Cadılaştırma politikası, kadınlar ve bellek

Silvia Federici'nin 'Cadılar, Cadı Avı ve Kadınlar' kitabı Otonom Yayıncılık tarafından yayımlandı. Federici, okuru cadı avlarının tarihini ve mantığını, halen sürmesini sağlayan sayısız yöntemi ve kadına yönelik yeni şiddet biçimlerini anlamaya davet ederek, cadıların tarihinin sessizliğe gömülmesine izin vermiyor. Kitap, özellikle cadı avlarının günümüzde çeşitli biçimlerde nasıl devam ettiğini göstermesi, belleğin feminizmler ve direnişler açısından önemini kavramamız gerektiğini hatırlatması açısından oldukça kıymetli.

Google Haberlere Abone ol

Geçmişte yaşanana sahip çıkmak ona dair belleği korumak her konuda önemli olduğu gibi kadınların direnişinin de önemli parçası. Çünkü geçmiş sadece öğretici ve deneyiminden yararlanabileceğimize işaret etmiyor, aynı zamanda şimdide direnmenin imkânları üzerine de düşünmemizi sağlıyor. Neredeyse beş yüz yıl geçse de kadınların cadı söylemiyle, şeytanileştirilip yakılmasının hâlâ bize söylediği bir şeyler var. Ayrıca, dünyanın çeşitli bölgelerinde farklı söylemlerle bu pratiğin devam ettiğini düşünmemize sebep olacak epey gösterge mevcut.

Silvia Federici, "Caliban ve Cadı ‘Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim" adlı kitabında, 16. yüzyılın sonunda başlayan ve 17. yüzyılda şiddetlenen, binlerce kadının katledildiği, büyük cadı avını toplumsal ve ekonomik boyutuyla incelemiş ve kapitalizme geçiş sürecinde kadın bedeni üzerinden uygulanan politikaları deşifre etmişti. Bu önemliydi çünkü tarihsel anlamda kadına yönelik şiddetin nedenleri üzerine düşündürüyor, kadın korkusunun temelinde yatan politikaları gözler önüne seriyor ve bize kadın bedenine dair karanlık geçmişin orada bırakılmayacak kadar önemli olduğunu anımsatıyordu. Belleğin sağlam tutulup şiddete uğrayan, nefretle yok edilen kadınların sözünü devam ettirmenin onlara ve şimdiye borcumuz olduğunu söylüyordu.

GEÇMİŞİN ŞEYLEŞMESİNE MÜSAADE ETMEMEK İÇİN

Geçtiğimiz günlerde Otonom Yayıncılık tarafından, Bilge Tanrısever çevirisi ile basılan “Cadılar, Cadı Avı ve Kadınlar” adlı kitapta Federici, “Caliban ve Cadı ‘Kadın, Beden ve İlksel Birikim’” adlı kitabındaki söylemini pekiştiriyor ve günümüzde küreselleşme, kapitalizm, sömürgecilik politikaları nedeniyle cadı avlarının izini sürebileceğimiz uygulamaların devam ettirilmeye çalışıldığına dikkat çekiyor.

Federici, cadı avlarını kadın bedenine yönelik politikalarla birleştirerek tarihsel bir bağlama yerleştirirken, belleğin feminizm açısından ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor. Bugün tüketim kültürü tarafından da malzeme edilen cadılığa dair imgelerin, katledilmiş kadınlar açısından düşününce ne kadar acıtıcı olduğuna dikkat çekiyor. O günlerde yaşanan ve kadın bedenine yönelik politikalar ekseninde düşünüldüğünde hâlen etkisini sürdüren uygulamaların nesnelere dönüştürülerek, birer meta anlamı kazanmasını dert ediyor. Çünkü eğer geçmişe dair olanı asıl anlamının dışına çıkarıp, onun “şeyleşmesine” müsaade edersek, şimdide onun belleğinin bıraktığına ihanet etmiş oluruz. Bu nedenle Federici’ye katılmamak mümkün değil.

Federici, "Cadılar, Cadı Avı ve Kadınlar" kitabında yapmaya çalıştığını şöyle ifade ediyor: 'Caliban ve Cadı'daki bazı fikirleri ve bunların günümüzde tanıklık ettiğimiz kadına yönelik şiddetin artışıyla olan ilişkilerini yeniden gündeme getiren bu kitap, her toplumsal hareket için hayati olan soruları cevaplamaya çalışıyor. Bu söylediklerine ek olarak Federici, bize şu anımızda ne yapacağımıza dair ipuçları sunarken, nelerin gözden kaçırıldığına da dikkat etmemizi sağlıyor. Bu nedenle kadın bedenine yönelik olumsuz politikaların ve şiddetin arttığı bir dünyada, bu metin oldukça önemli bana kalırsa, hem geçmişe bakıp şimdiye dair düşünebilmek hem de katledilen binlerce kadının sözünü söylemeye, yakamadıkları cadıların torunlarıyız demeye devam etmek için.

KAPİTALİZMİN TARİHİNİ BAŞKA AÇIDAN OKUMAK

Federici, cadı avlarını yeniden konuşmamız gerektiğini düşünüyor, ona göre her ne kadar özellikle feminist araştırmacılar konuyu çeşitli bağlamlarda tartışsalar, tarihsel bir bağlama oturtmuş olsalar da hâlâ tartışılması gereken yönler var. Çünkü “tıpkı köle ticareti ve ‘Yeni Dünya’da yerli nüfusların yok edilişi gibi, cadı avlarının da modern kapitalist dünyanın yükselişine toplumsal süreçler kümesinin kesişiminde durduğu hâlâ kabul görmüş değil.” Bu nedenle kapitalizmin yükseliş sürecinde yaşanan bu karanlık olayların üzerinde durulması gerekiyor, cadı avları yazarın tartıştığı gibi kapitalizmin kadına yönelik politikalarının belirlenmesinde oldukça önemli bir yere sahip. Ayrıca bu bize Afrikalı köleler, Afrika ve Latin Amerika’nın mülksüzleştirilmiş köylüleri ve Kuzey Amerika’nın katledilmiş yerli nüfusu ile tıpkı onlar gibi on altı ve on yedinci yüzyıllarda ortak alanları elinden alınan, şeytanileştirilerek katledilen kadınlarla tarihsel bir ortaklık kurmanın yolunu açıyor ve kapitalizmin tarihini başka şekilde okumaya da olanak sağlıyor.

Cadılar, Cadı Avı ve Kadınlar, Silvia Federici, çev: Bilge Tanrısever, 120 syf., Otonom Yayınları, 2019.

ÇİTLEME, YOKSULLAŞTIRMA VE DAHASI

Cadılık suçlamalarının özellikle on beşinci yüz yılın sonunda İngiliz toprak çitlemeleriyle ilişkisini ortaya koymaya çalışan Federici, ortak mülkiyet ilişkilerinin sona ermesiyle bu suçlamaların artışı arasında paralel bir bağlantı olduğunu savunuyor. Çitlemeden, İngiltere’de toprak sahiplerinin ve varlıklı köylülerin ortak alanları çitle çevirmelerini ve böylece geleneksel olarak işleyen düzenin bozulmasını, buradan elde edilen gelirle hayatta kalanların dışlanmasını anlıyoruz. Çitleme sonucunda, toprak ticarileşiyor ve sadece zenginlerin hak elde edebildiği bir şeye dönüşüyor bu durum yoksulları özellikle de kadınları etkiliyor. Her ne kadar dönemin mahkeme kayıtlarında suçlanan kadınların mülksüzleşmenin kurbanı olduğundan bahsedilmese de cadı avlarının daha çok çitlemenin olduğu bölgelerde ortaya çıkmasının da söylediği çok şey var çünkü yazara göre. Ayrıca kronolojik değerlendirmelerinde gösterdiği önemli bilgiler var, Federici’ye göre; “bu değerlendirmeler, İngiltere’de on yedinci yüzyılda zirveye ulaşan cadı yargılamalarının on altıncı yüzyılda başladığını, ekonomik ve toplumsal ilişkilerin piyasanın artan önemi tarafından yeniden şekillendirildiğini, dahası yoksullaşma ve eşitsizliklerin artışının hızlandığı toplumlarda yargılamaların ortaya çıktığını” gösteriyor. Ve tüm bu gelişmeler en çok yaşlı, dul ve çocuğu olan kadınları etkiliyor. Çünkü böylece, örfi haklar ortadan kalkıyor, önceden dul ve yaşlı kadınların bakımı diğerleri tarafından sağlanırken, artık kendi kaderlerine terk ediliyorlar, paylaşım ve dayanışma kültürü yok ediliyor. Ayrıca Federici’ye göre, sadece yoksulluktan kaynaklı cadılık suçlamaları da konuyu açıklamamızda yetersiz kalıyor. Çünkü bu kadınlar yalnızca yoksulluğa değil aynı zamanda toplum tarafından dışlanmaya, hor görülmeye karşı da direniyorlar ki yine yazarın aktardığına göre onlara yönelik suçlamalar; “tarihçilerin sıklıkla kabul ettikleri gibi, onlara dava açanların yönelttiği suçlamalar kavgacı olmak, şom ağızlı olup komşular arasında sorun yaratmaktı.” Hem yoksullaştırılmaya hem de toplumun kendilerine yönelmiş gözüne karşı direnen kadınların öfkelenmesi ve hak talep etmesi kaçınılmaz ancak onların bu itirazı hayatta kalma çabası hoş görülmediği gibi cadılık söyleminin üretilmesinde de önemli pay sahibi oluyor ve kitapta yazar konuyu ayrıntılı olarak ele alıyor. Kadınları cadılıkla itham edilmelerinde dönemin yasaları, Avrupa’daki kadınlara dayatılan kadınlık modeliyle çelişen tavırlar, kilise ve ailenin biçimlenmesine yönelik politikalar da oldukça önemli bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca, kadınlar hakkında, “iffetsiz”, “evlilik dışı ilişki yaşayıp çocuk sahibi oluyorlar”, “uçkuru gevşek” gibi genel ahlâkçı söylemlerin ve özellikle yaşlı kadınların şifacı yönlerinin -bitkilerden yaptıkları ilaçlar onları büyücü olarak damgalamaya sebep oluyor- cadılık söylemini güçlendirdiğine tanık oluyoruz. Tüm bunlar kadınların cadılıkla suçlanmasında ve katledilmesinde önemli rol oynuyor ve maalesef cadı avları ile birlikte kilise ve devletten bağımsız ortaya çıkacak her bağımsız güç şeytanileştiriliyor, kadınlar arasındaki dayanışma da sekteye uğratılıyor, kadınlar bölünüyor ve kapitalist toplumda kadına ayrılan yer kabul edilmiş oluyor.

KAPİTALİST BEDEN İNŞASI

Kısacası, cadılaştırma politikası kapitalizmin kendi kadın bedenini inşa etmesinde işlevsel kılınıyor. Bu kurgu sayesinde kadına dair genel bir algı oluşuyor, onun kendine dair bilgisi elinden alınıyor, doğayla kurduğu dostane ilişki sonucu oluşan şifa belleği yok ediliyor, kadınlar arasındaki dayanışma sona erdirilmeye çalışılıyor çünkü cadılıkla suçlanan kadınlara uygulanan şiddet diğer kadınların korkmasına neden oluyor. Federici, az da olsa her şeye rağmen dayanışmaya çalışan kadınlar olduğundan bahsediyor ama maalesef yeterli olamıyor.

Cadı avlarıyla kadına ve ona dair olan bilgiye müdahale edilirken, her anlamda bir disipline etme çabası olduğu aşikâr. İş disiplini, aile kurumunun getirdiği disiplin, kadın bedeninin yalnızca erkeklerin ihtiyaçlarına indirgenmesi, kapitalizm için çalışacak yeni elemanlar doğuran bir makine anlamı kazanması, doğadaki bitki ve hayvanlarla kurulan ilişkinin aşınması, genel ahlâkçı biçimlemeler ve en önemlisi de belleğin yok edilişi cadı avlarının bizden aldıklarının ve dayattıklarının sadece bir kısmı. Sistemin tüm bunları gerçekleştirmek için kendisine karşı çıkan, özgürlükten yana tavır alan, yoksullaştırmaya, mülksüzleştirmeye karşı direnen kadınları cadılaştırması bugünlerde de çok sık önümüze gelen, şeytanileştirme, öcüleştirme ve suçlu ilan etme mantığının bir boyutu olarak karşımıza çıkıyor. Federici’nin aktardığı gibi: “Cadı kendi döneminin komünisti ve teröristiydi; onun bertaraf edilmesi için üzerine kapitalist iş disiplinini kuracağı yeni bir ‘öznellik’ ve cinsiyete dayalı bir iş bölümü yaratacak ‘medenileştirici’ bir dürtü gerekiyordu. Cadı avları Avrupa’daki kadınların onlara biçilen yeni toplumsal görevleri hakkında eğitmenin bir yoluydu.”

DEDİKODU KELİMESİNİN DEĞİŞEN ANLAMI

“Cadılar, Cadı Avı ve Kadınlar” kitabı pek çok konuya dikkat çekiyor. Bunlardan biri de dedikodunun önceden kadınlar arasında yakın arkadaşlığı anlatan bir kelime iken sonradan değişen anlamı. Federici, konuyu tarihsel bir bağlamda ele alıyor. Kadınlar arasındaki dostluğun ve dayanışmanın daha doğrusu kadınların ortak hareket etmesinin sistemi ve erkekleri nasıl telaşlandırdığını hatırlatıyor. Bu nedenle kendilerine itaat etmektense bir arada hoş vakit geçirmeyi tercih eden kadınlar arasına bir nifak sokma aracı olarak dedikodu kelimesinin anlamına nasıl müdahale edildiğini görmemizi sağlıyor. Yazar, farklı dönemlerden örneklerle tezini desteklerken bir yandan kadınların elinden alınan ortak deneyim paylaşımlarıyla ortaya çıkmış kendisine dair bilginin izini sürmeye çalışıyor. Çünkü kadınların kendilerince geliştirdikleri tedavi yöntemleri veya kadınlığa dair bilgilerin oluşturduğu belleği yok etmek çoğu zaman bu politikaların asıl amacı olarak ortaya çıkıyor. Burada bana kalırsa asıl mesele kadınların hâfızasını tahakküm altına alarak, kendi aralarında geliştirdikleri diyalogu ve ortak sözü yok etmek.

CADI AVLARI NASIL DEVAM EDİYOR?

Kitapta dikkat çekilen bir diğer konu da cadı avlarının, günümüzde yeni biçimlerle devam etmesi. Küreselleşme, sömürgeleştirme gibi farklı politik formlarla kadına yönelik şiddetin tekrar ivme kazanması bunu meşrulaştırmak için nasıl benzer söylemlere başvurulduğunu göstermesi bence bu kitabın önemli yanlarından. Federici, yine tarih içerisinde konunun izini sürüyor ve şimdiyle ilişkisini kuruyor. Şunu görüyoruz ki geçmişte olduğu gibi bugünlerde de kapitalizm kendisine karşı oluşan karşı çıkışları benzer söylemlerle bertaraf etmeye çalışıyor, sömürgeleştirme ve küreselleşme adı altında şiddet ve cadı avı başka biçimlerde devam ettiriliyor.

Sistem, mülksüzleştirilmeye direnme anlarında yalanlarına tekrar başvuruyor ve cadı avları pratiğini tekrar öne sürüyor. Metinde, özellikle Afrika üzerinden verilen güncel örnekler maalesef bahsettiklerimizin tarihin bir döneminde geçip gitmiş olaylar olmadığını tüm gerçekliğiyle önümüze koyuyor. Bu nedenle yazar metinde, bizi bu konuda insiyatif almaya, dayanışmaya, geçmişin belleğine sahip çıkarak şimdide benzerlerinin yaşanmasına karşı direnmenin yollarını bulmaya çağırıyor.

Federici’nin, “Cadılar, Cadı Avı ve Kadınlar” adlı kitabının bana kalırsa her ayrıntısı önemli ve bir yazıya sığdırmak çok zor. Metin, özellikle cadı avlarının günümüzde çeşitli biçimlerde nasıl devam ettiğini göstermesi, belleğin feminizmler ve direnişler açısından önemini kavramamız gerektiğini hatırlatması açısından oldukça kıymetli. Çünkü yazarın cümleleriyle ifade edersek: “Cadı avlarının tarihini ve mantığını, günümüzde de sürmesini sağlayan sayısız yöntemi anlamak için çabalamak gerekiyor. Zira yalnızca hafızamızı güçlü tutarak bunun bize karşı kullanılmasını önleyebiliriz.”