Doğada kimse üstün değil!

Nergis Seli'nin kaleme aldığı 'Rüzgârla Uçan Çocuk' Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Seli, bu ilk kitabında doğayı ele alarak 'üstünlük' kavramını tartışıyor.

Google Haberlere Abone ol

Yılmaz Murat Bilican

İnsanın bütün yapıp etmelerinin, doğaya kattıklarının bir toplamı olan ve toplumsal yapının en önemli ögesi sayılan kültür, yapısı gereği insanın doğaya karşı bir duruşudur aynı zamanda. Gökyüzünde bir yıldız, kumsalda savrulan kum tanesi, esen rüzgâr, ağaçlar, çiçekler, kuşlar gibi doğal bir varlık olan insan, yarattığı kültürle onlardan ayrılır. Toplumsal bir varlık olarak, diğer insanlarla bir arada yaşama olanaklarını inşa eder, insanlar arasındaki ilişkileri belirler, etkiler, düzenler; estetik, ahlaki, dinsel değerler yaratırken, aynı zamanda doğaya da müdahale eder, onu kendi yaşamını kolaylaştırmak amacıyla değiştirip, dönüştürür; dağları deler, yollar, köprüler yapar, binalar inşa eder.

'İNSANI ZİNCİRLEYEN KENDİ YARATTIĞI KÜLTÜRDEN BAŞKASI DEĞİLDİR'

Kültür, kuşaktan kuşağa aktarılarak aynı zamanda insanlık için muazzam bir birikim oluşturur. Bu birikim sayesinde yeryüzünü paylaştığımız diğer canlı türlerine karşı bir üstünlük elde eden insan, ne yazık ki elde ettiği bu avantajı her zaman barışçıl bir şekilde kullanmaz. Bugüne kadar yaşadığımız olumsuzluklar gösterdi ki, insanın uygarlık olarak gösterdiği gelişme hem gezegenimize, hem kendi dünyası dışındaki canlı türlerine hem de kendi türüne karşı dehşet verici sonuçlar doğurabilmektedir. Sanayileşmeyle başlayıp günümüze kadar gelen ve devam eden süreç bu sonuçları bize gösteren örneklerle doludur. Çevre sorunlarının gezegenimizdeki hayatın insan da içinde olmak üzere bütün türler için yok olma noktasına gelmiş olması, sürmekte olan savaşlar, soykırımlar, toplu katliamlar, açlık, kölelik, ırk ayrımı gibi sorunlar kuşkusuz insana bağlı, insan kaynaklı sorunlardır. Bugün insanlık, kendi varlığını tehdit edecek ölçüde yeryüzü için zararlı ve kontrolsüz çoğalan bir canlı türü olarak değerlendirilebilir. J.J. Rousseau’nun deyimiyle “İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.” İnsanı zincirleyen, kendisinden, kendi elleriyle yarattığı kültürden başkası değildir.

Doğal yaşam, ister aynı türden olsun ister farklı türlerden olsun inanılmaz bir çeşitliliğe sahiptir. Bu çeşitlilik içinde sadece insan kendine “üstün”, “seçilmiş” olma rolünü biçer. Bu rolün kendi türüne yansıması ise farklı olana karşı ayrımcılık olarak kendini gösterir. Ayrımcılık, yok etmeye kadar giden yolun başındaki temel kötülüktür ve önce farklı olanı hedef alır. Bu farklılık, bazen farklı bir düşünceden, farklı dış görünüşten, inançtan, dilden, cinsel yönelimden ya da farklı bir renkten kaynaklanıyor olabilir.

Nergis Seli

Nergis Seli’nin geçtiğimiz haftalarda Yapı Kredi Yayınları tarafından ikinci baskısı yapılan “Rüzgârla Uçan Çocuk” adlı kitabı, tam da bu konuları etkileyici bir dille anlatan ustaca yazılmış bir çocuk kitabı.

Kitabın kahramanı olan çocuğun bir adı yok, adının bir önemi de yok. O’nun adı, “Rüzgârla Uçan Çocuk”, “Çokça zayıf, sanki kâğıttan bir çocuk. Rüzgâra çıksa uçurtma gibi havalanacak sanırsın.“ O’nun farklılığı “çokça zayıf” olmasından değil de, saçından, renginden, dilinden, huyundan da kaynaklanıyor olabilirdi. Sorun, bu nedenle kendisiyle alay edilebilir, dışlanabilir, itilip kakılabilir, incitilebilir olması. Annesi bu nedenle kaygılı, 'Rüzgârla Uçan Çocuk' diğer çocuklar gibi olabilecek mi, onların arasına katılabilecek mi, onlarla gülüp oynayabilecek mi? O, ne yazık ki, tehlike altında ve korunması gerekiyor. Bu kaygıyla hazırlıklar yapılıyor, daha rahat edilebileceği düşüncesiyle başka bir yere bile taşınılıyor fakat nafile, kısa sürede anne kaygılarında haklı çıkıyor, Rüzgârla Uçan Çocuk diğer çocuklar tarafından alay konusu ediliyor, dışlanıyor. Annesinin onu yerde tutsun diye yapıp beline bağladığı demir kemer de işe yaramıyor, çocuklar bununla da dalga geçmekte geç kalmıyorlar.

Rüzgarla Yçan Çocuk, Nergis Seli, 52 syf, Yapı Kredi Yayınları, 2018.

'BU YOLCULUK AYNI ZAMANDA BİR KURTULUŞ'

Sonunda beklenen oluyor ve bir gün rüzgâr kahramanımızı “sana buralarda yer yok” dercesine kaptığı gibi havalandırıp götürüyor, e haksız da sayılmaz doğrusu. Böylece Rüzgârla Uçan Çocuk için korku ve heyecan dolu bir yolculuk başlamış oluyor, bu yolculuk aynı zamanda bir kurtuluş onun için. Öyle ki, sonunda hem kendini hem doğayı tanıyor, kendisiyle barışmış ve güçlenmiş olarak yaşadığı yere geri dönüyor. Hem de kimse onunla alay etmiyor artık.

Rüzgâr O’nu, farklılıkların sorun olmadığı, herkesin bir başkasını olduğu gibi kabul ettiği yere, doğanın kucağına bırakıyor. Doğada hiçbir varlık bir diğerini dışlamıyor, farklı olmasından dolayı yargılamıyor, her türlü varlığın olduğu gibi kabul edildiği sonsuz bir çeşitlilik dünyası orası.

Rüzgârla Uçan Çocuk’un doğanın kucağındaki ilk durağı dev bir ağacın dalları, ilk dersini de 250 yaşındaki bu ağaçtan alıyor: “Bırak kendini rüzgâra” diyor. “Rüzgârın nereden eseceği belli olmaz! Arama onu boşuna, sen bırak kendini rüzgâra.” Sonrasında bir kartalla uçup, gökyüzünü evi bellemiş bulutlarla sohbet ediyor. Yeni durumundan oldukça hoşnut olsa da yine de evine dönmek istiyor.

“Çok korkardım rüzgârdan, beni alıp uçurmasından. Yalan değil, alıştım iyice. Şimdi mutluyum bile gökyüzünde; ama annem merak eder, evime dönmeliyim bir şekilde!” diyor buluta. Yağmurla birlikte dağların tepesine yağıyor, kendisinin de bir parçası olduğu doğada kendini yeniden buluyor adeta. “Bu yolculukla pek çok şeye şahit olmuş ve anlamış ki doğa onun gerçek dostuymuş!”

'FARKLI OLMAK HİÇ DE KÖTÜ DEĞİLMİŞ'

Sonunda, onu evinden koparan rüzgâr yine evine geri getiriyor. Rüzgâr ve doğayla barışan çocuk aslında kendisiyle barışıyor bir bakıma, evine döndüğünde yepyeni bir çocuk oluyor, artık ne rüzgârdan ne de uçup gitmekten korkuyor. Üstelik diğer çocuklar, onun yaşadığı macerayı anlatması için merakla etrafını sarıyorlar. “Anlamış ki artık yalnız değilmiş. Farklı olmak hiç de kötü değilmiş. Anlatacakmış herkese başından geçenleri. Bu güzel hikâyeyi… İşte böyle olmuş! Rüzgârla uçan çocuk bu yolculukla kendini bulmuş! Bazen yerde görülmüş, çoğu zaman gökyüzünde...”