Kripto para ve Rai taşı: Ortak hikâye-II

Kripto para, finansal inovasyon çabalarından yalnızca biridir. Bu kapsamda, teknolojinin öne çıkarılarak kripto paralara abartılı bir anlam kazandırıldığına inanıyorum.

Google Haberlere Abone ol

Ensar Yılmaz

Gazete Duvar’da kripto paralar üzerine yazdığım son yazıma dair birtakım yorumlar ve eleştiriler geldi. Bu yüzden, hem düşüncelerimi netleştirmek hem de para/finansın doğasına dair diğer bir takım düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Özellikle, merkez bankalarının piyasa başarısızlığının bir ürünü olduğu ve paranın da bir kamu malı olduğu düşüncelerime dönük bir takım itirazlar oldu. Yani bu itirazlar özü itibariyle merkez bankaları olmadan bir finansal yapı mümkün olabilir mi, diğer bir deyişle finansal piyasalarda piyasa başarısızlığı ne kadar yaygındır sorusu ile ilişkilidir. Diğer bir soru da paranın bir kamu malı olup olmadığıdır, bu sorunun cevabı da aslında bize kripto paralara daha derli toplu bir bakış açısı sunabilir.

MERKEZ BANKACILIĞININ PİYASA KÖKENLERİ VAR MIDIR?

Merkez bankacılığı genel olarak İsveç’te Riksbank ve İngiltere’de Bank of England gibi devleti finanse etmek üzere kurulmuş özel bankalara dayandırılır. Buradan hareketle de merkez bankacılığının piyasa kökenlerinin olduğu savunulur. Bu görüşün oldukça eksik ve problemli olduğunu düşünüyorum. Bunun iki sebebi var. Birincisi, bu bankaların devletin kendisini finanse etme koşulu ile verdiği bir takım imtiyazlarla (kâğıt para basmak gibi) kurulmuş olmalarıdır. Diğer bankalar da gerçi kâğıt para basabiliyorlardı. Fakat, diğer bankaların aşırı kâğıt para basmaları ile oluşan çok sayıda finansal kriz sonrası kâğıt para basma hakkı ismini yukarıda verdiğim bankalarla sınırlandırılmıştır. Yani, diğer bankaların kâğıt para basma hakkı devlet tarafından iptal edilmiştir. Bu durum, ABD Merkez bankası Fed‘in ortaya çıkışındaki durumla benzerdir. Orada da, bankaların aşırı kâğıt para basmaları  ile oluşan krizlerin sonucunda Fed‘in kurulmasına giden yol açılmıştır. Piyasada oluşan probleme devlet müdahale etmiştir ki, bu ABD gibi gücün belirli ellerde yoğunlaşmasına ciddi bir sosyal ve politik direncin olduğu bir yerde gerçekleşmiştir. Buna rağmen, paranın merkezileşmesi engellenememiştir.

Merkez bankacılığının kökenlerinin piyasaya dayandığını belirten görüşün ihmal ettiği ikinci neden, günümüzde modern merkez bankacılığının kâğıt para basma tekelini elinde bulundurmanın çok ötesinde geçmiş olmasıdır. Bugün geldiğimiz noktada finansal piyasalar ve genel olarak ekonominin daha kompleks hale gelmesi diğer kurumları dönüştürdüğü gibi merkez bankalarını da dönüştürmüştür. Çok daha yakın bir tarihe kadar, yani 1960’lara kadar, finansal şirketlerin (temelde bankaların) faaliyetlerinin milli gelir hesaplarına dahi dâhil edilmediğini biliyoruz. Bugün ise finansın etkisi ekonominin her alanında çok belirgindir. Özellikle 1980’lerden itibaren daha dalgalı ve istikrasız bir yapı kazanan finansal yapılar için merkez bankaları çok daha önemli bir hale geldi. Yani, izlenen liberal politikalar sonucunda daha az regüle edilen piyasalar karşılarında merkez bankalarını buldular. Özellikle kriz dönemlerinde ortaya çıkan yükü sırtlayan kurumlar oldular. Merkez bankalarını bu kadar öne çıkaran faktör finansal regülasyonun azalması ve finansal piyasaların istikrarsızlığı ve başarısızlığıdır. Bu yüzden, merkez bankaları günümüzde enflasyonu hala önemli bir politika hedef olarak görseler de, ilgilerini finansal istikrara kaydırdılar. Bu yüzden, modern merkez bankacılığı günümüzde aksayan, dalgalanan ve kilitlenen finansal piyasaları çalışır halde tutmak gibi bir işlev edinmiştir.

Burada şöyle bir soru sorulabilir: Merkez bankacılığını acaba para basma yetkisi verilmiş özel bir şirket yapabilir mi? Bunun olduğunu varsayalım. Bu her şeyden önce bu özel şirketin bir takım kamusal tercihlerle sınırlandırılması veya görevlendirilmesi demektir. Yani örneğin, enflasyonun bu özel şirket tarafından kontrol edilmesi veya kriz dönemlerinde piyasalara müdahale etmesi gerekir. Özel bir şirketin bu yönde hareket edeceğini ne garanti edebilir, şirketin motivasyonunu bu kamusal tercihlerle uyumlu kılan nedir? Bu şirketi denetlemenin işlemlerin doğası gereği oldukça zor olduğu da açıktır.  Özellikle merkez bankalarının istikrarsızlık dönemlerinde tahvil alımı/satımı, döviz kuru ve borç verme işlemlerinde yüksek düzeyde kar etme imkânı ortaya çıktığından, özel şirketin kendine finansal istikrarı hedef seçmesini beklemek naif bir düşünce olur. Burada Bank of England’ın 1946’ya kadar özel bir şirkete ait olduğu ve dahası Türkiye’de merkez bankacılık işlevinin bir tür yabancı banka olan Osmanlı Bankası tarafından yapıldığı gibi bir iddia ileri sürebilir. Fakat dediğim gibi, bu şirketlerin işlevlerinin önemli bir kısmı para basmaktan öte değildir. Ve dahası bunların önemli bir kısmında da devletin denetimi ve yönlendirmesi söz konusudur.  Burada şunu da belirtmek gerekir, özel bir şirket bu işlevleri yapsa bile piyasaların denetim ve yönlendirmeye tabi tutulması gerektiği gerçeğini değiştirmez, bunu sadece özel bir şirket yapmış olur.

Finansal piyasalarda piyasa başarısızlığının neden bu kadar yaygın olduğu sorusunu burada cevaplandırmak gerekir. Finansta hareketin hızı ve yayılma etkisi reel sektörden çok daha farklıdır. Finansal piyasalarda hız esastır, özellikle kriz dönemlerinde herkes daha erken hareket etmek ister. Önce hareket etmenin rasyonalitesi genelin düşüncesine yayılır ve bu sistemik bir etki yaratır. Finans bu anlamıyla başlangıçta sistemik olanı dikkate almaz; risk analiz formüllerinde dikkate alınan sistemik risk değildir, aktiflerin kendi aralarındaki kurulan korelasyonlara dayanır. Oysa risk algısı çok hızlı bir şekilde sirayet eden sistemik bir nitelik kazanır, yani Keynes’in hayvansal güdüsü devrededir. Diğer yandan, finansal aktörler sahip oldukları hırs ve tamahkârlık dolayısıyla emperyal bir güç olma arzusundadır. Finansal aktörlerin de teşviki ile oluşan iyimser havalarda finans çok kısa sürede çok sayıda insanı içine çeker. Bu da finansın etkileme alanını oldukça genişletir. Bilginin piyasanın sunduğu önemli işlevlerden biri olduğunu belirtenler, yani piyasaların ortaya çıkardığı “risk bilgisinin” etkin bir şekilde piyasaları çalışır hale getirdiğini düşünenler, bilginin nasıl da kolayca “gürültüye” (noise) dönüştüğünü fark etmezler. Daha önce bir yazımda da, finansta aktiflerin “temel değerlerine” ait bilginin fiyatı belirlediği düşüncesinin ne kadar problemli olduğunu belirtmiştim.

Finansın temel eğilimi regülasyondan kaçınmaktır. Bu yüzden, finansçıların kripto paraların merkezi olmama durumuna bu kadar değer biçtiklerini düşünüyorum.  Tezgâh-üstü piyasaların da bu kadar hızlı gelişmeleri regülasyonlardan kaçınma imkânı bulmalarından kaynaklanır. Fakat merkezi olmama ve regülasyondan kaçınma aynı zamanda finansın temel problemine dönüşür. Finansın mantığı bu anlamda daha çok “yıkıcı yaratım”  üzerine kuruludur. Bunca inovasyonun ve bunca zihinsel emeğin (finansa tarihsel olarak ciddi bir beyin göçü olmuştur) amacı risk dağıtımı mekanizmaları kurmak değildir, katılımcı sayısını artırmaktır. Her yeni finansal ürün veya çeşitliliğinin amacı etkinlik ve istikrar değildir. Finansta zaten “istikrar” kümülatif bir değer de değildir, yıkımın şiddetini artıran enerji birikimi sağlayan bir zaman aralığıdır. Finansal sistem bize nerede konumlanmamız gerektiği konusunda hiçbir ipucu vermez, çünkü çoklu denge durumuna çok yatkındır. Keynes’in daha o dönemlerde finansın kumara çok yatkın olduğunu belirtmesi boşuna değildir. Kumar da zaten çoklu dengeye sahip bir oyundur, finans bunu ulusal ve uluslararası düzeye taşımıştır.

Son yapılan çalışmalar, finansın söylendiği gibi yatırımı finanse ettiği şeklindeki düşüncenin de doğru olmadığını göstermektedir. Finansal firmalar bugün büyük oranda tüketimi ve kendilerini finanse etmektedirler. Yani finansın önemli bir kısmı finansal şirketlerin kendi aralarında ve tüketici arasında gerçekleşmektedir. Firmalar, özellikle de büyük firmalar, büyük oranda finansmanlarını kendi iç kaynaklardan sağlarlar. Küçük firmalara da kredi kanallarının çok açık olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla, finansın bu anlamda reel sektöre, yatırımlara ne kadar kaynak sunduğu tartışmalıdır.

Piyasanın kendiliğinden düzgün çalıştığını düşünenler, finansal regülasyonlar sanki yokmuş gibi davranırlar. Örneğin, banka hücumlarını engellemek için konan mevduat sigortasının etkilerini yok sayarlar. Kriz anlarında herkesin parasını önce çekmek istediği bir durumun nasıl mahkûmlar çıkmazına dönüşebileceğini, yani insanların bankalara hücum ettiğinde bankaların nasıl iflas ettiğini biliyoruz. Bugün bu tür banka hücumlarının geçmişe göre daha az sıklıkla yaşanması mevduat sigortası sayesindedir. Aslında piyasayı işler hale getiren şey bu anlamıyla merkezi regülasyondur, piyasanın kendisi değildir. Buna rağmen nakit ve sıcak paranın sunduğu güveni regülasyonun güvencesine tercih edenler olduğunda 2008 global krizi sonrasında olduğu gibi İngiliz Northern Rock bankasının önünde yığılmalar olur.  Merkez bankası da bu regülasyonların bir parçasıdır. Ne zaman finansal piyasalara bir şey olsa merkez bankaları devreye girer. Örneğin, Fed Başkanı Alan Greenspan’in 1987 ve 2001 krizlerinde finansal piyasalara sürekli müdahaleleri türev piyasalarından esinlenerek “Greenspan put” olarak nitelendirilmiştir. Yani finansal varlık fiyatları düştüğünde ve finansal kurumlar zora girdiklerinde Fed hemen varlıkları alma opsiyonunu kullanmakta ve aktörleri kurtarmaya yönelmektedir.

Piyasaları ekonominin her alanında daha çalışır hale getiren regülasyonların yokmuşçasına dikkate alınmaması,  yani piyasanın doğal uzantıları gibi düşünülmesi de oldukça ilgi çekicidir. Bu aslında Cambridge Üniversitesi’nden Koreli İktisatçı Ha-Joon Chang’ın belirttiği gibi kapitalizmi sürdürebilir hale getirenin devlet olduğunu görmemektir. Rekabet kurumlarından tutun, tarım destekleme alımlarına, binalara getirilen yangın tedbirlerine kadar hayatın her alanında alınan kararlar insanları piyasalara karşı korumak için alınan devlet kararlarıdır. Piyasa bu anlamıyla devlete gömülüdür bir şekilde.

PARA BİR KAMU MALI MIDIR?

İktisatçılar (kendimi de dâhil ederek) her şeyi “mallaştırma” türünden bir kavramsallaştırma perspektifine sahiptirler. Aslında bu tür bir kavramsallaştırmanın konunun içeriğini daralttığının farkındayım, fakat tartışmayı yine de bu çerçevede sürdürmek istiyorum. Paranın özel bir maldan ziyade bir kamu malı olduğunu düşünüyorum. Gerçi, para geleneksel iktisat kavramları ile kamu malı kapsamına girmeyebilir. Arzı sırasında herkesin faydalandığı (dışlamama) ve tüketildiğinde de başkasının tüketimini azaltmayan (tüketimde rakiplik) mallara kamu malı diyoruz. Paranın fiili sahipliği konusu bir dışlama konusu olabilir, biri onu elde ettiğinde diğeri bundan mahrum kalır. Dahası mal sepeti üzerinde bir sahiplik potansiyeli yarattığı için de dışlanma diğer mallar üzerinden de yaşanır. Fakat paranın kamusallığı veya sosyalliği, fiili sahipliği üzerinden değil, işlevleri üzerinden tanımlanmalıdır. Para özü itibariyle bir kurumdur, içinde ekonomik ve sosyal ilişkileri barındıran bir kurumdur. Paranın işlevselliğini sağlayan şey “güven”dir. Güven de herkesin faydalanabileceği bir kurumsal işlev görür. Para bu işlevi gördüğü müddetçe kamu malıdır çünkü bu işlevler kullanmakla bitmez, tükenmez ve başkalarının da bu işlevi kullanmasını engellemez. Bu yüzden para bireysel bir sahiplikten ziyade ağ (network) etkisi olan ve kendi başına bir kullanım değeri olmayan bir kamu malıdır. Paranın enflasyonla değer kaybetmesi özü itibariyle bir güven kaybıdır, çünkü para bir takım işlevlerini yerine getirmekte zorlanır hale gelir ve insanlar başka paralara yani yeni “güven alanlarına” yönelir. Keynes’in Lenin’den alıntılayarak söylediği gibi bir ülkeyi istikrarsızlaştırmanın yolu parası ile oynamaktır derken paranın kamusal fonksiyonuna gönderme yapmaktadır. Paraya dair değersizlik hissi zaman içinde çok yaygın ve sıklıkla ortaya çıkabilir. Örneğin, ABD, Bretton-Woods’tan çıktığını ilan ettiği 1971 yılı sonrasında İtalya’da otellerin dolar kabul etmediğini, liret bulana kadar Amerikalıların otelden ayrılmasına izin verilmediği anlatılır.

İktisat literatüründe kamu olarak tanımlanan malların da aslında zamanla ne kadar azaldığına şahit oluyoruz. Bu da büyük oranda kapitalist sistemin malların “sosyal alanını” daraltmasından kaynaklanır. Kitaplarda verilen su, hava, TV yayınları, bilgi ve milli savunma gibi kamu malı örneklerinin zamanla nasıl özel mallara dönüştüğüne şahit oluyoruz. Su poşetlere, hava tüplere girmekte (pandemide Hindistan örneği ilginçtir), TV frekans dalgaları şifreli hale gelmekte,  değerli bilgilerin patentlerle (ilaç şirketleri örneğinde daha somut tanık olduk) özel mala dönüştüğünü görüyoruz. Bu anlamıyla kamu malı artık yok gibidir. Bu yüzden, kamu malını daha çok çoğunluğun faydasına olan mal diye tanımlamak bence daha doğru bir kavram olur. Paranın gördüğü işlevi, özellikle istikrara ve güvene dayanmasını bu kapsamda görmek gerekir. Parayı geleneksel kamu malı kavramının içeriğine hapsetmek doğru değildir.

Fakat burada şunu sorabiliriz, bu güven kripto para üzerine kurulabilir mi? Yani kripto para, kamu malı olabilir mi bu anlamda? Bence bu imkan dahilindedir; yani kripto paralar veya dijital para eğer devlet desteği görürlerse yani “govcoin” denen dijital devlet paraları ortaya çıkarsa bu mümkün olabilir. Bunun da daha çok ödeme kolaylıkları için kullanılacağını ve mevcut ulusal para ile de bir değişim değeri üzerinde işlem göreceği açıktır. Bunun için devlete ihtiyaç vardır. Yani govcoin olduğunda, aynen ulusal parada olduğu gibi, bu devletin bir yükümlülüğü olacaktır. Fakat bugünkü hali ile merkezi olmayan kripto para bir kulüp malıdır. Yani bu paraların işlem gördüğü borsalara üye olanların üzerinde bahis tuttukları bir objeden ibarettir. Belirli oranda serveti olanların dâhil olmasından dolayı, yani fiili bir dışlama yarattığından kulüp malı diye nitelendiriyorum. Bu tür borsalar da finansın kendine açtığı yeni bir alandır ve masum bir kavram gibi görünen finansal yeniliğin diğer bir ürünüdür. Fakat burada da hırs ve tahrik edilmiş tamahkârlık her daim devrededir. Kuş sevenler derneğinde horoz dövüştürmenin sadece başka bir versiyonudur.

Kripto para, finansal inovasyon çabalarından yalnızca biridir. Bu kapsamda, teknolojinin öne çıkarılarak kripto paralara abartılı bir anlam kazandırıldığına inanıyorum. Finansın alan açtığı veya imkân verdiği o kadar durum ve ürün söz konusu ki, ortaya çıkan şeylere de pek şaşırmadığımı belirtmek isterim. Birkaç örnek verirsem neyi kastettiğimi daha iyi anlatmış olurum. Örneğin, global kriz öncesi çok yaygın bir finansal ürün söz konusuydu. Bu “çıplak opsiyon” (naked option) adlı bir sözleşmedir. Buna göre, kendinizin olmadığı bir tahvili sigortalayabilirsiniz. Böylece tahvili çıkaran kurum iflas ettiğinde tahvilin değeri üzerinden size ödeme yapılması imkânı ortaya çıkmaktadır. Yani, komşunuzun evine yangın sigortası yapmak gibi bir şeyden bahsediyorum, ev yanarsa ödeme size yapılacaktır. Bir “kod” üzerine girişilen bahis, komşunuzun evi üzerine bahis düşünüldüğünde daha masum görülebilir. Finansın geliştirdiği CDO-küp denen bir başka üründe ise, ipoteğin ipoteğinin ipotek olduğu bir finansal üründen bahsediyoruz. Bu ürünlerde, ev kredileri tahvillerin, tahvillerin de tahvillerden oluşan başka finansal ürünlerin ipoteği olduğu bir durum söz konusudur. Yine kriz döneminde, finansın alanını genişletmek için işi olmayan insanlara nasıl da ısrarcı bir şekilde uzun dönemli ev kredileri verildiğini biliyoruz. Finansın zihinsel dünyası, krizi gördüğünde geri çekilmek ama elverişli ortamı bulduğunda araçlarını değiştirerek tekrar sahaya inmek şeklindedir. Kripto paralar da bu araçlardan biridir. Paranın ve finansın doğasını anlamayan ama teknolojinin yarattığı güven sonucu kripto para etrafında oluşan bir kesimin bundan gelecek devşirmeye teşne hali, tam da bahsettiğim finansın tahrik ettiği acil zengin olma ruh halidir.

Bu tür paraların işlem gördüğü borsalarda oluşan balonların geçmiş dönemlerde hisse senetlerinde, konutlarda, döviz kurlarında ve hatta lalede oluşan balonlardan farklı olduğunu düşünenler var. Özellikle kripto paralarda düşme ve yükselmenin lale ile kıyaslanmasının anlamsız olduğu iddia edilmektedir. Bunun gerekçesini tam anlamasam da, büyük oranda laledeki balonun çok kısa sürdüğü ve lalenin de çok sofistike bir mal olmamasına dayandırıldığını düşünüyorum. Ama, bence ortak noktaları çok daha fazladır, her şeyden önce ciddi bir histeri içermesi (çabuk zenginleşme isteği) ve fiyatlara konu olan malın gerçek değerinden bağımsız bir fiyat patikasına sahip olması. Lalede sürenin birkaç yılla sınırlı olması büyük oranda sınırlı bir coğrafyada görülmesi ile ilişkilidir. Bu da fiyatların hızlı bir şekilde yükselip düşmesine neden olmuştur. Oysa “kripto mal” bahsine merkezi borsalar üzerinden dünyanın her tarafından insanlar katılabilmektedir. Bunun en önemli sebebi katılıma imkân verecek şekilde işlem maliyetlerinin düşük olması ve dünya genelinde bir ilginin basın yayın yoluyla tetiklenmesidir. Fakat bu bence kripto para ile lale fiyatlarındaki hareketliliğin sebepleri açısından belirgin bir farklılık yaratmaz, sadece katılımın yüksekliğini ve daha fazla zamana yayıldığını gösterir. 

Kripto paralar sahip oldukları teknoloji ile olası bir takım faydalar sunabilirler. Bunlar özellikle kamunun dijital parası olması durumunda, harcamaların kapsamını daha iyi yönetilebilir (örneğin transfer harcamalarını belirli özel alanlara yöneltebilir) ve yapılan parasal işlemlerde aracıların ortadan kalkması işlem maliyetlerini azaltabilir. Burada sorun bu durumun insanların merkez bankalarını ticari banka gibi kullanmalarına neden olabileceği kaygısıdır. Bu da mevcut finansal aracılığı ortadan kaldıran bir gelişmeye neden olabilir. Fakat, zaten uzun süredir finansal kurumların perakende finans yerine (mevduat toplayarak) toptan finansa (tahvil ve kredi kanalı ile) yöneldiğini unutmamak gerekir. Dahası merkez bankası ticari  kredi verme işlevini üstlenmediği müddetçe kredi para hep olacaktır, yani borç veren kurumlar hep olacaktır. Fakat, merkezi olmayan kripto paraların yaratacağı problemler bence çok daha fazla ve yaygın olabilir. Bu olası problemleri sıralamak isterim: 1. Yeni bir spekülatif bahis objesinin ortaya çıkması ve insanları bahis kültürüne daha açık hale getirmesi, 2. Vergiden kaçınmaya imkan vermesi, 3. Sermaye akımlarını dizginlemenin zorlaşması, 4. İllegal işlemlerin kolaylaşması, kara para aklamaya imkan vermesidir. Tüm bu etkilerin finansın merkezi olan regülasyondan kaçınma isteği ile ne kadar uyumlu olduğunu görmek zor değildir.

Finans dinamiğini ve geçirdiği mutasyonları anlamadan modern ekonomiyi kavramak mümkün değildir. Fakat maalesef iktisatta özellikle makroiktisadın derli toplu bir finansal teorisi olmadığı gibi finansın da bir makroiktisat teorisi yoktur. Bildiğimiz ana akım iktisat modellerinde bırakın finansın artan etkisini para bile çok sınırlı bir düzeyde yer alır. Bunun üzerine daha fazla düşünmeliyiz ve finansa bu kadar alan açılması hem akademik hem de pratik olarak ihmal edilmemesi gereken bir konudur.