LGBTi+ Pogromu mu?

Tekçilik sinsi, yıkıcı, bulaşıcı ve içe çöreklenmiş bir tuzaktır. Tekçiliği devralmak ya da kendi tekçiliğini diğer tekçilere baskın kılmak yerine tüm tekçi sistemlere ve tekçilere karşı durmak lazım.

Google Haberlere Abone ol

Der Spiegel’de 2012 yılında yayınlanan bir yazıda Türkiye’nin en geniş gey porno arşivinin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) elinde olduğu öne sürüldü. Yazıya göre TSK, zorunlu askerlik yapmak istese de istemese de eşcinsel olduğunu iddia eden bir erkeğin bunu ispat etmesini istiyordu. Bu ispat için çekilecek fotoğrafta çıplak olunması, memnun ifadeli yüzün tamamen görünmesi ve cinsel ilişkinin belli olması gerekiyordu. Derginin tartışma başlatan bu iddiasından sonra TSK, ‘Fotoğraf istemeye devam edeceğiz!’ demedi; aksine, fotoğrafla ispat yerine eşcinsel olduğunu beyan edenleri rapor için hastaneye sevk etmeye başladı.

Her eşcinsel erkek mutlaka vicdani redçi olmayabilir. Bir eşcinsel askerlik yapmak istiyorsa bunu gizlemekten başka çaresi yok. Benzer durum toplum içinde de mevcut. Bir eşcinsel, toplum içinde ‘normal’ yaşantısına devam etmek istiyorsa eşcinselliğini gizlemesi gerekiyor. Bazen tek taraflı, bazen de karşılıklı iki yüzlülük hali böylece devam ediyor. Kendini gizlemekten utananların, gizlemeyi kendine yakıştıramayanların bir kısmı ise eşcinsel olduğunu belirtiyor ve kamusal alanda kendilerinin de görünür olmasını istiyor. Bu durumda tek ya da karşılıklı iki yüzlülük, görmezden gelme, yok sayma halleri sona eriyor ve çatışma açığa çıkıyor.

Yunan tanrısı Zeus bir ziyafete Eris’i davet etmez. Ziyafeti basan Eris bir altın elmayı “en güzele” diye bağırarak Hera, Athena ve Afrodit’in ortasına atar. Her üç kadın da elmayı ister. Zeus, Paris’e hakemlik görevi verir ve 10 yıl sürecek bir yıkıma neden olur. Buradaki tuzak ya da felaket Zeus’un Eris’in cümlesini ve altın elmayı reddetmemesi ile başlar. Eşcinsellerle ilgili kurulan tuzak ise yine yanlış soru ve yaşamlar üzerinden sürüklüyor. Öncelikle kabul edilmesi gereken bir mesele var: eşcinsellik vardır ve bu insanlar bu şekilde yaşamak istemektedir.

Son günlerde endişe veren, eşcinsellerin yaşam tarzından ya da görünür olmalarından duyulan huzursuzluk değil, korkutucu olan onların yaşam hakkına müdahale olasığı içeren, sayısı, ses tonu artan söylemlerdir. Kızılbaş Kürdler de pogromun nasıl hazırlandığını, cinnete ne zaman, nasıl dönüştüğünü ve nelere yol açtığını çok iyi bilir. Türkiye’de bir kesim, LGBTi+’yı hastalık olarak, LGBTi+’ları da aile kurumuna ve topluma tehdit görüyor. Sadece Müslümanlık sözleşmesine razı milliyetleri değil, farklı dinleri, dilleri, kültürleri içeren bu ortak ses İstanbul’da miting de yaptı. Mitinge davet için hazırlanan kamu spotunu RTÜK’ün kanallara önermesi ile meselenin çapı, kapasitesi ve morali değişti.

Benzer bir nefret ve şiddet söylemi sokak hayvanlarına karşı bir süredir örgütleniyor. Sosyal medyada bir araya gelenler sokaktaki kedi ve köpeklerin ‘imha edilmesini’ istiyor. Benzer öfke Suriyeli ve Afgan göçmenlerin sınır dışı edilmesini isteyen ortak sesin tonunu güçlendiriyor. Yok etmekten, şiddetten ve uç önerilerden başka çözüm yöntemi aramayan, çekinmeyen, kabul etmeyen bu ruh halinin cisimleşip akması ihtimaline hayal gücü denilemez.

"Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlar yenik sayıldığı için yenik sayıldık, yoksa biz yenilmedik!” yorumunu benimseyenler hemen hemen her meseleyi de böyle ele alıyor. Ilımlı, yapıcı, kapsayıcı, farklılıkları benimseyici, kabullenici, özeleştiri verici, ‘o bir hataydı’ diyenlerden değiller. Sorun çözme yöntemi inkâra, yalana, şiddete dayanan birey, topluluk, toplum ya da sistemlerde her kesim sırasıyla kaybeder.

Tarihi tuzak ve kıyametlerle dolu bir toplum sağduyulu ve hoşgörülü olmayı tercih etmek durumundadır. Kimin kalıp kimin gideceğine, kimin yaşayıp kimin öleceğine, kimin konuşup kimin susacağına, kimin neyi diyemeyeceğine diğer vatandaşlar karar veremez. Vatandaş olan her birey her hakkını kullanmak ve geliştirmek için çaba gösterme hakkına ve özgür iradeye sahiptir. Kimse bu hakkı engelleyemez, yargılayamaz, askıya alamaz, korku salamaz, tehdit göremez.

İkiyüzlü yaşam sadece kimi LGBTi+’lara özgü değil. Kimi Ermeni, her milliyetten kimi Alevi, kimi Kürd, kimi Dom da hane içinde farklı, hane dışında farklı yaşıyor ve konuşuyor. Bu, bu bireylerin tercihi değil mecburiyeti çünkü her olguyu ve yaşantıyı kendi kutsalı, kültürü, hafızası ve adaleti ile değerlendiren, farklılıklara tahammül edemeyen, farklılıkları terbiye etme yetkisini doğal hakkı sanan, tahammül sınırını da kendisinin belirlediği sert bir yapı karşısında içinize kapanıp benliğinizi korumanız gerekir. Okullardaki başörtüsü yasağına direnenler ya peruk takıyordu, ya da imkânı varsa yurt dışına gidip öğrenimini tamamlıyordu; tıpkı, kimi LGBTi+ bireylerin bedelli askerliği tercih etmesi, yurt dışına gitmesi ya da vicdani redçi olması gibi.

LGBTi+ meselesini Kejê Bêmal’in 2013 yılında yayımladığı ‘Kürdistan Eşcinselleri’ dosyasının görüşme aşamasının bir kısmına dinleyici olarak katıldığımda kavradım, hatta Bêmal katılamadığı için bir görüşmeyi tamamladım diye anımsıyorum. Bêmal’in emeğim ölçüsünde dosyayı hazırlayan olarak ismime de yer verme isteğine saçma bir şekilde olumsuz yanıt verdim. O çalışma bana coğrafyamda eşcinselliğin var ve meşru olduğunu gösterdi. Öyle yaşamak isteyen, bu isteğinde bilgili, bilinçli olan, medyada sıklıkla bayağı söz ya da davranışla yansıtılan karakterle ilgisi olmayan; üretken, ciddi, hayat dolu ve saygılı insanlarla tanıştım. Dosyada yer alan birkaç kişinin üniversite öğrencisi olduğunu gördüm. Dosya çalışması bu kesimin de topraklarımızın evladı olduklarını, eşit haklara sahip olduklarını ve korunmaları gerektiğini kavrattı.

Çoğunluğun ya da azınlığın inancının, kültürünün gerektirdiğine, ‘emrettiğine’ göre yaşamayı reddediyoruz. Recai Kutan’ın ‘Suriye’de bir nevi sapık Alevi anlayış olan Nusayriler iş başında!’ cümlesini Türkiye’de yaşayan Nusayriler de, Kızılbaşlar da unutmayacaktır. Geleneksel Aleviliğin de eşcinselliğe karşı olmasını savunmamız gerekmiyor.

LGBTi+’ların yaşam hakkı ve yaşam şekli tartışılmamalıdır. İnanç hakları, dil hakları, kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları hep mücadele ve direniş ile kazanılmıştır. Direnen insan köleliği yendi, tiranlara diz çöktürdü, sekiz saatlik işgünü, tatil hakkı ve emeklilik edindi, kapalı alanlarda sigara yasağını sağladı, ‘Türkten türeyiş’ anlayışını yıktı, baş örtüsünün yaşamın her alanında hakkı olan yerini almasını sağladı, semahın dans değil dinsel bir ritüel olduğunu kabul ettirdi. Varlıklı, kudretli ailelerin, sülalelerin, soyların, sistemlerin nüfuzuna ve hakimiyetine karşı yaşamın her alanında eşitlik sağlanınca bireyin, bireyleşmenin, liyakatın dönemi başladı.

Toplum sağlıklı bireylerinin sayısının artması ile sağlıklı olur. Sağlıklı toplum farklılıklara, aykırılıklara, benzemezlere saygıdeğer alan açmakla sağlanır. Tek parti döneminin din ve kültür anlayışını, yakın dönemde kurulmuş ikna odalarının bizlerde sebep olduğu güçsüzlüğü, çıkışsızlığı aştık. Başörtüsü takanın sağlıksız zihne sahip olduğunu, beyninin yıkanmış olduğunu, ikna ile ve eğitim, iş alanından dışlayarak, eve hapsederek iyileşeceğini sananların aşağılayıcı bakışını, Kürdce ilkel bir dil olduğu için Türkçe konuşunca medenileşileceğini, şapka takan herkesin modernleşeceğini sınayan zorba zihniyet ile LGBTi+’lara hastalıklı ve ikna edilebilir diye üstenci bakarak tedavi etmeye yeltenmenin duygusu ve sonuçsuzluğu arasında pek bir fark yok. Çevremizde bizden daha hızlı, daha inançlı, daha zeki olanın da; bizden yavaş, inançsız olanın da yaşam hakkı var.

Tekçilik sinsi, yıkıcı, bulaşıcı ve içe çöreklenmiş bir tuzaktır. Tekçiliği devralmak ya da kendi tekçiliğini diğer tekçilere baskın kılmaya çalışmak yerine tüm tekçi sistemlere ve tekçilere karşı durmak lazım. İkiyüzlü olduğu, kendinden emin olmadığı için korkan ve korkutan sistemi görmek ve terk etmek gerekiyor.