Koronanın yayılma eğrisi ile Lorenz eğrisinin ortak mağdurları

Bilimsel çalışmalar yoksul bir mahalede yaşayan bir erkekle zengin mahallede yaşayan bir erkek arasında yaşam beklentisi arasındaki farkın yaklaşık 20 yıla kadar çıkabileceğini göstermektedir. Bu yüzden hastalıkların istatiksel dağılımı sosyo-ekonomik bağlamlarından ayrı düşünülemez. Farklı gelir gruplarındaki hastalık dağılımları farklıdır.

Google Haberlere Abone ol

Ensar Yılmaz*

Pandemi ile birlikte bir süredir görmeye alıştığımız epidemiyologların sıkça kullandıkları salgın yayılma eğrisinin sadece biyolojik bir durumu temsil etmediği açık. Bu durumun sosyal ve iktisadi karşılıkları olduğunu gözlemliyoruz. Özellikle gelir dağılımı eşitsizliği ile birlikte düşünüldüğünde pandeminin etkilerini anlamak daha aydınlatcı olacaktır. İktisatçıların gelir dağılımı eşitsizliğini ölçmek için kullandığı Lorenz eğrisinin eşitsizlik düzeyini gösterdiği alt gelir gruplarının pandemiden çok daha farklı ve derin etkilendiğine dair daha fazla bilgi ediniyoruz. Diğer yandan virüsün yayılma eğrisi ileri doğru ilerledikçe (bulaşıçılığı arttıkça) alt gelir gruplarının eşitsizliğine dair Lorenz eğrisinin göstermediği gelir-dışı eşitsizlikleri de daha fazla gözleme imkanımız oldu. Bu gözlemlerden hareketle bu yazıda bu ilişkinin niteliği ve boyutunu anlamak için ağırlıklı olarak sağlık hizmeti etrafında kümelenen eşitsizlikler üzerinde durmak istiyorum. Yani kısaca “yayılma eğrisinin hastası” ile “Lorenz eğrisinin yoksulu” arasında ortaya çıkan dramatik yakınlığa bakmak istiyorum.

Pandeminin ilk dönemlerinde virüsün demokrat olduğu, yani gelir ayrımı yapmadan yoksulları ve zenginleri de aynı şekilde etkilediği belirtildi. Fakat daha fazla bilgi ve gözlem ortaya çıktıkça bu durumun tam da böyle olmayabileceği görülmeye başlandı. Pandeminin başlangıç dönemlerinde yüksek gelirli insanların virüse yakalanmalarının sosyal ve fiziksel mobilitelerinin yüksekliğinin bir sonucu olduğu görüldü. Daha fazla sosyal ortam ve mekan değiştirmelerinin onları virüse daha açık hale getirdiği gözlemlendi. Fakat zaman ilerleyip virüs kırılgan gruplara yayıldığında sonuçların vahim olduğunu gördük.

Pandemi krizi dünyada birçok sosyal ve ekonomik probleme tutulan bir projektör işlevi gördü. Pandeminin görünür kıldığı en temel sorunlardan biri de daha çok tüketim, eğitim ve sağlıkta kendini gösteren “gelir eşitsizliği”dir. Pandemi, toplumun özellikle alt kesimlerinde yaşayan insanlara hayatın kendileri için ne kadar kırılgan olduğunu hissettirdi. Bu süreç insanların birkaç ay bile maaş alamadıklarında açlık korkusu yaşamalarına ve kiralarını ödeyemeceklerini düşündüklerinde evlerinde ne kadar da güvensiz olduklarını hissetmelerine neden oldu. Daha baskın hissedilen bu korkular, insanları düşük ücret ve kötü çalışma koşullarına rağmen işleri olduğuna şükretmeye zorladı.

Pandemi projektörü, bu tür tehditlerin toplu bir şekilde aynı karede yaşandığını göstermesi açısından aydınlatıcı oldu. Bu anlamda pandemi, farkına varmakta güçlük çektiğimiz akışkan bir yaşamda, zamanı yay gibi sıkıştırarak birbiri ile ilişkili sorunları aynı anda görmemizi kolaylaştırdı. Durum “aynı anda herkese” olduğunda daha vahim bir görüntü ortaya çıktı. Fakat biliyoruz ki bu tür risk ve tehditler pandemi öncesi dönemde günlük hayatın içinde her daim yaygın bir şekilde zaten vardı. Sadece zamana yayılmış bir şekilde ve farklı zaman dilimlerinde ortaya çıktıklarını ama toplumun her kesimini etkileme potansiyeli taşıdıklarını görebiliyoruz. Başka bir deyişle bu tür risk ve tehditler “aynı anda çok kişi”den ziyade “farklı zamanlarda çok kişiyi” etkileme niteliğine sahiptirler. Bu da doğal olarak bu tür risk ve tehditlerin arka planındaki yapısal sorunları görmemizi daha da zorlaştırıyor ve zamanla onlarla yaşamayı öğreniyoruz. Bu anlamda bir depremin kendi yıkıcılığını artıran tüm mevcut sorunlara (kötü zeminler, kötü binalar, kalabalık çarpık şehirleşme gibi) işaret etmesine benzer olarak pandemi bunu politik ve ekonomik yapıların işleyişinde gösterdi.

SAĞLIKTA EŞİTSİZLİKLER

Sağlık ile ilgili genel anlamda iki tür eşitsizlik söz konusudur. Bunlardan ilki “sağlıklı olmada eşitsizlik”, yani hastalığa yakalanma riskinin eşitsiz dağılımı, diğer bir deyişle farklı sosyo-ekonomik grupların kronik hastalıklara yakalanma olasılığının farklılaşması. Bu durumu açıklamadan önce istatistiklerin hastalar üzerinde korona virüsünün ölümcül etkilerinin büyük oranda yaşlı olmak ve kronik bir hastalığın bulunması ile ilişkili olduğunu gösterdiğini belirtelim. Yaşlı ve kronik bir hastalığı olanların aynı zamanda bağışıklık sistemleri de zayıf olduğundan ölümlerin bu kesimlerden gelmesi normal karşılanabilir. Fakat burada önemli bir durum gözden kaçıyor. Hastalığın etkilerinin büyük oranda biyolojik nedenleri olsa da hastaların sosyo-ekonomik durumları ile kronik hastalıklara yakalanma olasılığı üzerinde daha fazla durmamız gerekir.

Bilimsel çalışmaların da gösterdiği gibi hangi hastalıklara yakalandığımız yaşam koşullarımızla (nerede ve nasıl yaşadığımız) çok yakından ilişkilidir. Kötü sosyo-ekonomik koşullar insanların erken yaşlarda kronik hastalıklara yakalanma olasılığını artırmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, insanlar 70’li yaşlarında yakalanmaları muhtemel kronik hastalıklara kötü yaşam koşullarında dolayı 60’lı yaşlarında yakalanmaktadır. Virüs salgınında ölenlerin yaşını istatiksel olarak aşağıya doğru çeken faktör bu gruptan insanların varlığıdır (nispeten genç ama kronik hastalığı olan alt gelir grubuna ait insanlar). Yeni yapılan bazı ampirik çalışmalarda, yaş değişkeni kontrol edildiğinde dahi, İngiltere’nin nispeten daha yoksul bölgelerindeki ölümlerin en zengin bölgeye göre iki katı daha fazla olduğunu göstermektedir. Benzer olarak diğer bilimsel çalışmalar yoksul bir mahalede yaşayan bir erkekle zengin mahallede yaşayan bir erkek arasında yaşam beklentisi arasındaki farkın yaklaşık 20 yıla kadar çıkabileceğini göstermektedir. Bu yüzden hastalıkların istatiksel dağılımı sosyo-ekonomik bağlamlarından ayrı düşünülemez. Farklı gelir gruplarındaki hastalık dağılımları farklıdır. Bu yüzden bu tür durumlara sosyal-ekonomik grupları ayrıştırarak bakmak sorunların varlığını görmemiz açısından daha yararlı olacaktır.

Kronik hastalıklardan ölen insanların istatistiklerine baktığımızda bu hastalıklardan ölenlerin sayısının ortalama olarak korona virüsünden ölenlerden daha fazla olduğunu görüyoruz. Korona virüsünün neden olduğu ölümlerin kısa sürede olması dışında ürkütücü bir istatistik olmadığını düşünüyorum. Bu bağlamda şu soru bence anlamlı: Kötü koşullarda yaşayan birinin hayatı boyunca kansere yakalanma ve ölme olasılığı kısa bir zaman diliminde virüse yakalanma ve ölme riskinden daha mı az? Bunları virüsün yıkıcı etkilerini küçümsemek için söylemiyorum. Fakat sosyo-ekonomik sistemin yaratttığı diğer yapısal hastalıkların varlığının da altını çizmek istiyorum. Pandemik bir duruma neden olan sadece korona virüsü değil, bedenimizi ve akıl sağlığımız tehdit eden diğer tüm iktisadi ve sosyal nedenler birer pandemi niteliğindedir. Fakat direkt ve yaygın bir şekilde talep ve arz şokları yaratmadıkları için ve dahası milli geliri artırdıkları için (hastalandıkça yaptığımız harcamalar milli geliri artırır), sürekli ihmal edilmektedirler.

Sağlıkla ilgili ikinci eşitsizlik nedeni (birincisi “sağlıklı olmada eşitsizlik”di), sağlık hizmetlerine “erişim eşitsizliği”dir. Sağlık hizmetleri temininde yüksek gelir grubundakiler düşük gelir grubundakilere göre daha avantajlıdır. Düşük gelirli insanların en temel sağlık hizmetlerini almak konusunda bile katlandığı zorlukları (pahalı olması ve nitelik problemleri) biliyoruz, gözlemliyoruz. Sağlık genel olarak pahalı bir hizmettir. Yüksek fiyat hizmet miktarının tayınlamasına neden olmaktadır. Yani yüksek fiyatlar insanların yeterince sağlık hizmeti alımını kısıtlamaktadır. Bu şekilde insanlar sağlık sorunlarını onları tehdit edecek boyuta gelmeden bu hizmeti talep etmekten vazgeçip ötelemelerine neden olmaktadır. Fakat bu ötelemenin maliyetinin diğer ürünlerden farklı bir karakteri olduğu açıktır.

İnsanların sağlık sektöründe yüksek fiyatlara nasıl tepki gösterdiğine dair birkaç istatistik vermek istiyorum. Bunlar belli bölgelerin istatistikleri olsa da bence dünya genelindeki genel eğilimi yansıtmaktadır. Gallup’ın yaptığı bir araştırmaya göre; ABD’lilerin yaklaşık yüzde 26’sı sağlık hizmeti pahalı olduğu için tedaviyi geciktirmektedirler. Diğer bir çalışma da, ABD’de yaşayan her dört aileden biri (yüzde 25) tavsiye edilen doktor testini yapmadıklarını, ve yaklaşık her altı aileden birinin de önerilen tedaviyi dikkate almadığını göstermektedir.

Bu bağlamda diğer bir konu da; hastalığın kesinleşmesi sırasında hastaların kendilerinden talep edilen fiyatlara gösterdikleri tepkiler ile ilgilidir. Bu durumda hastanın tedavi hizmet talebi “acil ürün” kategorisinde olduğu için yüksek fiyatlara çok kısa sürede razı olmalarıdır. Bunun için başka çareleri yok denebilir ama yüksek fiyatları çok kısa sürede “haklılaştırma eğilimi” göstermeleri aslında itiraz alanlarını oldukça kısıtlıyor. Çünkü sorunu sadece kendilerine ait bir sorunmuş gibi algılıyorlar ve kendi sağlık problemlerini kendilerinin çözmesi gerektiğini düşünüyorlar. Oysa sağlık sektöründeki fiyatlar genel anlamda gerçekten yüksek düzeydedir, yani sorun yapısaldır, aynen eğitim sektöründe olduğu gibi.

İnsanların hayata başlangıç koşulları, bir tür biyolojik lotari yani, nasıl bir yaşam sürdüreceklerini de büyük oranda belirler. Korona virüsü de herkesi farklı sosyal ve ekonomik koşullarda yakaladı. Herkesin virüsle ortaya çıkan başlangıç koşulları farklıydı. Dolayısıyla, bundan etkilenme, kaçınma ve tedavi imkanları da farklı oldu. Bu konu ile ilgili çok sayıda örnek verebilir. Ben bazılarını ifade edeyim. Örneğin; ekonomik geliri düşük olanların çok küçük bir kesimi evde çalışma imkanına sahiptir. Bu oran yüksek gelirli insanlarda çok daha yüksektir. Düşük gelirli insanların çoğu temel/anahtar hizmet sektörlerinde (özellikle besin, mağaza, lojistik gibi alanlarda) çalışan insanlar. Bu insanların kalabalık evlerden çıkıp kalabalık otobüslere binip kalabalık mağazalara çalışmaya gitmesi doğal olarak korunma imkanlarını azaltmaktadır. Ve tekrardan aynı yollara evlerine döndüklerinde evdekileri de tehlikeye attıkları çok açık. Korona virüsüne yakalanmamak için de sosyal grupların başlangıç gelir düzeyleri farklı stratejiler izlemelerine neden oldu. Örneğin; zengin olanlar arasında yatlarına, ikinci evlerine ve birçok yerde şatolara taşınanlar oldu. Hatta birçok gelişmiş ülkede süper zenginler yer altına lüks sığınaklar yaptırdılar. Bu da gösteriyor ki farklı sosyal gruplar arasındaki iktisadi mesafe, pandeminin yayılmasını engellemek için gerekli sosyal mesafenin çok ötesindedir.

SONUÇ OLARAK

Yıllarca sağlık sistemlerine yatırım yapmayı unutmuş ve bunu özel firmalara terk etmiş gelişmiş ülkelerle bu hizmetleri vermekte oldukça zorlanan gelişmekte olan ülkelerin sağlık sistemlerinde karşılaştıkları sorunları pandemi sayesinde görme imkanımız oldu. ABD’de plastik kamuflajlı hastane çalışanlarının ilk zamanlardaki görüntüleri bu durumu göstermesi açısından oldukça iyi bir resimdir. Bu süreç aynı zamanda, Şili, Peru ve Ekvator gibi Latin Amerika ülkelerinde olanlar, sağlık sistemlerinin iç işleyişini gösterdi. Morgların dolmasıyla virüsten ölenler günlerce evlerde kalmak zorunda kaldı ve daha sonra buz dolu konteynırlara aktarıldılar. Bu sadece hastanelere aşırı taleple ortaya çıkan bir durum değildir. Bu ülkelerin hastanelerinin harap, bitmiş hallerini televizyonlarda gördüğümüzde pandemi öncesinde de verilen hizmetlerin hem arzında hem de niteliğinde problemler olduğunu tahmin etmekte zorlanmıyorsunuz.

Fakat ben yine de dünya genelinde pandemi sonrası sağlık alanında bazı pozitif gelişmeler olacağını bekliyorum. Sağlık sektörü pandemi sonrası ulusal kaygılarla daha stratejik bir alan olarak düşünülecektir. Fakat sağlıkta eşitsizlik kaygılarından ziyade, genel bir kamusal stratejinin sonucu olacaktır. Özellikle ilaçların, aşıların üretiminde daha büyük çabalar gösterilecek ve medikal araç gereç temininde yerli üretime daha fazla önem verilecektir. Diğer yandan pandemi, teknolojinin yardımıyla uzaktan sağlık hizmetinin de verilebileceğini gösterdi. Tele-sağlık (Tele-health) uygulamasının yaygınlık kazanması ile insanlar sağlık hizmetine daha kolay erişebilir hale gelebilirler. Korona virüsüne yakalanan insanların tedavilerinin evde sürdürülmesi ve teşhisin de büyük oranda belirtiler üzerinden konması, bunun klinik öncesi hastaların yönlendirilmesi, tedavileri gibi konularda yararlı bir uygulama olabileceğini gösterdi. Bu da teknolojinin sağlık hizmetlerini daha ucuz hale getirme potaniyeli taşığını göstermektedir.

* Öğretim Üyesi, Yıldız Teknik Üniversitesi İktisat bölümü