Kutsal koruluklar: Dikkat Zeus var!

Kutsal koruluklar tapınaklar, şehirler ve yöneticiler için hem maddi hem de simgesel değerleriyle çok önemli alanlardı. Peki, acaba sıradan bir insan için ne ifade ediyorlardı?

Google Haberlere Abone ol

Pınar Özlem Aytaçlar*

Yaşamı bahşeden tanrılar ile yaşam ve bereketin simgesi olan bitki örtüsü arasında her zaman bir ilişki olmuştur. Bu nedenle tanrılara ait tapınak ve kutsal alanlar sıklıkla kutsal bahçe ve korulukları da içerirler. Ormanlık bir arazide bir kült alanının kurulması ya da bir tapınağa koruluk ya da bahçe eklenmesi geleneği MÖ 3. bin Akdeniz kültürlerine kadar gider. Örneğin Mısırlılar tanrıların, tapınaklarının bahçe ve koruluklarında oturduklarına inanırlardı. Yeryüzünün tanrısal hükümdarları olarak firavunlar da saraylarının etrafında ve içinde bulunan çok büyük bahçelerin keyfini sürerlerdi. Yakındoğu’nun çivi yazılı tabletlerinde sık sık tanrılar ve bahçeler arasındaki ilişki yer alır. Asur kralı Ishme-Dagan, kardeşine yazdığı bir mektupta tanrı Addu için ardıç ağaçlarıyla dolu bir bahçe yapmayı düşündüğünü söyler. İşaya kitabında Musevi tanrısının tapınağını güzelleştirmek için ağaçlar yetiştirildiği yazar. Tanrılar ve kahramanlar için kurulan cennet bahçeleri Yunan pagan inancında da Geç Bronz Çağı’ndan itibaren karşımıza çıkarlar. Atlas dağlarının yakınındaki mitolojik bir koruluk Hesperidler bahçeleri adını taşır. Nar, armut, mersin, dut ve badem ağaçlarıyla dolu olan bu korulukta tanrıça Hera’nın altın elmalarla dolu ölümsüzlük ağacını yetiştirdiğine inanılır.

HAFIZADA EN ÇOK KALAN, İLGİ ÇEKİCİ YERLER

Yunan dünyasında kutsal bahçe ve koruluklara ilişkin bilgilerimiz temel olarak, antik yazılı kaynaklara, arkeolojik kazılara ve yazıtlara dayanır. Özellikle MÖ 2. yüzyıldan itibaren Romalılar, Yunanistan ve Küçük Asya’da ilhak ettikleri topraklar aracılığıyla, buralarda yaşayan Akdenizli komşularının geleneklerini tanımaya başlamışlardı. Eski Yunan tapınakları ve kutsal alanları da Romalı tarihçilerin ve gezginlerin ilgi alanına girmişti. MS 2. yüzyılda bile Pausanias gibi eğitimli Romalı turistler Yunanistan’daki kutsal korulukları ziyaret ediyorlar ve gezi rehberlerinde, mutlaka görülmesi gereken yerler olarak bu koruluklara da yer veriyorlardı. Bizim Yunan koruluklarına ilişkin bilgilerimizin çoğu da en başta Pausanias olmak üzere, bu Romalıların eserlerinden kaynağını almaktadır. Kutsal koruluklar, MS 174’de Pausanias’ın gezi rehberinde “hafızada en çok kalan, ilgi çekici yerler” olarak tanımlanır. Plinius koruluklardaki ağaçların tanrılarla ilişkisini yazar: “Değişik türde ağaçlar ilişkili oldukları tanrıya göre dikilirler. Örneğin Zeus için meşe, Apollon için defne, Athena için zeytin, Aphrodite (Afrodit) için mersin ve Herakles için kavak...”

MÖ 22’de bir Roma eyaleti haline gelen Kıbrıs’ta, bahçeler ve koruluklarla ilişkili bereket tanrılarına tapınmaya yönelik çok eski ve güçlü bir dinsel gelenek vardı. Adanın dinsel hayatındaki en önemli tanrıça Afrodit idi ve tanrıçanın Paleo Paphos’da (modern Kouklia) yaklaşık MÖ 1200 civarına tarihlenen bir tapınağı bulunmaktaydı. Aşk ve bereketin tanrıçası Afrodit’in, denizden doğup Kıbrıs kıyılarına çıktığı ve ardında çiçek açan bitkiler bıraktığına inanılırdı. Herodot’a göre bu çok eski Kıbrıs kültü, kaynağını Yakındoğu’nun bereket tanrıçası Astarte’ye tapınılan Suriye’den almıştı. Roma döneminde, tanrıçanın festivali sırasında, antik dünyanın dört bir yanından hacılar bu tapınağa gelir ve tören alaylarını kıyıdan başlatarak “kutsal bahçe” Hierokepis’de bitirirlerdi.

KUTSAL KORULUKLARDAN AĞAÇ KESMEK YASAK

Kourion’daki Apollon Hylates yani ormanların Apollon’u tapınağı da hacıların geldiği yerlerden biriydi. Buradaki ağaçlar MÖ 7. ya da 6. yüzyıldan beri vardı. Romalı yazar Ailianus MS 2. yüzyılda buradaki geniş koruluktaki vahşi hayvanlardan ve özellikle geyiklerden bahseder. Pausanias’ın anlattığı ünlü koruluklardan biri de Nemea’daki Zeus tapınağında bulunan selvi koruluğudur. Romalı yazarlardan Statius, Atina agorasındaki Oniki Tanrılar altarını çevreleyen kutsal zeytin ve defne koruluğunu anlatır. Antik yazarlarda geçmeyen ama arkeolojik kazılar aracılığıyla bilgi sahibi olduğumuz koruluklar da bulunur. Bu alanları, fidan ekim sıraları ve bazılarında ağaç fidanları için kullanılan seramik saksıların da bulunduğu ekim çukurları sayesinde tanırız. Epigrafik kaynaklar, yani yazıtlar da tapınakların sahip olduğu geniş arazilere ilişkin bilgiler içerdikleri için bize yardımcı olurlar. Örneğin MS 4. yüzyıla ait, Sicilya’daki Herakleia’da bulunmuş bir yazıt zeytinlikler, bağlar ve korulukları içeren tapınak arazilerinin listesini içermekteydi. Bu araziler kiraya verilmişti ve kiracılar üzüm bağlarını ve ağaçları yetiştirmek ve bakımını yapmaktan ve yaşlanıp ürün vermeyenleri yenileriyle değiştirmekten sorumluydular. Yazıtlar genellikle tapınak arazilerinin kullanımına ilişkin düzenlemeleri içeren belgeler olarak önem taşırlar. Kutsal koruluklardan ağaç kesmeyi ya da kereste almayı yasaklayan düzenlemeleri ancak yazıtlar aracılığıyla öğrenebiliyoruz.

DOKUNULMAZLIK VE İLTİCA ALANLARI

Yunan ve Roma kültürlerinde kutsal koruluklar, kutsal olmayan alanlardan işaretlenerek ayrılmışlardır. Ölümlüler burada, tanrısal olana tapar ve onunla iletişime geçerler. Yunanca ayırmak ya da işaretlemek anlamına gelen “temnein” fiilinden türeyen “temenos” kelimesi, bir duvar ya da sınır taşıyla diğer yerlerden ayrılmış olan kutsal alan anlamına gelir. Roma dinsel yasalarında da bir arazinin mülkiyeti consecratio aracılığıyla ritüeller eşliğinde tanrıya aktarılır ve böylece buraya seküler olanın girmesi engellenir. Bu alanlarda sadece ağaçlar değil, içinde yaşayan tüm canlılar kutsaldır. Burada yaşayan bir geyik, avcıların saldırısından uzak olacaktır. Kutsal koruluğa sığınan bir insan da tıpkı o geyik gibi dokunulmazdır. Çünkü bu alanlar, tanrıların adaletsizliğe karşı koruyuculuğunu ihsan ettiği topraklar sayılırlar. Bu nedenle de yüzyıllar boyunca iltica yerleri olmuşlardır. Atina’daki Oniki Tanrılar altarı ve koruluğu buna en iyi örnektir. MÖ 519’da Plataialılar Thebai’den korunmak için buraya sığınarak kendilerini Atina koruması altına almışlardı. Bu alan 5. ve 4. yüzyıllar boyunca defalarca dokunulmazlık ve iltica alanı olarak kullanıldı.

Koruluklarda kutsallığı korumak için ağır cezalar içeren düzenlemeler oluşturulmuştur. Ağaç kesmek, kereste almak ya da korulukta hayvan otlatmak gibi eylemler ağır bir şekilde cezalandırılır. Bu ceza bazı durumlarda idam cezası bile olabilmektedir. Kurban ayinleri, dini ritüeller ve festivaller sırasında buraya kimlerin ne şekilde girebilecekleri kurallarla belirlenir. Koruluklara festival sırasında giriş için cinsiyet kuralı vardır. Mesela Aigion’daki Hera ve Megalopolis’deki Demeter koruluklarına sadece kadınlar girebiliyordu. Geronthrai’daki Ares koruluğu ise sadece erkekler içindi. Artemis Karyatis’in koruluğunda genç kadınlar tanrıçanın heykelinin etrafında geleneksel bir dans gerçekleştiriyorlardı. Pyraia korusunda ise sadece erkekler festival düzenliyordu. Phokis yakınındaki Myonia korusundaki bir altar üzerinde tanrılara sunular geceleyin yapılıyordu. Tıpkı koruluklar gibi, tek bir ağaç da kutsal sayılabiliyordu. Atina’nın kırsal kesimindeki çiftliklerde bulunan bazı zeytin ağaçları kutsanmıştı ve bunlardan çıkartılan zeytinyağı büyük Panathenaia festivalinde ödül olarak veriliyordu. Bu ağaçları kesen biri ölüm cezasına çarptırılırdı. Bazı ağaçlar bir kutsal alan ya da altarla ilişkisi nedeniyle kutsaldı. Tegea’daki Pan tapınağının yanında büyüyen bir meşe ağacına tapınılmaktaydı. Arkadia’da bulunan dev bir sedir ağacı, içine Artemis’in ahşap bir figürini yerleştirildiği için kutsal sayılıyordu. Samos’daki Hera kutsal alanında zamanının en yaşlısı sayılan iki ağaç, bir söğüt ve bir hayıt ağacı, burada Hera tapınağının inşa edilmesinden çok uzun zaman önce kutsal olarak tapınım görmekteydi. Dodona’da Zeus’un meşesine tapınılmakta, yapraklarının rüzgârda çıkardığı hışırtı kahinlere geleceği fısıldamaktaydı.

Korulukların tek fonksiyonu dinsel değildi ve aslında hiç de uhrevi olmayan işlevleri de vardı. Aslında her koruluk bir gelir kaynağı idi. Bazı durumlarda tümüyle kiralanabilen bu arazilerdeki ağaçların meyveleri kullanılır, kerestesinden faydalanılırdı. Bağların üzümlerinden şarap, zeytinlerinden zeytinyağı elde edilir ve elbette elde edilen gelirin tamamı tapınağa giderdi.

TEK BİR AĞAÇ BİR ŞEHRİ, BİR ÜLKEYİ TEMSİL EDEBİLİYORDU

Koruluklar, sadece tapınakların kutsallığını perçinleyen gizemli mekânlar ya da gelir getiren araziler olmanın ötesinde başka anlamlar da ifade etmekteydi. Bazen bir koruluk, hatta tek bir ağaç bir şehri, bir ülkeyi temsil edebiliyordu. Forum Romanum’da büyüyen bir incir ağacı, Roma’nın kuruluş mitosuyla bağlantılı olarak tapım görüyordu. Çünkü bu ağaç, Roma’nın kurucuları Remus ve Romulus’un, altında bir kurt tarafından emzirildiği ağacı temsil ediyordu. Ne zaman pörsümeye başlasa bu bir işaret olarak kabul edilir ve ağacın rahipler tarafından yeniden yetiştirilmesi gerekirdi. Plinius’a göre Romulus ile ilişkili bir tanrı olan Quirinus’un kutsal alanı şehrin en eski tapınaklarından birine sahipti ve bu tapınağın önünde iki kutsal mersin ağacı bulunuyordu. Biri, senato varolduğu müddetçe büyüyüp serpilecek olan ayrıcalıklı sınıfın, yani “patricilerin meşesi”, diğeri ise halkın etkisinin senato kararlarına baskın geldiği sonraki zamanlarda büyüyüp gelişen “pleblerin meşesi” idi. Bu tapınağın ayrıca büyük bir koruluğu da vardı.

KORULUKLAR SİYASİ GÜCÜN BİR GÖSTERGESİ

Kutsal koruluklar ve onları temsilen ağaçlar, bazen, bulundukları şehrin simgesi de sayılabiliyorlardı. Örneğin Vespasianus ve Titus’un, 69’daki Yahudi ayaklanmasının bastırılmasının ardından darp edilen bazı sikkelerinin arka yüzünde, tek bir hurma ağacı motifi Judaea eyaletinin sembolü olarak bulunuyordu. Koruluklar, bölgedeki tanrısal gücü temsil ettiğinden, bu alanlara yapılan dış saldırılar da bu güce darbe indirmek anlamına gelmekteydi. Mesela MÖ 639’da Elam’da bulunan kutsal korulukları Asurbanipal’in ordusu yok etmiş ve bunu kayda almıştı: “Onların, içine asla bir yabancının giremeyeceği, sınırlarını aşamayacağı kutsal koruluklarına benim askerlerim girdiler, gizemlerini gördüler ve yakıp yıktılar.” MÖ 201’de Pergamon’a saldıran Makedonyalı Philippos V, ordusuna şehrin baş tanrıçası ve Attalid krallık hanedanının koruyucusu olan Athena Nikephoros’un kutsal alanındaki ağaçları kesmelerini emretmişti. Çok çarpıcı bir diğer örnek, Atina’nın dış mahallelerindeki gymnasionların ve kutsal korulukların bulunduğu eğitim alanlarının Romalı General Sulla tarafından yıkılması idi. Platon’un “Akademia”sı ve Aristoteles’in “Lykeion”u Atina’nın dışında, kutsal korulukların bulunduğu alanın ortasında yer alan eğitim merkezleriydi. Sulla’nın saldırısı da bu eğitim ve kültür kentinin onuruna ve Atina’nın ruhuna karşı yapılmış vahşi bir saldırıydı. Atina ise, yavaş da olsa, koruluklarını yeniden yetiştirip, gymnasionlarını tekrar inşa ederek kendini iyileştirdi. Çok geçmeden bu koruluklar, adeta kültürün ve ilmin barbarlık karşısındaki gücünün birer simgesi olarak, eğitimli Romalıları cezbetmeye ve tarihinde hiç olmadığı kadar ziyaretçi ağırlamaya başladı.

Korulukları yakıp yıkmak kadar, sıfırdan oluşturmak da siyasi gücün bir göstergesi idi. İleride Roma’nın ilk imparatoru Augustus olacak olan Octavianus, MÖ 31’de, Antonius ve Kleopatra’yı yendiği Actium savaşını kutlamak ve kutsamak üzere, kuzeybatı Yunanistan’daki bir Roma kasabası olan Nikopolis’de bir defne koruluğu oluşturdu. Bu koruluk ve kutsal alan, Mars, Neptün ve Apollon’a adanmıştı. Ağaçları ise bizzat Octavianus, kendisinin koruyucu tanrısı olduğuna inandığı Apollon’a uygun olarak seçmişti.

Anlıyoruz ki, kutsal koruluklar tapınaklar, şehirler ve yöneticiler için hem maddi hem de simgesel değerleriyle çok önemli alanlardı. Peki, acaba sıradan bir insan için ne ifade ediyorlardı? Örneğin Lidya’nın ücra bir dağ köyünde yaşayan birinin, hayvanlarını otlatarak geçimini sağlamaktan başka bir gailesi olmayan bir çobanın hayatında nasıl bir anlamı vardı kutsal koruluğun? Kendisine ait olmayan, içine giremediği, gölgesinden bile faydalanamadığı bu alanlar, zaten dört bir yandan dinsel yasaklarla çevrilmiş hayatındaki bir başka “girilmez”in simgesi olmaktan öte bir anlam taşıyor muydu? Bu soruyu, Lydia’nın kuzeydoğusunda, kırsalda bulunmuş bir yazıt bizim için cevaplıyor.

MS geç 2. yüzyıla ait bu yazıtta, Perkos adlı köyde yaşayan çoban Eumenes’in başına gelenler yazıyor. Bu küçük köyün yerel tanrıları ve Zeus’a adanmış kutsal bir koruluğu vardı. Köyün yasaları tanrılar tarafından çoktan belirlenmişti. Bunlara uymayanlara ise cezayı doğrudan tanrı veriyordu. Ya da başka bir deyişle, başına bir felaket gelen ya da hastalanan herkes bunun tanrısal bir ceza olduğuna inanmaktaydı. Cezanın nedeni işlenen bir günah olmalıydı. Tüm yaşamın dinsel kurallarla çevrelendiği bir yerde, kendi halinde bir çobanın bile mutlaka bir günahı olurdu. Eumenes de günün birinde, hayvanlarını kutsal ormanın el değmemiş leziz otlarına salıverdiği için günah işlemişti. Şimdi de yapması gereken bu günahının kefaretini ödemek ve suçunu taş üzerine yazarak herkese ilan etmekti. Tanrının gücünü övmesi ve günahının cezasını çeken bir çoban olarak herkese ibret olması gerekiyordu:

“Perkenoi Tanrıları sürekli itaatsizlik yapan kişilere Zeus Oreites’in kutsal ormanına hayvan sokmamalarını önceden bildirdikleri halde buna itaat edilmedi. Tanrılar Eumenes oğlu Eumenes’i cezalandırdılar ve Tanrı onu ölümcül bir duruma soktu. Ama Tykhe bana umut verdi. Perkos’daki Nemesisler yücedir!”

Eumenes, günahının kefaretini ödeyerek ölümcül hastalığından kurtulabildi mi bilmiyoruz. Ama Eumenes’in köyündeki koruluğun, erişilmez kutsallığını, tanrının zarar veren gücünden korkanlar sayesinde yüzyıllar boyunca koruduğundan emin olabiliriz.

*Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü