Işığın, rengin ve denizin şenliği: İstanbul yazmacılığı

Yazma ustası Veliye Martı ile 'İstanbul yazmacılığı'nı, yazmacılık sanatını ve yazmacılığın geçmişini konuştuk. Martı, ‘yazmacılık sanatı’yla tanışmasının ardından olanları, "Yazmacılık tekniklerini öğrenmiştim ama bununla yetinemezdim, bu sanata bir kimlik kazandırmak, geçmişle bağlantısını ortaya koymak gerektiğinin farkındaydım. Bu nedenle geleneksel halk motiflerini öğrenmek için Anadolu’ya doğru yola koyuldum" diyerek anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

Berken Döner

DUVAR - İstanbullu bir ailenin evinde, unutulmaya yüz tutmuş “İstanbul yazmacılığı”nın peşindeyim. Burası yazma ustası Veliye Martı’nın atölye olarak da kullandığı evi. Duvarlar tavana kadar nadide kitaplarla dolu, dört bir yanım Veliye hanımın ve İstanbul’un en eski yazma ustalarının eserleri ile çevrili. Veliye hanım heyecanla anlatmaya başlıyor; “Bakınız bu Ohannes ustanın eseri. Eserlerinde en çok kırmızı rengini kullanmıştır. Özel bir kırmızıdır. Bu kırmızıya Ohannes kırmızısı diyorum. Şu diğerini Vahe usta yapmış. En zarif çiçekleri o yapar” … Bir anda kendimi büyük bir mirasın içinde buldum. “İstanbul yazmacılığı” hakkında konuşmak için geldiğim bu atölyeden yepyeni terimlerle, efsanelerle, İstanbul’un kuytu köşelerine gizlenmiş sırlarla ayrılacağımı bilmiyordum. Biz antika sarı fincanlarda kahvelerimizi içerken o miras yavaş yavaş açılmaya başladı. Dumanı tüten kahvelerimizi soğutmadan İstanbul’un iyot kokan deniz kıyılarında bir yolculuğa başladık.

Veliye Martı ve Berken Döner, Vahe bir ustaya ait bir deseni incelerken.

'KARŞILAŞMA: BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU PANOLARI'

Veliye hanımın hikayesi bizi önce 1989 yılına, Kıbrıs’a götürdü. Her şeyin başladığı o güne dair şunları anlattı, “1989 yılında, Kıbrıs Ortaköy’de, Bedri Rahmi Eyüboğlu imzalı mozaik panolarıyla karşılaştım. Bedri Rahmi imzalı bu panolar, 1958 yılındaki Brüksel Dünya Fuarı’nda (EXPO-58) Türk pavyonunda sergilenmiş ve serginin hemen ardından deyim yerindeyse “kaybolmuş”. Sergiden sonra Belçika’dan trenle İstanbul’a gönderilmiş. Dönemin sosyo-politik şartlarından dolayı ilgilenilmemiş ve Haydarpaşa’nın depolarında sahipsiz kalmış. Daha sonra ise Kıbrıs’a yollanmış. Bu mozaik panolar beni Mehmet Eyüboğlu atölyesine götürdü. 1990 yılında ‘yazmacılık sanatı’yla tanıştım. Mehmet Eyüboğlu atölyesinde çalıştığım sürece, ustamın Kıbrıs üniversitelerinde ve kültür merkezlerinde düzenlediği sergilerde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun motiflerini kullanarak ipek giysiler tasarladım. Öyle ki daha sonraki yıllarda ustam Mehmet Eyüboğlu ‘Yazmaların kadın giyiminde kullanılması Veliye Martı ile başladı’ demiştir. Mehmet Eyüboğlu atölyesinde baskı ve tasarım tekniklerini öğrendim, ben de yeni teknikler geliştirdim. Fakat bununla sınırlı kalmak istemedim. Her zaman araştıran, sorgulayan bir kişiliktim. Evet, yazmacılık tekniklerini öğrenmiştim ama bununla yetinemezdim. Bu sanata bir kimlik kazandırmak, geçmişle bağlantısını ortaya koymak gerektiğinin farkındaydım. Bu nedenle geleneksel halk motiflerini öğrenmek için Anadolu’ya doğru yola koyuldum. İlk durağım elbette Tokat oldu. Tokat’ın önemli ustalarından Hüseyin Er, kalıp-kazan ustalarından Ömer Gıcık ve Ünal Sulugöl’den dersler aldım. Hepsi çok önemli ustalardı. Örneğin Hüseyin usta altı yaşında bu sanatla ilgilenmeye başlamış. Muaazzam bir birikimi vardı. Tokat yazma atölyelerinde üç yıl boyunca ‘usta –çırak geleneği’ne sadık kalarak geleneksel yöntemleri öğrendim. İncelemeler ve araştırmalar yaptım. Başladığım günden itibaren İstanbul’da ve Anadolu’da yazmacılık sanatı ile ilgili araştırmalarımı sürdürüyorum. Fakat ‘İstanbul yazmacılığı’na daha çok yoğunlaştığımı söyleyebilirim”. Resim tarihimizde önemli bir yeri olan Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1950’li yıllarda unutulup gitmiş yazmacılık sanatını yeniden gündeme getirir, kendine özgü üslubuyla ona farklı bir kimlik kazandırır. Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1951’de, Adalet Cimcoz’un Maya Sanat Galerisi’nde ilk “Yazma” sergisini açar. Sergi yoğun bir ilgiyle karşılanır. İlk yazma sergisinin davetiyesinde şunları yazar Eyüboğlu: ‘Yazma halkın malıdır. Yazma az ve öz değerlerle yapılır. Yazma renkleri ve biçimleri hayata karıştırır. Yazma cömerttir, ele avuca sığar, işe yarar. Yazma insana ferahlık, sevinç verir (…) Darısı resmin başına!’. Büyük bir ilgiyle karşılanan sergi, yoğun talep sonucu Haziran ayında Ankara’da da açılır.

Aynı yıl, Times Dergisi Bedri Rahmi’nin “yazma”larına iki sayfa ayırır. Daha sonraki yıllarda, eşi Eren Eyüboğlu, oğlu, gelini ve günümüzde de torunu tarafından halen Kalamış’taki atölyede yazmacılık sanatı sürdürülmektedir. Eyüboğlu ailesinin Bedri Rahmi’nin açtığı yolda aynı tutkuyla, emekle, özenle ilerlediğini oğlu Mehmet Eyüboğlu’nun şu sözleri çok açık ortaya koymaktadır; ‘Benim yazmamı eline alan Bedri Rahmi’nin yüreğini tutuyordur elinde… Eren Hanım ağacının dalındadır, yaprak yaprak… Onları yaşatmaktı dileğim. Kalıplarımı gözyaşlarımla oyuyorum. İçlerine de canımı katıyorum’. 50’li yıllarda eski popülerliğini ucundan kıyısından yeniden yakalayan yazmacılık sanatının detaylarını şöyle anlatıyor Veliye Hanım; “Öncelikle söylemeliyim ki yazmacılık oyulmuş kalıplar kullanarak veya kalemle çizilerek, çeşitli boyalarla bu işe uygun özel kumaşlar üzerine baskı yapılarak elde edilen bir kumaş süsleme sanatıdır. Kumaş üzerine tahta baskılarla desen elde edilebildiği gibi elle çizilip resmedilerek de desen elde edilebilir. Yazmacılık, giysi süslemelerinden tutun mekan süslemelerine kadar pek çok yerde kullanılmıştır. Başörtüsü, bohçalar, yorgan yüzleri yapılmıştır. Eski İstanbul’da çeyizlerin en değerli parçalarını oluşturmuştur. Bu iş için kullanılan kumaşlar özeldir.

En çok pamuklu kumaş tercih edilir. Pamuk, baskı sırasında boyayı çabuk emer ve böylece boyanın akmasını önler. Ayrıca şile bezleri, mermerşahi gibi kumaşlar kullanılabilir. Geçmişte yazmaların renklendirilmesinde cehri, soğan kabuğu, ceviz yaprağı gibi bitkilerden hazırlanan doğal boyalar tercih edilmiştir”.

Geyik ve horoz desenli Ankara yağmacılığından mekan süslemesi örnekleri

KALIPLAR IHLAMUR AĞACINDAN

Kumaşların bile özenle seçildiği yazmacılık sanatında kullanılan ağaç kalıplarının da özel olması gerektiğini düşünüyorum. Şöyle açıklıyor Veliye Hanım; “Kalıplar her ağaçtan hazırlanmaz. En çok ıhlamur ağacı tercih edilir. Çünkü ıhlamur ağacı oyma yapmaya çok uygun bir ağaçtır. Çam, gürgen ve ahlat ağacından da yapılır. Her ne kadar İstanbul’da yazmacılığın tarihi çok eskilere dayansa da Anadolu’da da bir birikim karşımıza çıkıyor. Anadolu’da yazmacılığın yoğun olarak yapıldığı yerlerin başında Tokat geliyor. Tokat’ta yazmacılığın uzun bir geçmişi var. Evliya Çelebi Tokat yazmaları için, ‘Beyaz pembe bezi Diyar-ı Lahor’da yapılmaz. Güya altın gibi mücelladır. Kalemkâr basma yüzü, münakkaş perdeleri gayet memduh olur’ der. Kastamonu, Ankara, Elazığ, Malatya, Bartın, Gaziantep, Mardin, Hatay’da da yazmacılığın izleri sürülebilir. Süreç içinde her Anadolu kentinin kendine özgü desen ve renkleri oluşmuş. Örneğin geyikli, Hitit simgeli Ankara yazmaları bu sıralar çok popüler. Herkes seri halde aynı deseni kullanıyor. Oysa geçmişini araştırdığımızda, seksen sene öncesine baktığımızda geyik formundaki farklılığı görürüz. Benim Ankara geyikli yazmalarım çok farklıdır. Ankara’nın horozlu yazmasını bilen yok. Oysa geçmişte horoz desenli Ankara yazmaları var”.

İYOT VE YOSUN KOKAN İSTANBUL YAZMALARI

Yazmacılığın İstanbul’da da oldukça eski bir geçmişi var. Evliya Çelebi, meşhur Seyahatname’sinde İstanbul yazmacıları hakkında ‘esnaf-ı nakkaşan-ı yağlıkcıyan’ tabirini kullanmış ve “Bunlar yumayun bezler üzerine siyah kalemkâr ederler, 20 dükkân, 20 nefer olarak çalışırlardı” diye anlatmıştır. Öyle ki Anadolu’daki yazmacılık örnekleri ile İstanbul’daki yazmacılık örnekleri açısından zarafet ve üslup bakımından büyük farklar göze çarpmaktadır. Veliye hanım büyük bir heyecanla “İstanbul yazmacılığı” ile “Anadolu yazmacılığı”nı birbirinden ayırmamız gerektiğini, ikisinin arasında çok farklar olduğunu anlatıyor; “Hemen şunu söylemeliyim. Halk Eğitim Merkezleri'nde, çeşitli özel kurslarda yazmacılık dersi veriliyor. Buradan mezun olanlara da “Tokat Yazmacılığı” başlığı altında bir sertifika veriliyor. Buna şiddetle karşıyım. Bu sertifikanın adı “Geleneksel Yazmacılık” olmalı. İstanbul’da yapılan yazmacılık, kalem işi İstanbul yazmaları ön plana çıkartılmalı. Çünkü İstanbul’da yazmacılığın 16. yüzyıla dayanan bir geçmişi var. İstanbul Tokat’tan daha önemli bir yazmacılık merkezi. Çünkü Tokat’ta baskıcılık ön plana çıkmıştır. Tokat yazmacıları kalem işi yazma tekniğini bilmezler. “Baskıcılık” ve “yazmacılık” birbirinden ayrı şeyler. Kaldı ki Anadolu insanı ile İstanbul insanının hayata bakış açısı çok farklıdır. Bu nedenle estetik olarak da ayrışırlar. İstanbul yazmalarında üç teknik kullanılır; kalem işi, kalıp kalem ve elvan (renklerin de kalıpla basılması). Benim fikrime göre elvan daha sonra kullanılmaya başlamış. Kalem işi sadece fırça ile yapılıyor. Kalıp kalem de kalıpla basılıyor, fırçayla renklendiriliyor.

Çiçek desenleri yoğun olarak kullanılmış. Kır çiçeklerinden tutun at kestanesine, mimozaya kadar desenler çalışılmış. Genellikle ana renkler kullanılmış. Örneğin Ohannes usta “alizarin kırmızısı”nı sıklıkla kullanmış fakat boyasını kendi hazırladığı için bugün bunun formülü bilinmiyor. Geçmişi daha eskiye dayansa da 17.,18.,19. yüzyıllarda İstanbul’da çok önemli eserler verilmiş, saraya yazmalar yapılmış.

Yazmacılıkta kullanılan kalıplardan örnekler

EN GÜZEL YAZMALAR KANDİLLİ'DE YAPILMIŞ

Osmanlı döneminde Üsküdar çok önemli bir merkez. Örneğin Üsküdarlı Turnayan ailesi yazmacılıkta çok önemli bir isim. Kuzguncuk, Yeniköy, Arnavutköy, Çengelköy, Samatya, Yenikapı, Kumkapı ve Kandilli’de yazmacılık sanatıyla uğraşılmış. Aslında zamanında Boğaz kıyılarının hemen hepsinde İstanbul yazmacılığının en güzel örnekleri verilmiş ama Kumkapı’yı ve Kandilli’yi ayırmak lazım. Çünkü bu iki semt bir zamanlar yazmacılıkla özdeşleşmiş. Boğaziçi semtlerinden Kandilli’de yazmaların geçmişi 18. yüzyıla dayanır. En güzel yazmalar Kandilli’de yapılmış ama Kumkapı yazmacılığını da özellikle vurgulamak gerekir. Sultan Abdülmecid’in kız kardeşi Adile Sultan ve kızı Cemile Sultan’ın da Kandilli’de ki saraylarında yazmalar kullandığı biliniyor. Bu yazmaların sanatsal değeri çok yüksektir ve “kalem işi” yazmalardır”. Kandilli yazmalarını oldukça zarif bulan, Kumkapı’ya özel bir yer ayrılması gerektiğini düşünen Veliye hanım, ağaç kalıplarını çizip oyarak kalıp hazırlayan ustaların genellikle Rum ve Ermeni ustalar olduğunu söylüyor. Her ağaç baskının da tahminen üzerindeki motifiyle ilişkilendirilen özel bir adı varmış. “İstanbul’da yazmacılık geleneğine baktığımızda hemen Ermenileri, Ermeni ustaların zarafetini, incelikli üslubunu görürüz. Örneğin ben Kumkapılı Ohannes ustanın ve Bulgaristan’dan ülkemize göç eden Vahe ustanın imzalarını tanıyorum. Bende onların çalışmaları da var. Onların dışında da, özellikle Kumkapı’da Ermeniler bu sanata çok hakim. Kumkapı’nın yazma ustası, balıkçıları ve kuyumcuları meşhurdur. Kumkapı’nın geçmiş yılların fotoğraflarına baktığımızda sahil boyunca çiroz ve yazma kurutan insanları görürüz. Baskıları kalıcılaştırdığı için kumaşlarda deniz suyu kullanmış ve sahil boyunca kurumaları için serilmiş. Bu nedenle iyot ve yosun kokusu tıpkı balıklar gibi yazmalara da sinmiştir”.

Atölyeden Veliye hanımın “Yazın Ada’da takarsın” diyerek bana hediye ettiği, geleneksel yazma tekniği ile hazırladığı pembe çiçekli fularımla ayrılıyorum. Bir yanım Büyükada yazlarının masalımsı pembe çiçeklerini düşünürken, diğer yanım İstanbul’un iyot ve yosun kokan kıyılarını, o kıyılarda uçuşan yazmaları düşünüyor.

Veliye Martı

VELİYE MARTI'YA DAİR

1994 yılında Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezi’nde ve Girne Amerikan Üniversitesi’nde “Kalamış Yazmaları” sergisine ve 2006 yılında Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde “Sevdam Yazma” sergilerine “ipek elbise tasarımları” yla katıldı. Bu sergilerin küratörlüklerini üstlendi. Aynı yıl, KKTC Milli Eğitim Bakanlığı’nın daveti üzerine sergiyi Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezi’nde de açtı. Ağaç baskı ve yazmacılık seminerleri düzenledi.2009 yılı Mayıs ayında Mardin’e gitti ve yoğun bir kurs programını hayata geçirdi. 2010 yılında çeşitli üniversitelerde uygulamalı yazmacılık konulu eğitim seminerleri verdi. 2012 yılında Lefkoşa’da “Kıbrıs Sandık Motifleri” isimli ilk kişisel sergisini açtı. 2015 yılında “Sahi İstanbul” sponsorluğunda İstanbul Tünel-Adahan Galeri’de “Anadolu’da Kadının İzi” sergisini açtı. 2018 yılında, editörlüğünü Kadir Kaba’nın yaptığı, Sosyal Yayınlar’dan çıkan İstanbul’un Son Yazma Ustaları ve Kalıpları kitabını hazırladı. Veliye Martı’nın en temel amacı geleneksel olanı ortaya çıkarmak, motiflerin en yalın, bozulmamış haliyle tasarımlar yaparak ve orijinal hallerini de belgeleyerek gelecek kuşaklara aktarmaktır. Bu bağlamda günümüzde Fındıkzade’deki atölyesinde proje, eğitim ve araştırma çalışmalarını sürdürmektedir.