Tekinsiz olan modern yaşamın kendisidir

Gitmeliydin, Kehlmann’ın ana temasını farklı bir tür aracılığıyla ele aldığı bir novella. Yazar bu sefer Gotik unsurları kullanarak bireyin çıkışsızlığını vurguluyor. Gündelik hayattan kopup, ıssız doğanın içinde ‘yapıt’ına yoğunlaşmayı isteyen ana karakterin, yaşamı boyunca içinde taşıdığı huzursuzluğa teslim oluşunu okuyoruz satırlar ilerledikçe.

Google Haberlere Abone ol

Bazı yazarlar tüm yazı serüvenleri boyunca belirli temaları kendilerine dert edinirler. Bu dert ediniş de onları bir arayışa iter. Kendimi en doğru nasıl ifade edebilirim? Arayışı mümkün kılan, yazarı farklı türlere, farklı kurgulara yönlendiren, yazara bir konfor alanı yaratmayan itki bu sorudur. Türkçede ciddi bir külliyatı oluşmaya başlamış Almanca edebiyatın önemli yeteneklerinden Daniel Kehlmann da derdinin peşine düşmüş, konfor alanlarını reddeden, oturmuş bir üsluba sahip olsa da farklı anlatım biçimleri ve türleri denemeye çalışan bir yazar olarak dikkat çekiyor.

Kehlmann’ın derdi toplum içinde kendini var etmenin olanaklarını sorgulamak. Bu yüzden her romanında yaşamında bulunduğu noktayı beğenmeyen karakterler yaratır. Bireysel bir çıkışsızlık gibi hissedilen bu durumun toplumsal bir araz olduğunu sezinleriz. Kehlmann’ın, neredeyse tüm roman kişileri kendini gerçekleştirme olanaklarını yakalayamadığı için mutsuzluğa yazgılıdır. Kendini gerçekleştirdiğini düşünenler ise telafi mekanizmalarının ağına düşmüş, toplumsal çarpıklıkları görmezden gelmeyi öğrenmiş, bu yüzden de benlikleri sakatlanmış kişilerdir. Her koşulda insanın bir bütünlükten bahsetmesinin olanaksızlığı vurgulanır. Kehlmann, hep aynı temanın etrafında dönüyor gibi gözükse de bu temanın farklı veçhelerini serimleme konusunda ısrarcı davranarak romanlarını derinleştirir. Kimi zaman küçük ayrıntılar, kimi zaman absürdün kıyısına yaklaşan saçmalıklar, kimi zaman mizahın ve ironinin yardımıyla kurulan atmosfer Kehlmann’ın kaleminin sınırda dolaşmasını sağlayarak, romanlarının tekdüzeleşmesini engeller.

GOTİĞE YENİ BİR BAKIŞ 

Yazarın Türkçeye geçtiğimiz günlerde çevrilen novellası Gitmeliydin’de de yaşamından hoşnutsuz ana karakteri göze çarpıyor. Kitap, yeni bir başlangıç yapmayı arzulayan bir senaristin defterine aldığı notlardan oluşuyor. Piyasa işi senaryolar yazan anlatıcı, hem büyük şehirden kaçabilmek hem senaryosuna yoğunlaşmak hem de ilişkisine yeni bir soluk katmak için bir dağ evi kiralar. Karısı Susanna ve kızı Esther ile vakit geçirecek, kendini sıkıştıran yapımcısını memnun edecek bir devam filmini kaleme almaya çalışacaktır. En azından planı budur ama zaman geçtikçe evin tekinsiz bir yer olduğu ortaya çıkar. Bilimsel normlara uymadığı anlaşılan, insanı korkunç rüyalarla baş başa bırakan ve içinde yaşanılan her an değiştiği hissedilen bu evde yeni bir başlangıç yapmanın olanaksız olduğunun farkına varır. Bunun yanında anlatıcının evliliğine dair sorgulamaları ve ortaya dökülen sırlar da planını hayata geçirmesini engelleyecektir.

Gitmeliydin, Daniel Kahlmann, çev: Ayça Sabuncuoğlu, 72 syf., Can Yayınları, 2019.

Gitmeliydin, Kehlmann’ın ana temasını farklı bir tür aracılığıyla ele aldığı bir novella. Yazar bu sefer Gotik unsurları kullanarak bireyin çıkışsızlığını vurguluyor. Gündelik hayattan kopup, ıssız doğanın içinde ‘yapıt’ına yoğunlaşmayı isteyen ana karakterin, yaşamı boyunca içinde taşıdığı huzursuzluğa teslim oluşunu okuyoruz satırlar ilerledikçe. Novellanın geçtiği ev, gotik tarzın pek çok özelliğini taşıyor. Bir tarafı uçurumlarla bir tarafı karanlık bir ormanla çevrilmiş, pencere açıldığında rüzgârın fısıltısından başka bir şeyin duyulmadığı, yürüdükçe bitmezmiş hissi veren koridorlara, her bakıldığında değişen odalara sahip bu mekânın 18. Yüzyıl şatolarını anımsattığını söyleyebiliriz. Bu ayrıntıların yanında romanın ilerleyen sayfalarında evin arsasında eskiden bir kulenin yükseldiğini ve kulenin de köy masallarda şeytan ya da bir büyücü tarafından yapıldığının anlatıldığını öğreniriz. Kehlmann gotiği klişelerini kullanarak doğaüstü ve tekinsiz bir atmosfer yaratmayı başarır. Ama bu sefer, yeni orta sınıf olan burjuvalardan ya da ayaktakımı olarak görülen işçilerden kaçan aristokratlar değildir romanın kahramanları. Tam da bugünün esnekliği, güvencesizliği ile hemhal olmuş, kazandığını düşündüğü her şeyi bir anda yitirebileceğini bilen, karakter aşınmasından muzdarip orta sınıftır.

KAYBETME KORKUSU

Kehlmann, gotiğin bu modern yorumuyla okurunu bir sorgulamaya davet ediyor. İyi bir evliliği, her ne kadar bir tıkanma yaşadığını hissetsek de iyi kazandığı bir işi olan anlatıcımızın bir türlü huzur bulamamasının sebeplerine odaklanmamızı istiyor yazar. Karısına da çocuğuna da tahammül edemeyen, en yakınında olanların bile her daim saldırısına maruz kalmış gibi hisseden, başardıklarından çok başaramadıklarına odaklanan, psikolojik olarak dengesini yitirmeye teşne birini okuyoruz sayfalar boyunca. Doğaüstü olaylarla tekinsizlik dozunun artışı ise toplumsal ve bireysel nedenlerin ortaya dökülmesine hizmet ediyor.

Sonuçta Kehlmann, bu kısacık anlatısında yine tüm yazı hayatı boyunca kovaladığı derdin peşine düştüğünü gösteriyor. Hem de her an basit bir hayalet hikâyesine dönüşebilecek bir anlatıyla başarıyor bunu. Sanki yazar şu cümleleri ısrarla kulağımıza fısıldıyor: Kimi zaman kendimizi gulyabanilerin, üç harflilerin arasında yaşıyormuşuz gibi hissetsek de asıl tekinsizliği modern yaşamın kendisi yaratır. Kendimize kaçacak sığınaklar yaratsak da baş başa kalacağımız cümle aynı kalacaktır: Gitmeliydin.