Kötü Adamın 10 Günü: Dünden bugüne, iyiden kötüye

Mutlu dünyası yıkılmış, tüm hayallerini karısı Fatoş ve doğmamış çocuğuyla birlikte toprağa vermiş, yeni bir dünya olasılığını kendi pratiğinde bizzat yok etmiş bir Sadık izliyoruz.

Google Haberlere Abone ol

"Kötü Adamın 10 Günü", Netflix'te seyirciyle buluştu. Yazar Mehmet Eroğlu'nun aynı adlı romanından uyarlanan film, üçlemenin ikinci bölümü... İlki gibi Uluç Bayraktar tarafından yönetilen ve senaryosunda Eroğlu'nun yanı sıra Damla Serim'in imzasının bulunduğu "Kötü Adamın 10 Günü", Sadık'ın kötü bir adam olmaya karar vermesiyle başından geçenleri ele alıyor. Filmin konusunu kısaca aktaralım.

TOSYA'DA TAKLA İSTANBUL'DA ÇALIM

Serinin ilk filminde mutlu mesut Eskişehir'e yollanan Sadık (Nejat İşler) için yeni hayatı iyi başlasa da öyle sürmez. Evlenip otel işletmeye başlamış, karısı Fatoş kısa süre sonra çocuk müjdesi vermiştir. Fakat Sadık, doğum sırasında hem eşini hem çocuğunu yitirir. İkinci film karısını ve evladının naaşını defnettikten sonra Kastamonu Tosya'dan dönen Sadık'ın kazasıyla açılır. Arabası takla atan Sadık'ı Abi’nin adamları Zeynel (Rıza Kocaoğlu) ve Hüso (Kadir Çermik) karşılarlar. Abi (Erdal Yıldız) kendisine borçlandığını öne sürerek yeni bir görev verir Sadık'a. Bu kez Ferhat adında birini bulacaktır. Hatice’den (Pınar) yardım alan Sadık yeni bir iş daha alır. Bir yandan abi için Ferhat'ı arayacak bir yandan da öldürülen zengin bir iş insanının katiline ulaşmaya çalışacaktır.

SADIK'TAN ADİL'E, İYİDEN KÖTÜYE

"Kötü Adamın 10 Günü", ilk film gibi kahramanımızın yaşamından on gün aktarıyor. Günlerin numaralanıp olayların deneyimlerin bölümlendirildiği filmi Adil üzerinden inceleyebiliriz. Zira ikinci filmde diğer karakterler biraz daha derinleşse de başrolün ağırlığı değişmiyor. Bu biraz da anlatının roman uyarlaması olmasından ve orijinalindeki akıştan kaynaklanıyor. Peki, ilk filmde kendini iyi adam olarak tanıtan Sadık bu kez kötü adam olmuş mu? Açıkçası her iki filmde de serinin önümüzdeki aylarda yayınlanacak son halkasında da bu tanımlamaların müstehzi bir taraf taşıdığını belirtelim. İyi, kötü, meraklı (son anlatıda) gibi sıfatlar taşıyan ve sıfatını değiştirmeyen (saçına sakalına ilişmeyen) sadece değişen yaşam tarzı dolayısıyla kıyafetlerinde bir revizyona giden kahramanınız aynı olmakta/kalmakta ısrar ediyor.

İyi de kötü de olsa meraktan çatlasa da Sadık karizmatik olmak için yaratılmış adeta! Anlatının, başındaki halkayı ışıklandırdığı; yetinmeyip spotları her daim üzerine çevirdiği Sadık bir kez daha sorun çözmek, adalet dağıtmak ama diğer yandan bunları yapıyormuş gibi yapmak, kısacası tevazu ödüllerini de toplamak için yollarda. Üstelik Sadık acılı... Mutlu dünyası yıkılmış, tüm hayallerini karısı Fatoş ve doğmamış çocuğuyla birlikte toprağa vermiş, yeni bir dünya olasılığını kendi pratiğinde bizzat yok etmiş bir Sadık izliyoruz. Diğer bir deyişle "hali kötü adam"ın on gününü... Sadık ya küllerinden doğacak, yaşamak için bir sebep bulacak ya daha da gömülecek batağına. Film biraz ikilemin izinden gidiyor. Kahramanımız vakaların çözümüne yaklaştıkça kendi tercihine de yönelmiş oluyor.

Bu noktada filmde sıfatların ötesinde kahramanımızın kendine beğendiği isimleri irdelemekte yarar var. Bu noktada şüphesiz sembolik seçimler söz konusu... Sadakati iyilikle eşleştiren ilk öyküyü adaletin kötülükle geldiği ironik bir başkası izliyor. Üçüncü öyküde ise Adil, Öçal olacak ve merakının peşine düşecek. Burada da merak intikamı çağrıştırıyor.

OTURMAYAN TARAFLAR, TAVINDA DÖVÜLEN ALELADE DEMİRLER

Serinin ikinci filmini anlatısı bakımından incelersek öykünün daha yavan işlendiğini söyleyebiliriz. Daha doğrusu ilk filmde her yandan çıkan tuhaf ve gizemli tipler henüz açılmadıkları için öyküyü beslemekteydi. İkinci filmde abi ve Pınar’ın iyice oturduğunu Zeynel ile Hüso'nun da ağırlık kazanmasıyla sürpriz ögesinin yitirildiğini görüyoruz. Bölüm gereği katılan karakterlerin ise pek etkili olmadıkları görülüyor. Bunda yan cinayetinde ilk filmdeki gibi toplumsal bir meseleye bağlanmayıp hayli yüzeysel kalmasının da payı var. Babasının servetine göz dikmiş idealist genç hekimler seyirciyi avucuna alacak bir yerden seslenmiyor. Oysa ilk filmde hepimizi bir yönüyle ilgilendiren bir mesele izliyorduk. Haklarında ne düşünürsek düşünelim göçmenler bu şehrin bir parçası... Servet sahibi özel hastane işletmecileri ise en fazla kurmaca değeri taşımakta.

Taş yerinde ağırdır misali ilk filmde kendi evinde yaşayan Sadık bu kez Boğaz manzaralı saray yavrusu bir evde ve önüne serilen imkanlar daha dikkat çekici. Süt içmeye devam etse de duvara astığı afişin karşısına geçip rol modeliyle konuşmuyor. Dedektif Marlowe filmde anılsa da artık çok uzaklarda. Bunu iyiye yormak mümkün tabii. Sadık Adil olmuş ama kendi bağımsızlığını da kazanmış. Sürekli saymıyor, mevsim şartlarını dışlarsak üşümüyor. Ama ilk filme alışan seyirci bu yeni Adil'i ve değişen dünyasını yadırgıyor.

Bayraktar'ın filminde karanlık karakterlerin Sadık'ın dönüşünü destekleyecek bir çerçevede çizilmediği, bir mücevher gibi işlenmektense alelade bir demir gibi dövüldüğü ve bu durumun baş kahramanın özgünlüğüne halel getirdiği anlaşılmakta. Abi'nin küçük oyunlar kuran basit bir organize suç örgütü lideri olduğu iyice ortaya çıkıyor. Buna karşın Zeynel ve Hüso'nun da emir eri olmak dışında bir hikayeleri yok. Zeynel "namusuna/kadınına" düşkün, Hüso mağarada baskın yediği için kapalı yere giremiyor. Aslında her iki karakter de Adil'in sağ ve sol kolları dolayısıyla daha güçlü ifade edilmeleri gerekirdi.

Adil'in Abi'yi ortadan kaldırmak için yaptığı plan ve aldığı yardım da öyküye sindirilmemiş.

BANA BİR NEJAT İŞLER FİLMİ YAZ!

Yeşilçam'da adetmiş; senaryodan önce yıldız belirlenir, film onun etrafında şekillenirmiş. Senaryo oyuncuya göre yazılır, yönetmen oyuncuyla kimyası uyuşanlar arasından belirlenirmiş. İcranın ve fabrikasyon üretimin ön planda olduğu yılları yeniden yaşıyoruz. Bazı oyuncular öne çıkıyor, bir tarz yaratıyorlar. Nejat İşler de tarz sahibi bir oyuncu... Hafif gangster esintili, durarak konuşan, çok şeyi sezen, problemleri çözen, gerektiğinde bela olan bir tiplemede karşımıza çıkmakta. "Kötü Adamın 10 Günü"nde yeşil reçeteli hap bağımlısı bir rolde. Finale doğru zıvanadan çıkıyor. Antrparantez İşler'in bu rollere özellikle Barda filminden sonra yakıştırıldığını fakat oradaki performansını aşamadığını not düşelim.

İlk filmde Sadık'ın kendisinden onlarca yaş genç bir kadınla birlikte olması tepki toplamıştı. İkinci filmde (elbette öykü gereği) bu fark giderek açılıyor ve karşı cinsin reşitliği dahi tartışma yaratabiliyor. Adil'in genç kadınlara ilgisi bu türden bir karakterin karizması ile zaaflarını kesiştirebileceği bir nokta aslında. Kendi cezalandıran, yeniden doğan ama her defasında bencil, dünyanın etrafında döndüğünü zanneden bir karakter Sadık... İyiyken de kötüyken de kendi çirkinliğiyle var oluyor, kendi zaaflarında kayboluyor. Dolayısıyla böylesi bir adamın genç kadınlara ilgi göstermesi yadırganmamalı. Ancak meseleye kadın-erkek ilişkisi cephesinden bakarsak şüphesiz bir normalleştirme, olağanlaştırma çabası görmekteyiz ve bu noktada ilişkinin sağlığını konuşmaktan ziyade sosyal yaşamdaki erkek egemen söylemin yeniden üretilip seyirciye dayatıldığını söylemeli.

OYUNCULUKLAR ÜZERİNE

"Kötü Adamın 10 Günü", Nejat İşler'in damga vurduğu bir yapım. Filmi baştan sona İşler sürüklüyor. Hele dedektif anlatılarında erkek başkahraman kadar dominant bir karakter bulmak zordur dahası tüm karakterler de bir anlamda başkarakteri dengelemeye hizmet eder ve bu durum anlatının dinamiğini zedeleyebilir. İkinci filmde Hüso rolünde Kadir Çermik ile Zeynel'i canlandıran Rıza Kocaoğlu yardımcı rollerdeler fakat etkisizler. İkinci filme bir İlayda devrolmuş. Alişan'ın karakteri doğumda hayatını kaybederken Akdoğan'ın karakteri Pınar esas adamın hayatına daha bir yaklaşma fırsatı bulmuş. Fırsatçı, uçarı, baştan çıkarıcı Pınar’da Akdoğan başarılı fakat çok çizilmiş, baştan belirlenmiş bir oyun dahilinde... Rolü üzerinde söz sahibi olamıyor, karakterine derinlik katamıyor. Hazal Subaşı'nın konuk oyuncu kadar sahnesi var. Bora Akkaş filmde tuttuğu yer düşünüldüğünde zaten konuk... Hazal Filiz Küçükköse ise rolünde zayıf. Göründüğü her sahnede bir gerilimi yansıtması gerekirken yüzünü kullanamıyor, seyirciyle iletişim kuramıyor. Ustalara saygı kabilinden Nur Sürer katmansız karakterine karşın filme renk katmış.

**

"Kötü Adamın 10 Günü" için İyi Adam'ınkine nazaran tekdüze kalmış diyebiliriz. İlk filmin atmosferi daha güçlüydü ve merak unsuruna sesleniyordu. Karakterin ayakları yere basıyor, duvardaki afişle konuşması tüm klişelere rağmen ona ayrı bir hava katıyordu. "Kötü Adamın 10 Günü" bu adamın kötü bir zamanına denk gelmiş. Nekaheti yaşayamadan yeniden yatağa düşen ve sonra tekrar yatağa atılan; Sadık, Adil, Öçal derken oradan oraya savrulan özel dedektifimiz sahneden hiç inmiyor.