Güven: Seyirci ve oyuncu oldukça tiyatro da var olacak!

Kropstiyatro ana hat bakımından savaş ve barış olguları arasındaki çizgiyi irdeleyen "Hiç Kimsenin Öyküsü"nü sahneliyor.17, 24 ve 31 Mayıs'ta sahnelenecek oyunun yönetmeni Dilek Güven ile alternatif tiyatroya ve "Hiç Kimsenin Öyküsü"ne dair sohbet ettik.

Google Haberlere Abone ol

Dilek Güven ile yönetmenliğini yaptığı “Hiç Kimsenin Öyküsü” isimli oyunu konuştuk. Kropstiyatro’nun ilk oyunu da olan “Hiç Kimsenin Öyküsü”nün yönetmenliğini yapan Güven’e, alternatif tiyatroya dair görüşlerini sorduğumuzda, “Yeter ki, tiyatro yapmak isteyenler bir araya gelsin, salon bulamazsan sokakta oyna… Ya da şöyle düşünelim: Tiyatro iki ana baza oturmaz mı? Seyirci ve oyuncu... İkisi varsa tiyatro da vardır.” diyerek cevapladı.

“Krops Tiyatro” ne zaman kuruldu, kimlerden oluşur?

Kropstiyatro çok yeni kuruldu. Hatta o kadar yeni ki, biz de farkında değiliz. Bu senenin başında öğrencilerimle “Hiç Kimsenin Öyküsü” oyununu çalışmaya başlamıştık. Mart ayının başında, ben “neden tiyatro kurmuyoruz?” diye sordum ve her şey birden hızlandı. Bütün alt yapıyı hazırlayıp bir buçuk ayda “Krops” olarak seyirciyle buluştuk. Her şey çok çabuk ilerledi ve aslında biz de biraz şaşırdık.

“Krops” öncelikle benim öğrencilerimle birlikte çıktığım bir yol, bir birlikte üretim platformu… Neden ismi “Krops", bu soruyla karşılaşıyoruz çokça. Hepimiz isim listesi yaptık ve oylamayla “Krops” kazandı. (gülüyor) “Krops” latince kökenli bir sözcük ve hasat, ekin demek. Biz “iyiye ve umuda, tiyatro ile tohum atalım ve onun hasadını yapalım” dedik. Umut insan yaşamında önemli bir duyguymuş, doğrusu bunu kaybedince anladım ben.

Umutsuzluk bir anlamda ölmekmiş, çölleşme, yok olma... Umutsa yaşama dair, devinim, direnç… Zaman ne getirir, neler olur bilemiyoruz göremiyoruz. Hedeflerimiz var tabii ama büyük laflar etmekten de kaçınırım her zaman. Bir kere tiyatro işletmeciliğini hiç birimiz bilmiyoruz. Nasıl sahne kiralanır, nerede oynar, seyirciye nasıl ulaşılır? Ama işin içine girmeden öğrenilmez, biz de girdik ve öğreniyoruz işte.

Sosyal medyayı hiç kullanmayan ben, sosyal medya öğreniyorum. “Kropstiyatro” hem kendi içimizde, ekip olarak, yaratım sürecinde hem de seyirciyle kafa kafaya düşünmek, analiz yapmak, fokuslamak, yüzleşmek istiyor kısaca. Bunu yaparken de tiyatronun bilinen konvansiyonları dışında yeni anlatım yolları, yeni metinler uyarlamalar denemek istiyor. İkinci oyunla ne istediğimiz, neyi hedeflediğimiz daha netleşir seyircinin kafasında da. Haziranda ikinci oyunun provaları başlıyor. Bakalım, çıktık yola…

Ödeneksiz tiyatro yapmanın zorlukları nelerdir?

İşin mali kısmı yani prodüksiyon kısmı zor tabii... En düşük bütçeyle sahneleyecekseniz bile bu bütçeyi karşılayacak gücünüzün olması lazım. Önceden hesapladığınız prodüksiyon bütçesi, işin içine girince artabiliyor.

Tiyatroya sponsor bulmak hiç kolay değil hatta imkansız. Ancak bu noktada şunu belirtmem gerekiyor: Ödenekli tiyatrolarda veya bütçesi geniş oyunlarda son yıllarda çok dikkatimi çeken bir durum; görsel olarak etki yaratmak için her türlü öge kullanılmış, sis makineleri, barkovizyon, dekor tasarımı vs. ama zerre kadar oyunun özünden etkilenmeden oyundan çıkıyorsunuz, bir anlamda görsel şov oluyor bu.

Sizin seyirciyi nereden nasıl yakalamak istediğinizle alakalı... Ayrıca belirtmek istediğim iki nokta var bu konuda: Biri elinizdeki olanaklarla istediğiniz etkiyi yaratmak için beyninizi, sezgilerinizi ve yaratıcılığınızı zorluyorsunuz. Anlatmak istediğimi bu olanaklarla en iyi nasıl anlatabilirim? Malzeme bakıyorsunuz, kendiniz yapıyorsunuz belki, değişik çözümler bulmaya çalışıyorsunuz vs. Bu da tiyatronun, oyunun yaratım süreci açısından olumlu olabiliyor.

Bazı oyunlarda bulanan bu tip çözümler çok yaratıcı oluyor ve çok hoşuma gidiyor ve beni etkileyebiliyor. Diğer konu ise; kim sizi maddi olarak destekliyor, finanse ediyorsa ister istemez onun beklentilerine de cevap vermek, karşılamak zorunda kalıyorsunuz. Ceplerden çıkan paraları ortaya koyup işi kotarmak size bu anlamda serbestlik veriyor.

kro7

Alternatif tiyatro yapan bir yönetmen olarak gelecekle ilgili kaygılarınız nelerdir?

Son on yıldır İstanbul’da birçok alternatif sahne açıldı ve devamında birçok alternatif tiyatro topluluğu ortaya çıktı. Sahne açanlar haftanın belli günlerinde kendi oyunlarını oynayıp, diğer günler öbür alternatif topluluklara sahnelerini açıyorlar, kiraya veriyorlar. Gene bu konuda dikkatimi çeken bir nokta var. Bunun bizim tiyatronun kurulum sürecinde farkına varmadım, sonradan genel olarak bakınca şaşırdım.

Son bir yılda İstanbul’da sayısını bilemeyeceğim kadar tiyatro topluluğu ortaya çıkmış. Gerçekten inanılmaz fazla! Bu devam eder ya da etmez ama şu an için önemli bir dinamizm… Ve tabi neden acaba diye sordum. “Bir derdimiz var, bir durum içindeyiz, sesimiz var ve bunu tiyatro kanalıyla yapabiliriz, anlatabiliriz” in yansıması mı bu? Tabii bunda İstanbul’un şehir dinamiklerinin de etkisi var.

Örneğin Ankara’da böyle bir durum söz konusu değil. Şimdi bu alternatif tiyatro sahne ya da topluluk fark etmez -biçim özü etkiler çünkü- hakkında bir iki cümlem var. Alternatif Tiyatro nedir? İşte bir sürü tiyatro var ve açılmakta, hatta insanlar büyük paralar dökerek sahne açıyorlar artık. Kabaca ana akıma, genel kabul gören anlayışa, özünden biçimine konvansiyonları zorlayan, yeni arayışlar, denemeler içinde olan hatta seyirci ve oyun ilişkisini bile irdeleyen olarak anlıyorum ben.

Gelecekle ilgili kaygılarıma gelirsek de, genel kaygılar içinde tiyatro bir kalem. Yeter ki, tiyatro yapmak isteyenler bir araya gelsin, salon bulamazsan sokakta oyna ya da tiyatro iki ana baza oturmaz mı? Seyirci ve oyuncu... İkisi varsa tiyatro da vardır.

Tabi burada şöyle bir gerçek var ki, tiyatro yaparak geçimini, hayatını devam ettirmen mümkün değil. O yüzden tiyatro pratiğinin içinde olmayı gerçekten istemesi lazım ki, bir yandan hayatını devam ettireceği işini yapsın, koştursun, diğer yandan enerjisini tiyatroya kanalize etsin.

Gene bu noktada eklemek istediğim, oyuncuyu bulduk, seyirciyi nasıl tiyatroya getireceğiz. Senin seyirciye ulaşmak için kullandığın kanallarla, yaptığın tiyatronun alternatif olma durumu da paralel. Yükselen televizyon ve dizi sektöründen bir oyuncu oynuyorsa oyunda, salonlar doluyor kapılarda kuyruk oluşuyor mesela.

İstanbul’da sergilenen oyun sayısı her geçen gün artarken, seyirci sayısı da artış göstermekte… Seyircinin ilgisinin alternatif tiyatroya doğru kaymasının nesnel sebepleri nelerdir?

Böyle bir istatistik var mı, ya da bir araştırma bilmiyorum. Bunlar bizim gözlemlerimiz… Ama mantıken bu kadar tiyatro topluluğu varsa, herhalde seyirci de vardır diyebiliriz. Ayrıca seyirci derken hangi demografiden bahsediyoruz. Oyunlara gidiyorum ya da bizim oyunu izlemeye geliyorlar. Bakıyorum sahne ve seyir yeri yer değiştiriyor. Ödenekli tiyatroların yayınladıkları seyirci raporlarına bakıyorsunuz, seyirci sayısı iyi gözüküyor.

Ödenekli tiyatroların bilet fiyatları doğal olarak daha uygun. Sizse bilet fiyatını çok düşüremiyorsunuz çünkü kirayı ödemek zorundasınız, bir şekilde dönmek zorunda. Eğer seyircide dediğin gibi alternatif tiyatroya bir kayma var ise de, bunu oturup ödenekli tiyatroların düşünmesi gerek. Neden daha fazla bilet parası verip oraya gidiyorlar da bize artık gelmiyorlar. Demek ki ne yaşadıkları ülkeyi, dünyayı, çağı, toplumu, tiyatroyu çoğaltılabilir bu, yakalayamıyorlar.

kro73

“Hiç Kimsenin Öyküsü’’ neyi anlatıyor? Neden bu metni tercih ettiniz?

Hiç Kimsenin Öyküsü ana hat bakımından savaş ve barış olguları arasındaki çizgiyi irdeliyor. Savaş hakkında, savaşın yıkımı, acıları hakkında yazılmış birçok oyun var. HKÖ oyununda savaş bitmiş ve barış ilan edilmiştir, karşı saflarda savaşan iki insan karşılaşırlar, evlerine gitmek için bindikleri tren kompartımanında.

Oyunda geçen şu cümle oyunun vurucu noktası… Bir gün önce beni vursaydın (Barış bir gün önce ilan edilmiştir) seni kahraman ilan edecekler, bugün vursan sana katil diyecekler.

Savaş vicdanı ve mantığı zorluyor, bu iki insan aynı şehirde yaşayan iki komşu çıkıyorlar. Yani savaş ilan edilmeden önce düşman değiller, sabahları karşılaştıklarında birbirlerine günaydın diyorlar ya da belki arkadaş olabilirler. Ve savaş öyle acılar yaşatıyor ki, başlangıç noktana dönmen çok zor, mümkün değil.

O acılar senin bir parçan, bilinçaltın ve bitmeyecek bir “savaş” oluyor bu. Kendinle ve karşı tarafla… 92’deki Yugoslavya savaşını düşünüyorum ya da Ruanda’daki iç savaşı… Nasıl oluyor da bir gün önce komşu olan ve yıllardır iç içe yaşayan insanlar birbirlerini kesme noktasına gelebiliyorlar.kro72

“Hiç Kimsenin Öyküsü”, hepimizin yakinen bildiği savaşı ve barış ihtimalini anlatıyor. Güncel olanı metaforlar ve kavramlar kullanarak yeniden üretmeye nasıl karar verdiniz? Metni ilk okuduğunuzda sizde uyanan his neydi?

Metinle çok oynamadım aslında. Metin buna pek müsaade etmedi. Oyunun bilinen bir ülkesi, şehri, zamanı yok. Doğrusu da bu… Şunu düşündüm ilk okuduğum zaman, kendilerini ya da karşılıklı birbirlerini yok etmeden devam edemezler miydi komşu olmaya? İç savaş yaşayan mesela Ruanda’da barış ilan edildikten sonra insanlar bununla nasıl baş etti?

Oyun, “vicdan”, “onur”, “erk”, “savaş” ve “barış” gibi pek çok kavramı tartışırken “intikam” duygusu ile gerilimi diri tutuyor. Sizce, savaşın sürekliliğini sağlayan şey “kan davası”ndan öte “intikam” duygusu mudur?

Buna kan davası ya da intikam demeyelim de, bunu yaşayanların bunun altından nasıl kalkabildikleri, nasıl başa çıkabildikleri diyelim. Gözünüzün önünde sevdiğiniz birini öldürseler ve bunun bir hukuku olduğunu söyleseler (savaş hukuku) siz acınızı nasıl yansıtırdınız?

Nerede, hangi günlerde oynuyorsunuz?

Biz Mayıs ayında 17-24 ve 31'inde Kadıköy Theatron'dayız. Ve 22 Mayıs’ta Kadıköy Emek Tiyatrosu’ndayız. Kropstiyatro adıyla Facebook, Instagram ve Twitter'dan takip edebilirler.