YAZARLAR

Korku değil 'korkma' üzerine bir film

"Beau is Afraid" vizyona çıkmadan birkaç ay önce ilk ismi "Disappointment Blv" yani "Hayal Kırıklığı Bulvarı"nı bırakmış. Bizce yazık olmuş çünkü bir isim bir filme ancak bu kadar yakışırdı herhalde!

Ari Aster, herhalde son 5 sene içerisinde 'en büyük çıkış yapan' yönetmenler listesi yapılsa, belki de zirveye yerleşecek ilk isimdir. Oldukça genç bir yaşta (36) ve sadece iki uzun metrajlı sinema filmi çekmiş olduğu halde bu filmlerle yaratmış olduğu beklentileri tamamen karşılamış olması hatta belki beklentilerin de üstüne çıkması kuşkusuz onu, filmleri merakla beklenen isimlerden biri haline getirdi.

Her sene sayısız vasat örneğin önümüze konulduğu ve 'Michael Myers' (Halloween serisi) gibi 'ikon' olmuş karakterlerin bile 'dibi gördüğü' korku filmi türünde yeni bir soluk getirmek ve özgün bir hava yakalamak kuşkusuz ilk sinema filmini çeken genç bir yönetmen için oldukça zor bir iştir. Aster, 2018 yılında çektiği "Ayin" filmiyle bunu layığıyla başardı.

"Ayin", bir aileye musallat olan bir lanet gibi oldukça bilindik 'sularda' bir çıkış noktası sunuyor ancak sonrasında yönetmen kendi dokunuşlarını karanlık, rahatsız edici ve benzerlerinden çok daha yoğun bir 'mental' ve fiziksel şiddet taşıyan bir korku filmi çıkarmak için kullanıyordu. Hatta filmdeki bazı 'dip korku' sekansları bazen öyle noktalara ulaşıyordu ki bunun gelecekte yönetmenin kendi imzası haline dönüşeceğini bile düşünüyorduk.

Bu filmden bir sene sonra gelen "Midsommar"la Aster adeta çıtayı daha da yükseltti: Bu kez yönetmen korku filmlerinin neredeyse her zaman kullandığı karanlık atmosfer ve mekânları bırakıp açık havada ve günlük güneşlik bir yerde geçen ve 'hipnotik' bir güç içeren çok farklı bir yapım çıkardı. Yönetmen adeta sadece klasik bir formda özgün noktalara ulaşabildiğini değil aynı zamanda bir korku filminin biçimini 'ters yüz' edip çok irkiltici sonuçlar çıkarabildiğini kanıtladı.

Midsommar

Bu iki büyük başarıdan sonra, artık (hak edilmiş) büyük bir bütçeyle (35 milyon dolar) ve yapımcısı olan şirketi A24’ün verdiği 'açık kartla' Aster şu ana kadarki en iddialı, en gerçek üstü ve belki de en kişisel filmini çekiyor. "Korkuyorum" (Beau is Afraid) filmiyle yönetmen, fetiş temalarını tekrarladığı ama artık bazı korku filmlerinin sınırlarını zorlamakla yetinmeyip bütün zaman ve boyut kavramlarını allak bullak eden bir masalsı hikâye sunmayı deniyor. Ancak ne yazık ki Aster, inanılmaz bir iştahla hedeflediği yüksek çıtayla elinde bulundurduğu hikâyeden, tutarlılığı tartışılır, dallanıp budaklanan olay örgüsüyle kontrolden çıkan, dağınık, kafa karıştırıcı bir psikolojik gerilim yapımı çıkarıyor. Yönetmenin bütün iyi niyetine rağmen 'kült' olmaya çalışırken sadece kaotik bir hale dönüşen "Korkuyorum" bizce yönetmenin ilk hatalı adımı…

Hikâye sonrasında çok uçuk ve aykırı noktalara gitse de en azından başlangıç noktasından bahsedecek olursak: Beau, orta yaşlı, psikolojik problemler yaşayan ama yine de bir şekilde hayatını belli bir düzene sokmaya çalışan yalnız bir adamdır. Ama yaşadığı dairenin adeta 'derme çatma' ve oturduğu mahallenin her türlü suçun kol gezdiği, tehlikeli bir yer olması psikolojik durumunu daha da zor bir hale sokmaktadır. 'Sorunlu' bir ilişkisi olduğu belli annesini ziyaret etmek için uçakla yolculuk etmeye karar verir ama beklenmedik bir sürü olay onu değişik birçok maceraya sürükleyecektir.

‘KALBİNDEKİ’ PROJEYİ YAPMAK

Aslında senaryosunda sürprizler barındıran bir filmin konusundan bahsederken: 'Beklenmedik olaylar başlar' kolaycılığına kaçmak pek tercih ettiğimiz bir şey değildir ama "Korkuyorum" filminin yapısı biraz bunu zorunlu kılıyor. Çünkü bahsettiğimiz gibi filmin hikâyesi öyle çılgın noktalara uzanıyor ve öyle farklı yönlere kayıyor ki biz de çoğu zaman kendimizi başkarakter Beau gibi kaybolmuş, şaşkın, yönünü şaşırmış, oradan buraya savrulurken buluyoruz.

Aster’in 3 saati bulan bu devasa boyuttaki filmi aslında yönetmenin erken dönemindeki kısa metrajlı filmlerinden 'Beau'nun çıkış noktasından doğmuş. Hatta Aster, bu proje fikrinin çok uzun zamandır aklında olduğunu ancak sonuçta sinema dünyasına iki başarılı adım attıktan sonra gerçekleştirebildiğini açıklıyor. Ve "Korkuyorum" aslında başlangıçta yönetmenin önceki iki filminden kopuk temellerde başlamıyor. Aynı şekilde travmatik bir başkarakter, aynı karamsar ve karanlık atmosfer, aynı şok olaylarla kesilen huzur süreçleri… Hatırlanacağı üzere "Ayin" filmindeki aile bireyleri normal görünmelerine rağmen her biri geçmişinde ağır travmalar yaşamış sorunlu karakterlerdi, ailenin küçük kızı ise tamamen ruhsal bir çöküntü içinde, 'kabuğuna çekilmiş' bir haldeydi. Aynı şekilde "Midsommar"ın baş kadın karakteri de ailesel bir trajedi yaşadıktan sonra erkek arkadaşlarıyla yolculuğa çıkıyordu.

Beau is Afraid

Dolayısıyla bu filmde de çıkış temelleri aynı ancak sonrasında farklı olarak hikâye, absürt komediler ve amiyane tabirle 'bad trip' yaşatan psikolojik gerilimlerle 'flört eden', uç sürrealist noktalara varıyor. Ancak bütün bu gidişata rağmen yönetmen, hafif uyuşturucular, 'annenin' imajı, mimari tuhaflıklar, 'önceden' görmeler hatta zorlarsak 'baş kopması'(!) gibi obsesyonlarından da vazgeçmiyor.

LOST IN TRANSLATION

Ari Aster daha önce "Midsommar" filmiyle klasik sinematografik anlatımla 'uğraşacağının' sinyallerini vermişti. Burada ise sinemanın neredeyse zorunlu kaldığı 'üç akt' kuralını elinin tersiyle iten, bunun yerine senaryosunu birbiriyle alakasız duran dört parçaya bölen, deneysel, isyankar ve bir o kadar da hınzır bir tutum mevcut. Bu ayrı duran hikâye(cik)ler esasında başkarakterin hayattaki yönünü (ya da kaderi mi desek?) belirlerken aynı zamanda Aster’in serpiştirdiği metaforları, sembolleri ve selam durduğu sinema akımlarını fark etmemizi sağlıyor. Bahsettiğimiz sembollerde bir açıklık olmadığı ve seyircinin dikkatini biraz zorladığı aşikar ancak yine de yönetmenin tutumunda, 'mesajım anlayana!' tarzında bir snopluk hissedilmiyor.

Aster’in selam durduğu daha doğrusu filmine kattığı türler ise daha açık: Örneğin filmin ilk yarım saatinde 'Kafkavari' bir hava var. Aynı zamanda son 15-20 senedir sinemada sıkça kullanılan distopik dünyanın abartılı bir tasvirini izliyoruz. Zaman zaman Hollywood sinemasının 'arketip'i (ilk örneği) olmuş yan karakterlere de rastlıyoruz.

Sekanslardaki geniş ve hızlı kamera hareketleri bazen etrafı yani dekoru tamamen bir tarafa atarak adeta 'süpürürken' bazen ise sekanslardaki özenli ve hassas bir estetik doku (aksesuarlar, grafitiler..) göze çarpıyor.

Beau is Afraid

DIŞ DÜNYAYA AÇILMAK

"Korkuyorum", bizce (en azından klasik anlamda) bir korku filmi değil daha çok 'korkma’ üzerine bir film! Kısıtlı dünyasında yaşayan ve bir türlü çıkış bulamayan yalnız bir adamın en büyük korkularıyla hatta fobileriyle karşı karşıya kalmasını anlatan bir hikâye izliyoruz. Evinden bile dışarı adım atmakta zorlanan Beau kendini en garip durumlarda, asla tam olarak güvende olmadığı değişik ortamlarda buluyor. Tabii ki biz de seyirciler olarak bazı sekanslarda gerçekten irkiliyoruz ancak bizce asıl amaç daha çok başkarakter gibi bizim de kendimizi 'kaybolmuş' hissetmemiz…

Ancak dediğimiz gibi belki de asıl sorun burada yatıyor: Aster estetik doku ve oyunculuklar açısından kusursuza yakın bir yapım çıkarsa da daha önce çok kontrollü ve dozunda bir şekilde yönelmemizi istediği ruh hali ve taraf burada son derece muğlak kalıyor. Kendimizi hikâyeye tamamen kaptırmak için sürekli ciddi bir çaba sarf etmemiz gerekiyor. Sanki yönetmen seyircinin hikâyeye 'yetişmesine' asla tam olarak izin vermiyor, kendi fantastik dünyasında 'tam gaz' ilerlemesini her şeyin önüne koyuyor. Bu durum hikâyeden sadece mesafeli değil aynı zamanda kopuk kalmamıza yol açıyor. Bu kez deneysel bir yol izleyerek çıkışına devam etmek isteyen Aster, etkilendiği belli olan Lynch ve bazı Cronenberg filmlerindeki kendi içinde tutarlı, kompakt yapıyı bir türlü sağlayamıyor.

Geriye kalan şaşırtan ve zaman zaman korkutan ama sağlam bir yere bağlanmayan bir deneme ve (dengesiz karakterleri canlandırmakta artık bir üstat olan) Joaquin Phoenix’in bir kere daha yaşayan en büyük aktörlerden biri olduğunu kanıtlaması oluyor.

Kulağımıza çalınan bir bilgiyle bitirelim: "Beau is Afraid" vizyona çıkmadan birkaç ay önce ilk ismi "Disappointment Blv" yani "Hayal Kırıklığı Bulvarı"nı bırakmış. Bizce yazık olmuş çünkü bir isim bir filme ancak bu kadar yakışırdı herhalde!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .