Kont: Şili’den kan emici, karşı devrimci bir portre

Şili'de darbenin ellinci yılına bir çentik atan Kont, kolay tanımlanamayacak bir film... Hırsızlar ve cellatlar hâlâ iş başında!

Google Haberlere Abone ol

Şili'de sosyalist lider Salvador Allende’yi devirip on binlerce insanın ölümüne yol açan askerî darbenin 50. yıldönümü 11 Eylül'de geçildi ve Netflix'in faşist diktatör Augusto Pinochet'yi 250 yaşını geride bırakmış bir vampir olarak resmeden filmi El Conde (Kont) 15 Eylül'de erişime açıldı.

Pablo Larrain'in yönettiği, senaryosunu Guillermo Calderón ile birlikte yazdığı filmde kontu Jaime Vadell canlandırıyor. Şili siyasi tarihini korku ve komedi ögeleriyle harmanlayan, karanlık atmosferiyle öne çıkan filmi değerlendirmeden evvel konusunu aktaralım.

BİR KARŞI DEVRİMCİNİN İKİ BUÇUK ASRI 

Doğum adıyla Claude Pinochet (Jaime Vadell) tarih boyunca devrimleri bastırmayı kendine vazife edinmiş, Fransız devriminden beri kılıç sallayan vampir bir generaldir. Son safhada Şili'de işler yolunda gitmemiş ön binlerce sosyalistin ölümü takdirle karşılanmak yerine bir de hırsızlıkla suçlanmıştır. Bunu yediremeyen, artık yaşlandığını hisseden Kont ölmeye karar verir, avlanmaktan kan emmekten vazgeçer hatta beş çocuğunu yaşadığı çiftlik evinde ağırlayıp servetini dağıtmanın planlarını yapar. Ta ki bir rahibe Carmencita (Paula Luchsinger) aklını çelene dek. Çocukları tarafından tutulan bu kadın aynı zamanda iyi bir muhasebecidir. Vicdanı ve matematiği iyi bilir. Ayartır, sorgular, azap olur. Asıl niyeti ise generali yok etmektir. 

KARA KOMEDİ, KORKU VE ALEGORİ... TÜRÜNE BEREKET! 

Kont’u değerlendirmeye türünden girişelim. Siyah beyaz çekilen filmi bir kara mizah örneği olarak değerlendirilebiliriz fakat güldürü yönünün baskın olmadığını, öykünün kendisinin gülünç kaçtığını vurgulamak gerekiyor. Film öncelikle yaratıcı bir fikir üzerine kurulu... Pinochet'yi vampir tasvir edip dahası ideolojik bir arka planla tarih boyu karşı devrimci bir karikatüre dönüştürerek gerçeklerle bağın büsbütün koparılmadığı ama öznenin karton kılındığı bu yaklaşım için hoş diyebiliriz. Oysa Larrain'in filmi bununla sınırlı kalmıyor ve vampirlik meselesini derinleştiriyor. Yolsuzluk tartışmaları ekseninde siyasi bir vampir görüntüsü çizen general tam tekmil bir halk düşmanı portresi sunuyor. Bu şartlarda filmin türü siyasi bir taşlamaya ve alegoriye dönüşüyor. Siyah beyaz çekimler de alegorik anlatımı çarpıcı bir hâle getiriyor. Buna karşın Kont kolay adlandıramayacağımız bir yapım. Fantastik olay örgüsü ve geleneksel korku motiflerinden beslenen öyküsü ile korkutmayı da başaran film korku sınıfına sokulabilir. Kısacası komedi, korku, kara mizah ve siyasi taşlama gibi birçok ana ve alt türe dâhil edebileceğimiz anlatısıyla Kont deli dolu bir film. Dikkat çekici taraf ise türler arasında müthiş bir uyum yakalaması. Bunda da birazdan değineceğimiz atmosfer rol oynuyor. Sis çökmüş çiftlikte mikserlerde öğütülen kalpler pek komik durmazken evin metruk bölümleri ürkütmeyi ama aynı zamanda bir siyasi enkazı anıştırmayı başarıyor. Kont kendi gerçekliğini inşa ederken fantastik taraflarını da seyirciye geçirmekte. 

DÖŞEMELER GÖÇMÜŞ, KOLTUKLAR LİME LİME... 

Kont güçlü bir havaya sahip... Gerek öyküsü gerek mekânları ile bu havayı durmaksızın kışkırtıyor. Karakterler de atmosferle çelişmeyip aksine ruhsal salınımlarıyla yavaş yavaş çöken tekinsizliği karşılıyorlar. Larrain kartlarını aynı anda oynamamış ve filmin mekânını ürpertici resmetmek yerine rahatsız edicilikle sınırlandırmış. Bu rahatsız edici ortam seyirciyi kuşattığında ise gerilimi artırmayı yeğlemiş. Kontun çiftliği ana karadan uzakta, ulaşımın sallarla sağlandığı bir adada yer alıyor. Zaman zaman avlanmak için başkent Santiago’ya gittiğini, gökdelenler arasından süzüldüğünü görüyoruz. Kentle kontrast oluşturan bu mekânda ise devasa bir giyotin selamlıyor konukları. Hayvan başlarının kesildiği bu alet ve sık sık anılan Marie Antoinette, Pinochet’nin siyasi macerasının da başladığı Fransız Devrimi’ni akla getirirken ölümün soğuk aracı olarak dikkat çekiyor.

Evde yıllar içinde herhangi bir tadilata gidilmemiş. Döşemeler göçmüş, koltuklar lime lime olmuş, sıvalar dökülmüş… Çiftlik evi siyah beyaz tablonun ara rengi âdeta… Sis perdesinin arasında siyah renkte dev bir giyotin beliriyor, evde ise karanlık bir yaşamın gri tonları seziliyor. Köhne bir zihniyete, köhne bir düzene yakışır bir ev… Atmosferi perçinleyen öge ise on binlerce kalbin soğuk hava depolarında saklandığı, labirente benzeyen ahırdan bozma yapı… Yıllarca can almış Beyaz Rus kökenli uşak Fyodor (Alfredo Castro) ve Pinochet bu kısımda gezindiğinde zaman sanki duruyor. 

ŞİİRSEL SÜRPRİZLE

Kont'un seyirciye sürprizleri bitmiyor. Zekice tasarlanan vampir diktatör kompozisyonu filmde türler arası fırtına estirirken bir süre sonra rahibe Carmencita generalin servetini bir dedektif titizliğinde eşelemeye başlıyor. Çiftliğe sinen suç kokusuna geçmişte suç işlenerek erişilmiş bir servetin kokuşmuşluğu eşlik ediyor. Bu çılgın ama aynı ölçüde mide bulandırıcı ortamı dolaplarda muhafaza edilen devrimci kalpleri tamamlıyor. Larrain fırçasını sakınmadan çizdiği bu yozlaşmış tabloyu araya sıkıştırdığı şiirsel sekanslarla farklı bir düzleme taşıyor. İç mekânlarda gerilimi giderek yükselten yönetmen Carmencita'nın vampir olduktan sonra ilk uçuş denemesini muazzam bir kıvraklıkla yorumlamış. Genç rahibe saflığın ve kötülüğe karşı savaşın sembolüyken Kont tarafından ısırılıyor ve kan emici tarafa geçiyor. Fakat yönetmen kadının vampir doğasını bu yönüyle değil uçabilmesiyle betimliyor. Carmencita havada süzülürken Kont onu izliyor. Bu sahne rahibenin bir yaprak edasıyla savruluşunu ve özgürleşme ifadesini yansıtırken Kont'un mimikleri üzerinden karadaki sonuçları da gözler önüne seriyor. Kont'un duyguları sürekli değişiyor. Yönetmen bu kısmı oldukça başarılı aktarmış...

Bir diğer şiirsel sahne de finale saklanmış. Gölde geçen bu sahnede Baba evini yağmalayan evlatlar iki tekneye yükledikleri antika eşyayla (ve kafalarında antika düşüncelerle) dönerlerken başka bir teknede yolculuk eden rahibelere rastlıyorlar. Sessiz sedasız gerçekleşen bu karşılaşma filmde baştan sona işlenen iyi-kötü mücadelesini hınzırca ortaya koyuyor. Gerçek yaşamın şeytanları ile dinsel yaşamın saf temsilcileri birbirlerine değip dolaşmadan kendi yollarına gidiyorlar.

BERGMAN'DAN TARR'A SİYAH BEYAZ LEZZET VE RUHANİ HESAPLAŞMALAR

Kont belki iddialı olacak bıraktığı tatla ama Ingmar Bergman'ın yabanıl mekân tercihlerini ve Bela Tarr filmlerinde karşımıza çıkan ve "yalının kaosu" biçiminde de ifade edebileceğimiz atmosferi hatırlatıyor. Bergman 1950'lerde ve 60'larda çektiği Yaban Çilekleri, Yedinci Mühür, Kurtların Saati ve Persona gibi başyapıtlarında insanın insanla hesaplaşmasına doğayı şahit kılmıştı. İnsan kendisiyle baş başa kaldığında saldırganlaşıyor yahut uysallaşıyordu. Kont'un yırtıcı evlatları da filmde her ne kadar sivrilmeseler dahi insanın doğasını dışa vuruyorlar. Açgözlü, sinsi ve benciller... 

Finaldeki hesaplaşma da Bergman'ın üslubunu çağrıştırıyor. Kont'un annesi çıkageliyor (ki bu kadın da dünya siyasetine yön veren ve Demir Leydi lakabıyla tanınan Margaret Thatcher'dan başkası değil!) ve son perdede kontun hayatındaki bütün kadınlar aynı sahnede toplanıyor. Anne Margaret (Stella Gonet), sevgilisi Carmencita ve Fyodor tarafından ısırılıp vampir yapılan karısı Lucia (Gloria Münchmeyer). Herkes silahını hazırlıyor. Çocuklar da bu dört vampiri öldürmek için planlar yapıyor. Vampirler kendi aralarında savaşırken kıyasıya bir vampir avı başlıyor. Daha doğrusu bir vampir iç savaşı. Yönetmen bu çatışmayı ustaca yansıtmış. 

Filmdeki gri ve sisli çekimlerse arayışla varoluşu, çöküşle yükselişi sentezleyen yönetmenlerden Tarr'ın filmlerini çağrıştırmakta. Semboller dahi o mekânı parçalayıp çıkmak için can atıyor! Öylesine kasvetli ve aslında insana has bir yaşam alanı tasviri. Çiftlik ve bu şiirsel uçuşlar, anlamın peşinde koşanlar, farklı amaçlar etrafında toplanan tüm bu insanlar Tarr filmlerinden fırlamış gibiler. Şüphesiz film başka seyircilerde başka yönetmenlerin sinemasından hisler uyandıracaktır.

**

Şili'de darbenin ellinci yılına bir çentik atan Kont, kolay tanımlanamayacak bir film... Siyasi göndermeleri, politik kötülüğü fantastik bir anlatımla ete kemiğe bürümesi, başarılı oyunculukları, masumiyete dair çıkarsamaları ve elbette atmosferiyle yılın sürprizi... Hırsızlar ve cellatlar ise hâlâ iş başında...