Levent Bakaç: En iyi çeviri, çeviri kokmayan çeviridir

Levent Bakaç, Goethe, Franz Kafka, Stefan Zweig, Friedrich Nietzsche, Joseph Roth, Marcel Beyer gibi yazarların eserlerini dilimize kazandırdı. "En iyi çeviri, yazarın edebî tarzını hedef lisana mümkün olabildiğince yansıtan çeviridir" diyen Bakaç'la çeviriyi ve editör-çevirmen ilişkisini konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 1954 yılında Eskişehir’de doğan Levent Bakaç, 60’lı yılların ortasında ailesiyle birlikte Almanya’ya göç eder. Ortaokul, lise ve üniversiteyi Berlin’de okur. Berlin Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun olur. Lisans diplomasına kavuşması on yıl sürmüştür. Bakaç bu yılları, “Üniversite yıllarım politik açıdan çok yoğun bir zamana denk geldiği için, öğrenimim standart sürenin oldukça üzerinde oldu ve öğrenimimi 10 yılda tamamladım. Politik faaliyetler o kadar çok zamanımı alıyordu ki, okula senelerce yalnızca bu faaliyetler kapsamında uğradım. Bundan dolayı hiçbir şekilde pişmanlık duymuyor ve bu zamanın kişisel gelişimime, görüşlerime ve özellikle analiz kabiliyetime çok katkıda bulunduğunu düşünüyorum” diyerek açıklar.

1986 yılında Türkiye’ye dönüş yapan ve 2008 yılına kadar Alman firmalarında yönetici olarak ya da kendine ait bir iş çerçevesinde çalışan Bakaç, emekli olur ve çok önceden kararını verdiğini şeyi yapmaya başlar: Çeviri. “Daha 4-5 yaşında okuma ve yazmayı öğrendiğim için, kitaplarla çok erken yaşlarda tanıştım ve bir daha hiç ayrılmadım. Türkçeyi öğrenmemdeki en önemli faktörün bu olduğu kanısındayım.” diyerek temelini açıklayan Bakaç, bugüne kadar 30 roman ve araştırma-inceleme çevirir. “Çevirisini yaptığım yazarlar arasında Goethe, Franz Kafka, Stefan Zweig, Friedrich Nietzsche, Joseph Roth, Marcel Beyer gibi yazarlar bulunuyor. Ayrıca Rosa Luxemburg’un en kapsamlı biyografisinin ve Eduard Bernstein’ın tanınmış Sosyal Demokrasi Analizi'nin tek Türkçe çevirisi de bana ait.”

Bakaç’la çeviriyle olan ilişkisini konuştuk.

'ÇEVİRMENİN BAŞLICA GÖREVİ EDEBİ TARZINI HEDEF LİSANA AKTARMAK'

Çeviri konusunda hemen herkesin bir fikri var. Siz, bir çevirmen olarak çeviriyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Üç-beş satırlık bir paragrafı beş farklı çevirmenin önüne koyarsanız, ortaya beş farklı metin çıkar. İlk kez kimden duyduğumu hatırlamıyorum – sanırım Çev-Bir’deki bir dostumdandı – ama çevirmenlerin belki biraz iddialı bir yaklaşımla bu bağlamda eş-yazar olarak tanımlanması hiç de yersiz değil. Çevirmenliğimin ilk yıllarında orijinal metne bağlılık konusunda çok bağnaz bir tutum içerisindeydim ve çevirmenin başlıca görevinin orijinal metni bu bağlılık çerçevesinde hedef dile aktarmak olduğunu düşünüyordum. Zamanla bu saplantım kaçınılmaz olarak köklü bir değişikliğe uğradı. Şimdi artık özellikle edebî çevirilerde, çevirmenin başlıca görevinin yazarın edebî tarzını hedef lisana aktarmak olduğu kanısındayım. Kısaca söylemek gerekirse, bence en iyi çeviri, yazarın edebî tarzını hedef lisana mümkün olabildiğince yansıtan ve aynı zamanda çeviri kokmayan çeviridir.

Editör-çevirmen ilişkisi nasıl yürüyor?

Tekrar çevirmenliğimin ilk yıllarına dönmem gerekiyor. O zamanlar editörü, benim metnimi keyfî bir şekilde değiştirmek, hatta daha sert bir sözcükle ifade etmek gerekirse çarpıtmak isteyen bir karşıt olarak görmekte ve dolayısıyla doğruluğuna veya yanlışlığına bakmaksızın kendi metnimi savunmak peşindeydim. Çevirmen-editör iş birliğinin ne kadar önemli olduğunu anlamam biraz zaman aldı. Konumu gereği çeviri metnine bütünlüklü ve kuşbakışı bakan bir redaktör, küçük ama kaliteyi düşüren hataları daha iyi görebileceği gibi, yerinde müdahalelerle metnin akıcılığına önemli ölçüde bir katkı sağlayabilir. Bu bağlamda özellikle son yaptığım Kafka’nın Dönüşüm ve Dava çevirilerinde editörle çok iyi ve verimli bir ortaklık sağladığımı ve bunun da metne çok olumlu yansıdığını düşünüyorum.

Dönüşüm, Franz Kafka, Çevirmen: Levent Bakaç, 128 syf., Ayrıntı Yayınları, 2015.

Sizin için bir metnin “çevrilebilir” olmasının gerekçesi nedir?

Hiç şüphesiz çevirmenler de kendisinin ve bakmakla mükellef olduğu kişilerin geçimini sağlamak, ayakta kalmak, çeviri yapabilmek için gerekli olan ruhsal dinginliği korumak zorunda. Bu ilişkide her çevirmenin kendine özgü koşulları olabilir. Yalnızca finansal bir bakış açısından hareketle iş alan çevirmenlerin olduğu yadsınamayacağı gibi, bu durumu anlayışla karşılamamak da o derece anlamsız. Dediğim gibi, herkesin koşulları farklı. Meseleye kendi açımdan yaklaşacak olursam, benim de yalnızca ödemesi iyi olduğu için aldığım birkaç iş oldu. Ancak şunu da çok net bir şekilde söyleyebilirim ki, bu işler maalesef er ya da geç insanın bilgisayar başında geçirdiği azap saatlerine dönüşüyor. Bu nedenle sevmediğim, 'kitsch' olarak tanımladığım metinleri artık kabul etmiyorum. Bu tutumum, ifade yeteneklerimi aşacağını düşündüğüm metinler için de geçerli. Finansal ve kültürel kriterler haricinde elbette siyasal ve etik kriterler de söz konusu olabilir. Örneğin faşist bir propaganda metnini asla çevirmeyeceğim gibi, hiç katılmadığım, hatta karşı olduğum ama bilimsel bir çalışma olarak gördüğüm bir metni çevirmeyi kabul etmekte de bir saniye bile tereddüt göstermem. Çevirdiğim Bernstein kitabı buna iyi bir örnektir. Ancak son olarak şunu da özellikle belirtmem gerekir ki, zor maddi koşullar içerisinde olan bir çevirmenin yalnızca finansal gerekçelerle iş almasına anlayış göstermemek kimsenin haddi olmamalı.

“Şu çeviriyi bir de benden okusaydınız keşke…” diyebileceğiniz bir metin var mı? Ya da çok beğendiğiniz, okumaktan keyif aldığınız bir çeviri?

Kendi çevirilerimden özellikle Kafka’nın “Dönüşüm” ve “Dava” kitaplarını, Marcel Beyer’in “Kaltenburg” romanını, Joseph Roth’un “Radetzky Marşı” romanını ve Yordam Yayınları’ndan çıkan Rosa Luxemburg biyografisini beğeniyorum. Bunun haricinde Çev-Bir üyesi beğendiğim (Rusçadan çeviri yapan Günay Çetao gibi) pek çok çevirmen var. Özellikle belirtmem gerekirse Amin Maalouf çevirilerini çok beğeniyorum. Sanki Türkçe yazılmış gibiler. Buna karşın itiraf etmem gerekir ki, 10-15 sayfa okuduktan sonra katlanamayıp elimden bıraktığım çok sayıda çeviri roman ve araştırma-inceleme de var.