘soy ve dili Türk’ olana toprak dağıtılacaktı (madde 1-2). Böylece Kürtler ve (Urfa-Mardin hattında) Araplarla Süryaniler, toprak alamayacak milletler olarak belirlenmiştir.

2-Dili Türkçe olmayan’ kişilerin [Kürtlerin, Arapların ve Süryanilerin] bulundukları yerde toprağa bağlanmasının koşulu, kurulacak veya belirlenecek ‘ünite [Türk] merkezinde’ nüfusu yüzde 20’yi geçmeyecektir (madde 3/B). Ayrıca bu milletlerin madde 3/A’da belirlenen sahalara yeniden yerleşmesi de yasaklanmıştır.

Talimatnameye göre ‘soy ve dili Türk’ olana toprak dağıtılacaktı, ama hedeflenen olmadı.

Ankara’nın 1935’teki planlamasına göre beş yılda şarka 250 bin Balkan göçmeni yerleştirilecekti(28) ve bunlara belirtildiği üzere bağ-bahçe, tarla-toprak verilmesi amaçlandı, ama hesap tutmadı. Umumi Müfettiş Avni Doğan’ın 1943’te yazdığına(29) göre, 8020 muhacir iskân edildi, ancak 3560’ı yerinde kalabildi.

Bu halde dağıtılması planlanan toprağı, rejimin ittifak gücü ağalar hiç etmiş olmalıdır. Çünkü devletin elinde fişlerden oluşan Aşiretler Raporu(30) vardır. Bu, toprağın, milyonlarca topraksız ve az topraklı Kürd’ü emek-rantla tutsak eden hangi ağaya ve hangi aşirete verileceğinin de raporudur.

Devletin politikasından/icraatından anlıyoruz ki, toprak dağıtımı ve yatırımlar dâhil her adım, demografik yapının Türkleştirilmesi amacıyla, Şark Islahat Planı temelinde belirlenen plana göre atıldı. Hatta uzun yıllar pek kamu yatırımı yapılmadı. İktisat Vekili Celâl Bayar’ın anlatımına(31) göre, Diyarbakır’a, Urfa’ya vesaire vilayetlere yatırımı engelleyen Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’tı.

GAP, bölgenin ilk kapsamlı projesiydi. Kır nüfusunun asimilasyon merkezi şehre yığıldığı yıllarda aynı zihniyetle Tekel ve Sümerbank işletmeleri benzeri yatırımlar özelleştirildi, tasfiye edildi. Böylece teşvik edilen işsizlik ve sefaletti; her şey asimilasyon/Türkleştirme içindi.

Sonuç olarak Hazine ve ağa toprağının, Kürtlerin ya da diğer milletten insanların topraklandırılmasında kullanılması, doğrudan devletin egemen ittifak gücü ağanın konumunu zayıflatacağı için tercih edilmedi. Bunun için toprak satmak ve dağıtmak, sistemin ittifak gücünü güçlendirmenin ve sürdürmenin politikası olarak uygulana gelmiştir. Bu da doğrudan feodalizmin üretim ilişkilerini tasfiyesinin değil, demografik yapıyı Türkleştirmenin politikasıdır.

Ağanın/büyük toprak sahibinin 1930’lardan bugüne statüsünü/değişimini araştırmak ayrı bir konu.

1910’larda İttihatçıların temellendirdiği ‘merkezileşme ve Türkleştirme’ rotasında, 1930’lardaki CHP Türkçülüğünden, bugünkü AKP Sünni İslamcılığına değişen, zamanın ruhuydu!


NOTLAR:

(1) Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, 21. baskı, İstanbul-2017, s. 9-10.

(2) DİE, Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı, Ankara-1973, s. 24, 29-30, aktaran Prof. Dr. Oya Silier, Türkiye’de Tarımsal Yapının Gelişimi (1923-1938), Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul-1981, s. 9-10.

(3) Oğuz Oyan, Feodalizmden Kapitalizme, Osmanlı’dan Türkiye’ye, Yordam Kitap, İstanbul-2016, s. 365-367.

(4) DİE, 1991 Genel Tarım Sayımı Köy Genel Bilgi Anketi, Haber Bülteni sayı: TSİD/TRM/109, 25.12.1992, ilgili tablolar.

(5) 18.6.1927 tarih ve 1097 sayılı Bazı Eşhasın Menatıkından Garp Vilayetlerine Nakillerine Dair Kanun, TBMM ZC, (devre:) II/(cilt:) 33-(tarih:) 18.6.1927, s. 153-159, 213-215, ve Fihrist-s. 4.

(6) 6.12.1927 tarih ve 1178 sayılı, 1097 sayılı Kanun Hükmünün Refiine İcra Vekilleri Heyetinin Mezun Olduğuna Dair Kanun, TBMM ZC, III/1-6.12.1927, s. 83-86 ve Fihrist-s. 4.

(7) 12.5.1928 tarihli ve 1247 sayılı, 1178 Sayılı Kanunun İkinci Maddesiyle Verilen Üç Aylık Müddetin Temdidine Dair Kanun, TBMM ZC, III/4- 5 ve 12 Mayıs 1928, s. 41-42 ve 104 ve Fihrist-s. 4.

(8) 7.5.1928 tarih ve 1239 sayılı Şark Mıntıkasında Muayyen Vilâyat ve Kazalarda Ceraim Takibatı ile Cezaların Tecili Hakkında Kanun, TBMM ZC, III/4- 5 Mayıs ve 7 Mayıs 1928, s. 33 ve 60-62 ve Fihrist-s. 3; DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 9, s. 503-504.

(9) 23.5.1928 tarih ve 1316 sayılı Şark Mıntıkasında Muayyen Vilâyat ve Kazalarda Ceraim Takibatı ile Cezaların Tecili Hakkındaki 1239 sayılı Kanuna Müzeyyel Kanun, DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 9, s. 686.

(10) 2.6.1929 tarih ve 1505 sayılı Şark Manatıkı Dahilinde Muhtaç Zürraa Tevzi Edilecek Araziye Dair Kanun, TBMM ZC, (devre:) III/(cilt:) 12-2 Haziran 1929, s. 257-258 ve Fihrist-s. 3 ve zabıt sonunda 234 no’lu rapor; Resmî Gazete, 11.6.1929, sayı: 1213, s. 7517-7518.

(11) 5.7.1930 tarih ve 9646 sayılı kararnameyle yürürlüğe konulan 253 no’lu 1341 (1925] Mevazenei Umumiye Kanununun 23’üncü Maddesi Mucibince Yapılan Tevzii Arazi Talimatnamesi, İdare, Ağustos 1930, sayı: 29, s. 1529-1532.

(12) Nüfus İşleri Genel Müdürlüğünün 10 yıllık Çalışma Raporu (1933), 12.8.1933 tarihli, İlişik 9: Muhacir ve mültecilere verilen emval, İlişik 11: 1341 Muvazenei Umumiye Kanununun 23’üncü Maddesine Tevfikan Muhtaç Zürra Dağıtılan Arazı, BCA-F: 30.10/K: 124, D: 885, S: 4.

(13) TBMM ZC, IV/23-14 Haziran 1934, s. 137-140 ve Fihrist-s. 21 ve zabıt sonunda 221 no’lu rapor.

(14) Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâleti İskan Umum Müdürlüğünün 7.6.1937 tarih ve 36 sayılı tamimi, Resmi Gazete, 26.7.1937, sayı: 3666, s. 8517.

(15) Resmî Gazete, 15.7.1937, sayı: 3657, s. 8479-8480.

(16) 7.4.1938 tarih ve 2/8455 sayılı kararnameyle yürürlüğe konulan Tevzii Arazi Talimatnamesi, Resmî Gazete, 27.4.1938, sayı: 3892, s. 9757-9758.

(17) 24.11.1939 tarih ve 2/12374 sayılı kararnameyle yürürlüğe konulan 3667 Sayılı Kanunun 1 inci Maddesinin B Fıkrasının Sureti Tatbikına Aid Talimatname, Resmî Gazete, 1.12.1939, sayı: 4373, s. 12893-12894.

(18) 5.7.1939 tarih ve 3667 sayılı İskân Kanununun 12’inci maddesini Kısmen Değiştiren ve 17 ve 23’üncü Maddelerine Birer Fıkra Ekleyen Kanun, Resmî Gazete, 11.7.1939, sayı: 4255, s. 12208; 2510 sayılı İskân Kanunu, Resmî Gazete, 21.6.1934, sayı: 2733, s. 4003-4009.

(19) 1927 nüfus sayımına göre anadile göre vilâyet nüfusları: Mardin’in nüfusu 183.471 olup, bunun 11.864’ü Türkçe, 51.734’ü Arapça ve 109.841’i Kürtçe ve geri kalan da diğer dillerdir. Urfa’nın nüfusu 203.595 olup, bunun 82.182’si Türkçe, 25.593’ü Arapça ve 82.788’i Kürtçe ve kalan da diğer dillerdir. (Umumi Nüfus Tahriri (1927), Fasikül 1-2, İstatistik Umum Müdürlüğü, Ankara-1929.)

(20) Geçen Dört Yılda Yapılan ve Gelecek Dört Yıl İçinde Yapılacak İşler Hülâsası, Başvekâlet Matbaası, Ankara-1935, s. 19, 65.

(21) Birinci Umumi Müfettiş Avni Doğan’ın Şark Islahat Planı değerlendirmesi (1943), Mehmet Bayrak, Kürtlere Vurulan Kelepçe, Şark Islahat Planı, Öz-Ge Yayınları, Ankara-2009, s. 203, 221.

(22) Saygı Öztürk, İsmet Paşa’nın Kürt Raporu, 5. baskı, Doğan Kitap, İstanbul-2008, s. 19, 32-34, 49-51; Geçen Dört Yılda Yapılan ve Gelecek Dört Yıl İçinde Yapılacak İşler Hülâsası, s. 40-42; Umumi Müfettişler Toplantı Tutanakları-1936, M. Bülent Varlık (hazırlayan), Dipnot Yayınları, Ankara-2010, s. 72, 109-111.

(23) Saygı Öztürk, Menzil, Doğan Kitap, İstanbul-2019, c. 129-135.

(24) BOA, DH.ŞFR, 54/308 ve 54/315, 5 Temmuz 1915, Osmanlı Belgelerinde Ermenilerin Sevk ve İskânı, 1878-1920, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara-2007, s. 189-190.

(25) Vakit ve Yeni Gazete gazeteleri, 11 Şubat 1335 (1919), aktaran, Yozgat Ermeni Tehciri Davası, Nejdet Bilgi (hazırlayan), Kitabevi, İstanbul-Nisan 2006, s. 122, 126.

(26) Murat Bardakçı, Talât Paşa’nın Evrak-ı Metrûkesi, Everest Yayınları, İstanbul-2008.

(27) Saygı Öztürk, İsmet Paşa’nın Kürt Raporu, s. 32-37, 40-41, 51.

(28) Geçen Dört Yılda Yapılan ve Gelecek Dört Yıl İçinde Yapılacak İşler Hülâsası, s. 41-46, 65-66.

(29) Birinci Umumi Müfettiş Avni Doğan’ın raporu, Mehmet Bayrak, age, sf. 215-216.

(30) Aşiretler Raporu, Kaynak Yayınları, İstanbul-1998.

(31) Cemal Madanoğlu, Anılar (1911-1953), Evrim Yayınevi, İstanbul, s. 125-126.


Nevzat Onaran Kimdir?

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Bir süre muhasebecilik yaptı ve ardından ekonomi muhabiri olarak Özgür Gündem, Evrensel dâhil birçok gazete ve dergide çalıştı. Yakın dönem okumalarını Türk milliyetçiliğinin ekonomi politiğinin analizinde yoğunlaştırdı. 1915-1940 dönemini inceleyen dört kitabı yayımlandı.