Memet Ali Alabora: Kalbimle boğazım arasında tarif edemediğim bir yumru hissediyorum

Gezi protestolarından sonra Türkiye'den ayrılıp Galler'e yerleşen Memet Ali Alabora ile 5 yılda neler yaptığını konuştuk. Gezi'yi "Hayatımın tümden değiştiği bir dönüm noktası" diye niteleyen Alabora, "Düşündüğümde kalbimle boğazım arasında, tarif edemediğim bir yumru hissediyorum" diyor. Alabora, şu günlerde Meltem Arıkan'ın, Pınar Öğün'le birlikte sahnelediği Enough is Enough adlı oyununun turnesi için Londra'da...

Google Haberlere Abone ol

Esra Karataş [email protected]

LONDRA - Memet Ali Alabora, 2013 yılındaki Gezi eylemlerinin ardından, belli kesimler tarafından hedef gösterilince Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı. 5 yıldır Galler'de yaşayan Alabora, zorlukla geçen 2 yılın ardından eşi Pınar Öğün'ün öncülüğünde kurulan Be Aware Production bünyesinde üretimlerine tekrar başladı. Meltem Arıkan, Pınar Öğün ve Memet Ali Alabora'nın katkılarıyla yapılan üretimlerin ilki ‘Exhibit’ isimli kısa film oldu. “Enough is Enough” Be Aware’ın ilk tiyatro projesi. Oyun 3 Haziran'da Londra'da Türkiyeli izleyicisi ile buluşacak. Oyunun yönetmenliğini üstlenen Memet Ali Alabora ile Gezi'yi ve Türkiye'den ayrılmak zorunda kaldıktan sonra yaşadıklarını konuştuk. Sorularımıza Alabora ile birlikte aynı süreci yaşayarak Galler'e yerleşen, Pınar Öğün ve Meltem Arıkan da cevap verdiler. Üçlü, Be Aware bünyesinde üretimlerine devam ediyor.

Memet Ali Alabora

Gezinin beşinci yılını geride bıraktık. Geriye dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz?

Memet Ali Alabora: Benim için artık Gezi hem toplumsal hem de kişisel bir dönüm noktası olarak hayatımda yer alacak. Toplumsal olarak Gezi’yi ben; dünyada 1999 yılında Seattle ile başlayan, “başka bir dünya mümkün” sloganıyla gelişen, 2002 ve 2003 yıllarında savaş karşıtı hareketlerle dönüşen, 2010 yılından sonra dijital bir boyut kazanan, 2011, 2012 ve 2013’te dünyanın çeşitli yerlerinde ve dijital ortamlarda farklı şekillerde ortaya çıkan; hiyerarşik yapıları katı olmayan, liderliği net belirlenmemiş, anlık özelikleri çok fazla olan, adem-i merkeziyetçi, rizomatik, yayılan/kaplayan/sıçrayan, yaratıcılığın öne plana çıktığı ve mizah yüklü hareketlerin, bir dönem açısından finali olarak anacağım.

Gezi, 2013 yılından sonra internetin ve dijital özgürlüklerin, devletlerin de desteği ile merkeziyetçi dev firmalar tarafından neredeyse mutlak hakimiyet altına alınması ve İnternet Suncuları Ağı (World Wide Web)’nın kurucusu Tim Berners-Lee’nin dediği gibi “Dünya’nın En Büyük Gözetleme Ağı”na (“World’s Largest Surveillance Network”) dönüşmesi ile, daha önce eşi görülmemiş bir eylemlilik tarzının dünya çapındaki son örneklerinden biri oldu. Bu bana neler hissettiriyor? Bir taraftan çok uzakta, bir taraftan dün gibi, onun için hem heyecan, hem öfke, hem hüzün, hem kırgınlık, hem umut, hem umutsuzluk hissettiriyor. Hala durmadan Gezi’yi konuşuyoruz, onun için hala çok sıcak, onun için tüm hissettirdikleri de çok sıcak. Kişisel olarak ise hayatımın tümden değiştiği bir dönüm noktası. Sadece kişisel olarak düşündüğümde kalbimle boğazım arasında, tarif edemediğim bir yumru hissediyorum.

Pınar Öğün: Gezi deyince aklıma bugün de hâlâ etkisi devam eden o zamanlar yaşadığım müthiş anksiyete ataklarım geliyor. Nasıl oluyor da akıl almaz bağlantılar, kurmaca suçlamalarla, kendi insanına “kapa çeneni” dediler! Oysa o zamanlar tek ihtiyaç olunan şey dinleyecek bir çift kulak, anlayış ve merhametti. Doğanın masumiyetinde dans eden, sohbet eden, paylaşan, bir insan olma haliydi Gezi Parkı. Oraya gelen çocuklar, gençler, yaşlılar, engelliler, erkek, kadın, LGBTİ, o din, bu din fark etmeden, her yaştan, her kültürden, her fikirden insan bir şeylerden sıkıntılıydı ve bunu dile getirmeye kaynaşmaya anlamaya ve anlaşılmaya ihtiyaç duymuşlardı. Böyle bir dünya mümkün ve ben buna çok inanıyorum. Ancak mümkün olmasını istemeyen bir zihniyet dünyayı yönetiyor. Biz de bu zihniyetin kurbanlarından sadece birkaçıyız.

Meltem Arıkan

'YENİ NESİL APOLİTİK DEĞİL'

Meltem Arıkan: Gezinin başlangıcı ve gelişim süreci benim için büyük bir sürpriz olmuştu. O dönemlerde sık sık makaleler yazdığım “dijital dünyaya geçiş” sürecinin de bir kanıtı gibiydi içinde pek çok ama’ları barındıran… Hem büyük bir umut hem de büyük bir umutsuzluk…

Gezi’den önce yazdığım ve pek çok suçlamalara maruz kaldığımız “Mi Minör” oyununu yazarken tek bir şey söylemiştim; “yeni nesil doğru anlaşılamıyor, onlar apolitik değil sadece düşünce biçimleri ve algıları farklı. Göreceksiniz bizim oyunumuzu en çok onlar anlayacak”. O süreç bana hem ne kadar haklı olduğumu hemde ne kadar haksız olduğumu gösterdi. Ne yazık ki statüko anlamadığı gençleri saf dışı bırakmayı başararak tıpkı kendilerine benzeyen tuhaf bir gençlik yaratmayı başardı…  Beş yıl sonra buradan baktığımda sadece burukluk ve yoğun bir hüzün hissediyorum….

Be Aware oluşum sürecinden bahsedebilir miyiz? Neler yapmayı hedefliyorsunuz?

Memet Ali Alabora: Be Aware’i Pınar kurdu, tabii ki hepimiz sürecin içindeydik, ama sanırım o anlatırsa daha iyi olacak.

Pınar Öğün: Pınar kurdu, deyip topu bana attı Memet Ali, peki ben şöyle izah edeyim: Ben kağıt üzerinde kurmuş olabilirim ancak Memet Ali Alabora, Meltem Arıkan, Üstün Çanga, Melin Edomwonyi, Ege Arıkan, Glesni Price Jones olmasaydı bu şirket bugünkü gücünü oluşturamazdı. Çok büyük bir emeğin, umudun ve birlikteliğin çatısı Be Aware Productions. Dişimizi tırnağımıza takıp bütün yaralarımızı ürettiğimiz işlerle sardığımız, iyileştirdiğimiz bir revir görevini de görüyor aynı zamanda çünkü ürettiklerimiz bizi güçlendiriyor, iştahlandırıyor ve hayata döndürüyor. Özgür ifade ve düşüncenin pratiğe geçmesinde bize alan açıyor.

İlk geldiğimiz zamanlarda sanat çevresinden her karşılaştığımız kişi bize, “peki siz bir yapım şirketi misiniz, tiyatro kumpanyası mısnız?” diye soruyordu. 2015 yılının başına geldiğimizde artık kendi işlerimizi başkalarının kararlarına bağlı kalmaksızın üretmek gerekliliğini hissetmeye başladık. Meltem Abla’nın yazdığı kısa bir oyun vardı, ben de onu bir kısa film yapmak istedim. Be Aware’ı kurduk, ilk işi de kısa filmimiz ‘Exhibit’ oldu. Exhibit’i Vimeo On Demand ya da Amazon’dan izleyebilirsiniz.’Enough is Enough’ da Be Aware’ın ilk tiyatro projesi oldu. Şu anda yeni oyunumuza hazırlanıyoruz. Bir taraftan da benim çekmek istediğim bir kaç şey var onlara hazırlanıyorum, müzik klibi, kısa film falan. Hedefimiz görsel-işitsel ve gösteri sanatları alanlarında yenilikçi, uluslararası görünürlüğü olan işler üretmek.

'İLK İKİ YIL KOLAY GEÇMEDİ'

Tüm bu süreç aynı zamanda kendinizi yeniden inşaa etme süreci. Bu süreç nasıl geçti sizler için?

Memet Ali Alabora: Öncelikle şunu söyleyeyim, bu süreç geçmedi, hala geçiyor. Ben bu süreci şöyle yaşıyorum: Genelde insanlar “bana bir şans daha verilseydi, şunu şöyle yapmazdım” ya da “bir daha dünyaya gelsem, şöyle şöyle yaparım” gibi şeyler söylerler. İşte önümüzde hayatımızı bir kez daha inşa etmek için bir seçim var; aynı şeyleri yapmak, aynı yollardan gitmek zorunda olmadığımız; istersek gidebileceğimiz... Özelikle ilk iki yıl bu açıdan kolay geçmedi. Sonunda kendi işlerimizi üretmenin bizim için en hayati şey olduğuna vakıf olduk. Bir şeyi bilmekle gerçekten vakıf olmak arasında fark var, bu kendinizle ilgili bir şeyse süreç daha da karmaşık olabiliyor. Kendimizi, üreterek yeniden inşa etmeye çalışıyoruz.

Pınar Öğün: Öyle ya da böyle başımıza gelen şeyler, yaşadığımız süreç olağanüstü zor, bu tartışılmaz. Ancak şunu belirtmek lazım. Benim için en azından bu az sonra söyleyeceğim şey çok geçerli. Bizimki ve benzeri süreçler yaşayan insanlar ya bu sürecin kurbanı olarak kalıyor ya da hayatta kalmak ve mücadele etmek için dişini tırnağına geçirip mücadele ediyor. Tüm imkansızlıklara rağmen tüm içini acıtan gerçeklere rağmen yılmadan pes etmeden birbirinin gözyaşlarını silerek, acılarını, sıkıntılarını, delirme anlarını anlayarak, birbirine tutunarak üretmek, keyif almak ve yaşamı yaşanır hale getirmek. Bunu size sizden başkası yani kendinizden başkası sunamıyor maalesef. Kendinizi belki de ilk kez en çaresiz haliyle öğreniyor ve kırılganlıklarınız ile yüzleşip kendinizi tekrar yapılandırmaya, anlamaya ve yaşama kazandırmaya başlıyorsunuz. Memet Ali haklı, bu süreç hep var olacak bir süreç. Değişmeyen tek şey değişimdir öyle değil mi?

Meltem Arıkan: Bu süreç hepimizi için çok zor oldu ama benim için biraz daha zor diyebilirim çünkü bu süreç içinde beyin kanserinden eşimi kaybettim. Onun hastalığı sürecinde Türkiye’ye gidip gelebilirken darbe girişiminin ardından hakkımızda yapılan yeni suçlamalar nedeniyle yine ülkeye dönemez hale geldim. Samimiyetle söyleyebilirim ki eğer Pınar’lar ve oğlum olmasaydı bu süreci atlatabilir miydim bilmiyorum. İnsanların acımasızlıkları, vicdansızlıkları ve iki yüzlülükleri bu dönemde hepimizin canını çok acıttı. Ancak bütün yaşadıklarım benim içimde büyük bir değişime yol açtı ve bunun sonucunda ‘Tek Bildikleri Aşktı’ romanını yazdım. Bu roman şu anda Türkiye’de basılmış durumda. Ayrıca hayatı bambaşka bir şekilde okumayı öğrendim o nedenle de tüm yaşadıklarımın sonunda sevginin ve sevgisizliğin insan hayatındaki en önemli şey olduğunu öğrendiğimi söyleyebilirim.

Pınar Öğün

Enough is Enough Britanya'da yaşanmış gerçek olaylardan yola çıkarak yazılmış bir oyun. Bu hikayeleri dinlerken ve kaleme alırken, Türkiye ile benzerlikler buldunuz mu? Ayrılan ya da ortaklaşan noktalar var mıydı?

Memet Ali Alabora: ‘Enough is Enough’ için Meltem’in daha önce yazdığı ve 2007’de garajistanbul’da sahnelemiş olduğumuz ‘Oyunu Bozuyorum’un metni ile yola çıktık. Meltem o yılardan beri kadına karşı şiddetin belli bir coğrafyanın sorunu olmadığını, tüm dünyanın ataerkil düzenin kurbanı olduğunu anlatmaya çalışır. Bu oyuna da böyle bir motivasyonla başladı, bence kendi anlatsa daha iyi olacak.

Meltem Arıkan: 2007 yılında ‘Oyunu Bozuyorum’ diye bir oyun yazmıştım. Türkiye’deki gerçek hikayelerden oluşan ve oyunun prömiyeri Zürih’te yapılmıştı ve oradaki izleyicilerin bir kısmı bu sorunların sadece doğuya ait olduğunu söylemişti hatta böyle bir kritik yazısı çıkmıştı. O günlerden beri ben hep aynı örneği veriyorum. Birisi yüzünüze tokat atarsa bu tokat her yerde aynı acıyı yaratır. Bizler nerede yaşarsak yaşayalım, hangi kültürden olursak olalım aynı acıları yaşıyoruz çünkü hepimiz insanız… Tıpkı Türkiye gibi burada da aile çok önemli ve yaşananların halının altına süpürülmesi burada da yaşanan bir gerçek… Ancak burada tacize uğrayanların gidebilecekleri, danışabilecekleri pek çok kurum var ne yazık ki Türkiye bu anlamda çok zayıf. Ayrıca burada kocasından dayak yiyen bir kadına polis kocandır affet demiyor mesela… Tabii bir de burada bu konuları dile getirdiğiniz zaman kimse size saldırmıyor, kitabınız yasaklanmıyor, sizin için linç kampanyaları düzenlenmiyor...

'AMACIM SEYİRCİNİN KALBİNE DOKUNABİLMEKTİ'

Oyunun sahneleme sürecinden bahsedebilir miyiz? Oyunu müzikal bir performansla sunmanın avantajları, dezavantajları oldu mu?

Meltem Arıkan: Aslında bu oyun pek çok kadının sesine megafon olmaya çalışan bir oyun. Oyunun yazılma sürecinde görüştüğümüz pek çok kadının hikayesinin ardından ben önce şarkı sözleri yazmaya başladım. Hatta bir süre sonra Memet Ali “Meltem oyun nerede?” diye sormaya başladı. Bu oyunu yazarken benim en büyük amacım seyircinin kalbine dokunabilmekti. O nedenle de müziğin büyülü bir araç olduğunu düşünüyorum. Şarkı sözlerinin ardından 4 kadından oluşan bir müzik grubu Memet Ali’nin fikriydi…

Memet Ali Alabora: İlk araştırma-geliştirme sürecine başladığımızda oyunun böyle bir tarzı olacağı aklımızdan bile geçmedi. Ama adı üstünde içinde ‘araştırma-geliştirme’. Bu süreçte önce sahada çalışan, daha çok da kadınlarla görüşmeler yaptık, raporları okuduk, Meltem ve Pınar seks işçileri ile görüştü. Tüm bu araştırma süreci oyunun geliştirilmesine katkı sağlamak içindi. Plana göre Meltem oyunu yeniden yazacak ya da yeni bulgularımıza, deneyimlerimize göre buraya adapte edecekti. Ama o sürekli benimle şarkı sözleri paylaşmaya başladı. Bir şarkı sözü üstüne bir tane daha, bir tane daha. Ben de düşünmeye başladım, acaba müziği ve şarkıyı oyunun merkezine nasıl koyarım diye.

İşte, sahnede bir kadın müzik grubu olması ve seyircinin aslında bir konsere gelmiş hissini yaşaması bu arayıştan çıktı. Meltem’in gönderdiği o ilk şarkı sözleri dönüşerek oyunun bugünkü şarkıları haline geldi ve oyunun tarzını ve dilini belirlemiş oldu; sarkastik, protest, direkt ve sert. İki şarkı hariç müziklerin tamamını Maddie Jones besteledi, aynı zamanda da oyunun müzik direktörlüğünü yaptı, tabii bir de sahnedeki oyunculardan biri. Ekibe ilk katılan da o oldu. Ondan sonra Francesca Dimech ile tanıştık. Daha sonra da ilk davulcumuz Emma Daman Thomas aramıza katıldı. Galler turnesini yapan ekip buydu. Londra gösterilerinden önce yeniden prova yaptık, hem yeni davulcumuz Holly Mallett’ın oyunun bir parçası olması için, hem de oyundan 13 dakika attık. Şimdi oyun daha da akıcı ve vurucu hale geldi.

Müziği merkeze koymanın avantajı şu; çok sert hikayeleri anlatıp daha sonra müzikle bir anda bambaşka bir algı yaratabiliyorsunuz. Sanırım seyirci eğlenmek, üzülmek, hatta acı çekmek, gülmek, kendini sorgulamak arasında gidip gelirken, bir konserden mi oyundan mı çıktığını tam olarak anlayamazken bir deneyimle ayrılıyor mekandan. Bizim için de en önemli olan şey seyirciye bir deneyim yaşatabilmek. Bu formu seçmemizin dezavantajı oldu mu diye düşündüğümde sadece şu geliyor aklıma; her ne kadar şu an Britanya’da adına ‘gig-theatre’ (konser-tiyatro) denilen bu form yaygınlaşmaya başlamış olsa da, çok fazla kişi tarafından bilinmiyor, dolayısıyla oyunun tanıtımını yaparken potensiyel seyirciye işin ne olduğunu algılatmak zor olabiliyor.

'PEK ÇOK KADININ HİKAYESİNİ DİNLİYORUZ'

Oyun 4 kadının hikayesi üzerinden aktarılıyor. Bu hikayelerin ortaklaştığı ve temsil ettiği noktalar nelerdir?

Meltem Arıkan: Bu oyun 4 kadının hikayesi üzerinden aktarılmıyor oyunun içinde pek çok kadının hikayesini dinliyoruz… Sahnede ki dört kadın pek çok kadının hikayesini dile getiriyor kimi zaman bir sokak orospusu oluyorlar kimi zaman gençliğini yaşayamamış kayıp bir kadını dinliyoruz. Kimi zaman bir çocuk, kimi zaman bir genç kız… Bütün bu hikayelerin ortak noktası ise artık yaşanan acıların dile getirme gerekliliği… Çünkü eğer yaşanan hikayeler ve acılar dile gelmezse şiddetin şiddeti artarak devam edecek.

Enough is Enough ile seyirciye aktarmak istediğiniz duygu nedir? Seyirci hangi duyguyla çıkmalı oyundan?

Meltem Arıkan: Hiçbirimiz şiddet döngüsünün dışında yaşamıyoruz, hepimiz bir şekilde şiddetin kurbanıyız ve bununla başa çıkabilmek içinde önce bunu kabul etmemiz ve paylaşmamız gerekir… Benim yazar olarak en çok aktarmak istediğim duygu hiç birimiz şiddet döngüsünün dışında değiliz…

Pınar Öğün: ben oynarken etap etap şunları yaşıyorum: Biraz sonra size anlatacağımız şeylerin hepsi gerçek. Bu çok can yakan bir tecrübe. Bu bir travma. Sakın ha bize acıyıp kendinizi üst bir yerde konumlandırmayın. Çünkü bunların hepsi ortak travmamız. Biliyoruz biz yalnız değiliz sizin de yaşadıklarınız var hiç konuşmadığınız. Ben sustukça o sustukça sen sustukça nasıl kıracağız bu şiddet zincirini? Ben tuhaf değilim ben utanmıyorum artık ben hikayemin ürünü değilim ben özgürüm çünkü artık korkmuyorum.

Bu düşünce serüveni, bu şiddete başkaldırı ve iz sürümü oyuna yaydığım bir hal oynarken.

Memet Ali Alabora: Eğer seyirci mevzuyu kişiselleştirip çıkıyorsa, o zaman ben yönetmen olarak hedeflediğimi gerçekleştirdiğimi hissediyorum. Oyundan ajite olmuş, hadi kampanya yapalım, protesto yapalım diye değil önce kendisine dönmüş bir halde çıkması benim amacım.

Bir süredir turnede olduğunuzu biliyoruz. Gördüğünüz ilgiden memnun musunuz? Britanyalı izleyiciyi nasıl buluyorsunuz?

Memet Ali Alabora: Aslında bunu en güzel anlatacak şey Galler turnesinden sonra hazıladığımız hem oyunun yapım sürecinin, hem de turnede yaşananların ve seyircilerin tepkilerinin yer aldığı video. Video İngilizce ama İngilizce bilmeyenlerin de sadece görsel olarak takip edecekleri çok şey var içinde. Be Aware’ın Vimeo kanalından ulaşabilirsiniz:

Demin de dediğim gibi deneyim bizim için çok önemli. Biz yaptığımız işlerle izleyiciye bir deneyim yaşatmayı hedefliyoruz. Bu doğrultuda geçen yıl ‘Enough is Enough’ için 26 günde tüm Galler’de 20’den fazla mekanda sahneye çıkacağımız bir turne organize ettik. Turne başlamadan, Galler’de daha önce bu kadar kısa zamanda bu kadar kapsamlı bir turne yapılmadığını söyleyen bir çok sanatçı tarafından ilgiyle karşılandı. Bizim için turne ve oyunun oynandığı yerler, oyunun sahneye konuluşu kadar önemliydi, hatta oyunun genel tasarımının bir parçası idi. Oyunu sadece tiyatro salonlarında oynanmak için tasarlamadık. Tiyatro ile her zaman ilişki kurmayı seçmeyen bir seyirci göz önüne aldık.

Oyunun içeriği kadar oyunun serüveni de anlatmaya değer bir hikaye barındırıyor artık. Bu turne sayesinde Galler’in en ücra köşelerini ve çoğunlukla da yoksul bölgelerini görme şansımız oldu. Kimi bölgelerde sanata karşı olan ilgisizliğe şaşırırken kiminde ise sanatın dönüştürücü gücüne tanık olduk. Örneğin Newtown’da bir ay boyunca kentte tanıtım çalışması yapmış olmamıza, son gün turne minibüsünün üstünde afişler ve hoparlörle eski usül bütün kenti gezmemize, oyunun oynanacağı lokal kulübün barı tıklım tıklımken Pınar ve Francesca’nın bardakileri oyunu bedava izlemek için davet etmelerine rağmen, tüm kentten bir tek kişinin gelmemesi, gelen az miktardaki seyircinin civar kasabalardan gelmiş olması bizim için farklı bir deneyimdi.

‘Valleys’ yani ‘vadiler’ diye bilinen, eskiden madenciliğin merkezi olan bölgedeki kasabalardan birindeki gösteriden önce, 12-13 yaşındaki genç kızlarla Meltem’in ve Pınar’ın yaptığı atölye çalışmasının ardından oyunu izleyen genç kızlardan birinin Pınar’a, ‘bana feminist olmayı öğretir misiniz?’ sözü, ‘neden tiyatro yapıyoruz’ sorusuna cevap gibiydi. Galler’in en güneyindeki Aberystwyth’de tıklım tıklım dolu bir barda, oyunu izlemek için gelmiş seyirci ile ragbi izledikten sonra, barda kalmış olan seyirciye oynamak ise unutulmayacak başka bir anıydı. Turne sırasında fotokopi ile çoğaltılan arkalı önlü tek sayfa bir gazete çıkarttık. Orada hem oyuncuların, hem de seyircilerin turne ile ilgili izlenimlerini daha detaylı okumak mümkün, maalesef sadece İngilizce...

Tiyatronun başkenti sayılabilecek Londra'da oyun sahneleme süreci sizler için nasıl bir süreç? Kaynak bulma, finans sağlama konusunda sıkıntılarınız, aldığınız destekler oluyor mu?

Memet Ali Alabora: Britanya’da tiyatro yapımları genelde 3-4 hafta prova yaptıktan sonra belli bir süre üst üste sergilendikten sonra ömrünü tamamlıyor. Biz böyle yapmak istemiyoruz ve yapımlarımızın daha uzun soluklu olmasını, talep olduğu sürece varlığına devam etmesini hedefliyoruz. ‘Enough is Enough’ ile Galler turnesini tamamladıktan sonra da kapsamlı bir İngiltere turnesi için çalışmaya başladık. Bunun için bir çok girişimde bulunduk. Bu sırada Camden People’s Theatre’dan davet aldık. Küçük ama Londra’nın bilinen sahnelerinden biri olan ve genelde yenilikçi işlere yer veren böyle bir kurumdan teklifi bizim için çok değerliydi. Bu gösterileri aynı zamanda İngiltere turnesi için bir fırsata dönüştürüp, sanat yönetmenleri ve program direktörlerine ulaşabilmek için kullanmak istedik. Aynı zamanda Londra’ya gelmişken uzun zamandır bir iş sergilemek istediğimiz Türkiye kökenli izleyici ile buluşalım dedik.

Camden People Theatre’daki iki gösteri ve 3 Haziran’da Gracepoint’te Türkçe üst yazı ile oynayacağımız gösteriyi küçük bir proje haline getirip Arts Council England (İngiltere Sanat Konseyi) ’a fon için başvurduk ve fonu aldık. Oyunu 2017’de gerçekleştirdiğimizde de Arts Council of Wales (Galler Sanat Konseyi) ‘den destek almıştık. Yapım şirketimiz Be Aware Productions aynı zamanda Cardiff’in önde gelen sanat kurumlarından olan Chapter Sanat Merkezi’nin ‘Peliot’ isimli sanatçı destek programının bir parçası. Chapter bize iletişim, mekan, malzeme, know-how ve bir çok alanda sürekli destek oluyor. Bu 2016 Kasım ayında başlayan, toplamda 3 yıl sürecek bir birliktelik. Gracpoint’teki organizasyon çok büyük olduğundan bir de Türkiye kökenlilerin kurduğu firmalardan sponsorlarımız var. Gösterinin ana sponsorluğunu Docklands Academy ve Chemen Cafe üstlendi. Bu desteklerinin tamamının bir şartı var; kar amacı gütmemek. Dolayıysa yapılan bütçeler sadece masrafları ve sanatçıların ücretlerini karşılamak üzere hazırlanıyor ve daha sonra her şey raporlanıyor.

Yeni projeleriniz neler?

Meltem Arıkan: Şu anda yeni oyunumuz “Kargalar / Y Brain” üzerinde çalışıyoruz. Bu oyun dünyadaki ilk Galce-Türkçe oyun olacak. İşin açıkçası bu oyunla ilgili çok heyecanlıyım çünkü yazarlık hayatım boyunca ilk defa bu oyunla kendi hikayemi anlattım.

Memet Ali Alabora: Bu oyun için Nisan ayından Mayıs’ın başına kadar Galler’in daha çok Galce konuşulan bölgelerini dolaştık ve gezici provalar yaptık. Her gün faklı bir yerde seyirciye açık provalar yaptık. Çok beslendik, inanılmaz bir deneyimle geri döndük. Şimdi oyunun yapımını gerçekleştirmek için çalışmalara başlıyoruz.