'Askerî kültür' ışığında 1930'ların Türkiye ve Almanya'sı

Tarihçi Emre Sencer'in kaleme aldığı "Ordu ve Millet- 1930'larda Almanya ve Türkiye'de Askerî Kültür" İletişim Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Almanya ve Türkiye üzerinden askerî kültürün ulusötesi karakteristiklerinin çözümlenmesini amaçlayan yazar, dönemin arşiv malzemelerini, askerî dergilerini birincil kaynak olarak kullanarak, Birinci Dünya Savaşı’nın asker cephesinden yansımalarını ve bunun sivil-asker ilişkileri üzerindeki dönüştürücü etkisini detaylı bir şekilde anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

Ceren Coşkun

DUVAR - Dünya tarihi kayıt altına alınmaya başlandığından beri sayısız savaşlara sahne olmuştur. Savaş kavramı her ne kadar kendi doğası gereği yıkıcı anlamlar ifade etse de Birinci Dünya Savaşı’na kadar yapılmış olan hiçbir savaş toplumları; sosyo-kültürel, ekonomik, siyasi ve askeri yönden dönüştürecek kadar yıkıcı güce sahip olmamıştır. Bu yıkıcı güç, Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıkan Almanya ve Türkiye’nin iki savaş arası dönemde kendilerini askeri kültür üzerinden yapılandırmasına sebep olmuştur.

Tarihçi Emre Sencer, İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabında İkinci Dünya Savaşı öncesi on yıllık dönemde Almanya ve Türkiye’de yaşanan gelişmelerin karşılıklı analizini yapıyor ve "Dünya Savaşları Çağı (1914-1945)" olarak adlandırılan dönemdeki sivil-asker ilişkilerine odaklanıyor. Almanya ve Türkiye üzerinden askerî kültürün ulusötesi karakteristiklerinin çözümlenmesini amaçlayan yazar, dönemin arşiv malzemelerini, askerî dergilerini birincil kaynak olarak kullanarak, Birinci Dünya Savaşı’nın asker cephesinden yansımalarını ve bunun sivil-asker ilişkileri üzerindeki dönüştürücü etkisini detaylı bir şekilde anlatıyor. Ekonomik ve siyasi anlamda etki kapasitesine sahip olduğu için Büyük Bunalım’ın gerçekleştiği 1920’lerin sonlarından itibaren başlatılan bu çalışma, “Geçmiş”, “Millet”, “Siyaset” ve “Düşmanlar ve Savaş” bölümleriyle Almanya ve Türkiye’nin kendisine özgü sebeplerle militaristleşme sürecini gözler önüne seriyor.

Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı şok ve kafa karışıklığı her iki ülke de travma yaratırken, yenilmiş ülke psikolojisi geçmiş zaman başarılarına duyulan özlemle birleşince tarihsel algının değişmesiyle ve tarih eğitiminin her iki ülkede de çarpıtılmasıyla sonuçlanıyor. Nitekim Versailles Antlaşması’nın şartlarının zorluğundan bahsedilerek desteklenen savaş fikri ve Alman askerî kadrolarının savaşı meşrulaştırma isteği, sorumluluğun -dönemin subay kadroları ve askerî basını tarafından- Weimar Cumhuriyeti yöneticilerine yüklenmesine yol açmıştır. Askerî basın, milliyetçi bir retorikle, Wilhelm İmparatorluğu’nun başarılarını ön plana çıkarmış, Weimar Cumhuriyeti’ni Alman ulusunun ayağına vurulmuş pranga olarak yansıtmıştır.

Ordu ve Millet
1930'larda Almanya ve Türkiye'de Askerî Kültür,
Emre Sencer, syf. 286, İletişim Yayınları, 2018.

Türkiye Cumhuriyeti ise savaş sonrası yeni kurulmuş ulus-devleti sağlam temellere dayandırma isteğiyle tarihsel algıyı bozmuş, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihteki rolünü indirgemeci bir üslupla işleyip soy ağacını Hun İmparatorluğu’na kadar götürmüştür. Mete Han’dan Atatürk’e kadar uzanan tarihsel bir hattın oluşturulmasıyla da ulus-devletin askerî ve milliyetçi özellikleri sık sık vurgulanmış, bu da ordu ve millet arasında organik olduğu sanılan bağın tesis edilmesine neden olmuştur. Her iki ülkenin de geçmişiyle kurmuş olduğu çelişkili ilişkide, ordunun kendisini ulusal birliğin daimi temsilcisi ve garantörü olarak gördüğünü söylemek yerinde bir tespit olur.

Almanya’da asker kadroları iki savaş arası dönemi, meşruiyetini sorguladıkları Weimer Cumhuriyet’ine hizmet ederek geçirmişlerdir. Yeteri kadar teknik, askerî ve endüstriyel uzmanlığa sahip olan subaylar, savunma basının da katkılarıyla Weimer’a karşı duruş sergilemişlerdir. Nazi hareketinin yükselişe geçmesi ve Hitler’in Versailles sistemine yönelik revizyonist politikalar gütmesi de, askerlere ideal yönetime geçtiklerini düşündürtmüştü. Subay kadrolarının çoğu durumun ciddiyetini İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra fark etmişlerdi. Türkiye’de ise subay kadroları cumhuriyetin meşruluğunu sorgulama ihtiyacı hissetmemişlerdi. Mustafa Kemal’in önderliğinde kurulan cumhuriyet, yapısı gereği askerî unsurlar barındırdığı için 1920’lerin sonu ve 1930’ların başı itibariyle rejimle özdeşleşmişti. Dönemin belirgin bir özelliği olarak ordunun “manevi gücü” hususuna yapılan vurgunun sıklığı, endüstriyel ve askerî teçhizat yetersizliğinin psikolojik telafisinden başka bir şey değildi. Geleneksel savaş metotlarının Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra değiştiğini bilen subay kadroları, ordunun benzer bir savaşta dayanma kapasitesinin olduğunu ispat etmek ihtiyacındaydı.

Her iki ülkede de aslında askerî kültür ülkelerin kendi motivasyonları doğrultusunda dönüşüme uğramıştır. Almanya, cumhuriyeti reddedip askerî gücün aşırı kullanılmasına istekli biçimde katkıda bulunmuştur. Türkiye’de ise ordu, cumhuriyetin ve devrimlerin itici gücü olarak kendi resmî ideolojisi doğrultusunda, ülke içerisindeki diğer etnik kültürleri öteleme pahasına, oluşturduğu ulus-devlet düzeninde dilediği ölçüde söz sahibi olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananlar sonrasında ise Almanya’nın demokrasi kültürünü geliştirmeye yönelik attığı adımlar Türkiye’ye örnek olacak niteliktedir. İki ülkenin de 20. yüzyılın başındaki ve sonundaki durumları incelendiğinde aradaki fark oldukça şaşırtıcıdır. Bu da akıllara şu soruyu getirir: Askerî kültürün ve subay kadrolarının zihniyetinin, İkinci Dünya Savaşı’na kadar aynı olduğu Almanya ve Türkiye’nin demokratik gelişimleri nasıl bu kadar farklı olmuştur? Her iki ülkenin de askerî kültürünün geldiği nokta açısından oldukça ilginç olan bu durum, kitapta Sencer’in titizlikle yanıtlamaya çalıştığı konulardan biri...

Oldukça geniş bir literatür taraması yapılarak hazırlanan kitap 1930’lar Alman ve Türk askerî kültürünün karşılaştırmalı analizini ilk defa yapması bakımından değerli. Bunun yanı sıra iki savaş arası dönemin uluslararası ilişkilerini, bu ilişkilerin günümüz uluslararası sistemine olan etkilerini araştırmak ve bu alanda derinleşmek isteyen okurlar için referans niteliğinde…