Betül Dünder: Okumak en sahici eylem

Betül Dünder'le son kitabı Unutmanın Kısa Tarihi üzerine konuştuk. Dünder, "Zihnimi dürtecek, imgeler çıkaracağım kitaplar peşindeyim" diyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Şair kadınların yayımlanan şiirleri, kitapları gösteriyor ki aslında her kadının içinde bir şair var. Yayımlananlar, görülenler, bilinenler aysbergin ucu sanki. Hâlâ, şair kadınların, içi şiirle dolu kadınların ancak küçük, ama çok küçük bir bölümü kamusal alanda sözünü şiir olarak dile getirebiliyor. Bunun değişik nedenleri var tabii. Öte yandan şair kadınların, sözünü şiir olarak söyleyen kadınların, sayıları az da olsa varlığı, susanların, hiç konuşmayanların da şirin diliyle konuşabileceğine yönelik işaret olarak görülebilir. Bu da umutlu olmak için önemli bir neden sayılır. Betül Dünder şiir yazmaya değil de şiir yayımlamaya doksanların sonunda başlamış bir şair kadın.

Şiir yazmaya çok daha erken yaşlarda başladığını da belirtelim. Eğer ikibinli yılların şiirinden ve şairlerinden söz edeceksek Dünder, bu dönemde öne çıkan isimlerden biri. Çünkü ikibinli yıllar, onun şiir anlayışının oluştuğu, poetikasını belirlediği, eğilimini, yönelimini netleştirip geliştirdiği ve şair kimliğinin ön plana çıktığı dönem olmuş. Ama aynı zamanda bu döneme şiirini, sesini, biçimini, biçemini, daha da önemlisi sorunlaştırdığı “derdini” yansıtarak temas etmiş. O temastan kalan izin önemi hiç kuşkusuz gelecek zamanlarda daha iyi anlaşılacaktır. Betül Dünder’in ilk kitabı 2005’te yayımlanan “Ayna Yorgunluğu” olmuş. 2013’te ikinci kitabı “Başka Dünyalar İçinde” yayımlanmış. Dünder’le yeni çıkan üçüncü kitabı “Unutmamın Kısa Tarihi” odağında şiiri, çocukluğundan gençliğine, daha sonraki yıllarından bugüne gelen şairlik serüvenini, birey olarak kadın olmayı, şair kadın olmayı konuştuk.

Betül Dünder

'KÜTÜPHANE MÜDAVİMİYİM'

Modern Türkçe şiirin tarihi ve yapısı itibarıyla erkek egemen bir geleneği ve eril bir dili olduğunu söyleyebiliriz. Son yıllarda bu değişiyor. Şair kadınlar şiirin hem yapısını, hem dilini hem de ortamını değiştiriyorlar. Ancak hâlâ kadın şair olmanın ne denli zor bir süreç olduğunu gözlemliyoruz. Bu durumda; koşullara ve zorluklara rağmen neden şair oldunuz sorusu da var. Ama bunu sormayacağım, ancak isterseniz sorulmuş gibi yanıtlayın… Ben, nasıl şair oldunuz diye sormak istiyorum?

Üsküdar Çiçekçi-Selimiye hattında geçti çocukluğum. Askeri darbe olmuş; evimiz Selimiye Kışlası’nın 50 metre ötesinde. Annem babam çalışıyor. Sekiz yaşından beri kardeşim yok, anahtarım var. Onlar işten gelene kadar evin tam karşısında bulunan Selimiye Halk Kütüphanesi’nin müdavimiyim. Orası benim hayatımı, hayallerimi ve bugünkü gerçeğimi belirleyen mekân. “Koşullara ve zorluklara rağmen neden şair oldunuz” sorusu, şair kadın olmanın zorluğuna dair olsa da benim zorum çok önceden başlamış. Tek başınalık. Monologlar. Kütüphanede büyüyorum. Okumak en sahici eylem. Kütüphane iki katlı. Alt kat ilkokulda okuyanlara ayrılan bölüm. Aşağıda ne kadar çocuk kitabı var okumuşum, gözüm yukarı katta. Kütüphane müdiresi okuldaki sınıf öğretmenimden bana daha fazla hâkim. Yoklama alıyor benden. Aileme rapor ediyor kütüphane zamanımı. Ve yukarı kata çıkmak için verdiğim mücadeleyi de bildiriyor. Ansiklopedi zamanları; beni cezbediyor o kalın ciltli kitaplar. Bundan haberdar olunca evi ansiklopedilerle doldurmuşlardı. Ana Britanica, Meydan Larousse vs…

Düşlediğim hazzı vermedi o ansiklopediler. Didaktik bulmuş olmalıyım; ben zihnimi dürtecek, imgeler çıkaracağım kitaplar peşindeyim. Dramatik yapıyı fark edecek kadar seçiciyim ilkokul bittiğinde. Okumak yalnızlığımı giderirken tekliğimi güçlendiriyor. Bunu fark ettiğimde okuduklarım gibi yazabileceğimi de anlıyorum. İlk “şiirimsiler” sevdiğim kişilere. Duygumu, durumumu anlatmak için öyküye yönelmedim hiç. Gün boyu kendime konuşmanın, o sessizliğin, monologların acısını çıkarırcasına anlatır, anlatır, çok konuşurdum muhatap bulunca. Kendi sesimi duymak iyi gelirdi. Hâlâ da öyle. “Neden şair oldum” sorusunun cevabını burada ararım. Daha çok kitaplardan yüzüme doğru konuşanlarla arkadaşlık etiğim bir çocukluk geçirince yazmak dışında ne yapacaktım ki! Karar vermem de çok uzun sürmedi. Öyle bir gündü herhalde şair oldum!

Yine de yazmak konusunda o kadar ısrarlı olduğumun farkında değildim. O sebeple hayatıma tanık olanları kendim kadar şaşırtmadım. Sadece daha çok, daha çok yazacağımı sandılar. Bense o kadar çok okumuştum ki yazmaktan çekinir oldum. Yavaş hareket ettim, bütün telaşlı ömrüme rağmen. Yazacaklarımın boğazıma yapışmasını bekledim. Beni ikna etmelerini istedim. 2002 yılına kadar yazdım, söyledim, oynadım… Üniversite yıllarının bereketi. Tiyatrodan devam edeceğim zannettim. Ankara Dramaturji’ye hazırdım; Sevda Şener, Metin And henüz hayattaydı, ben Eskişehir’den oraya gidecektim; dil sınavında 67 yetmedi. O üç soru benim hayatımdaki kelebek etkisidir işte. O gün makas değişti… Sonra İstanbul’u denerim dedim. “99 Depremi!” Dayanışma Gönüllülerinden biri olarak Bekirpaşa’da geçen aylar…Orada devlete öğretmen atandığımın haberi geldi. 20 yıl bitiyor nerdeyse eğitimci olarak.

Farkındayım, şair oluşumla ilgili bir şey yok bu anlatıda. Gerçekten yok mu? Beşiktaş’ta “tuhaf bir evde” biriken şiirleri Varlık dergisine götürmem belki ilk hamlem. Işıklar içinde uyusun; Enver Ercan’ın telaşlı halime bakıp “Nerden geliyorsunuz“ sorusuna, “tuhaf bir evden“ yanıtı vererek dosyamı bırakıp yok olmuştum. Sonrası; Yaşar Nabi’de “dikkate değer” bulununca Arkadaş Zekai Özger’e gönderdiğim dosyam. 2005 “Ayna Yorgunluğu”nun Mayıs yayınlarından “Jüri Özel Ödülü” vesilesiyle çıkışı. Bunlar biraz da Cemal Süreya’nın deyişiyle “şairi şairler şair yapar” kısmı belki de. Siz bana “neden ve nasıl”ı sordunuz. Ben “ben”i söyledim. Onun içinde bir şair varsa onu ben diyemem.

“Unutmanın Kısa Tarihi”nde “Zamanın Yitiği” ve “Periler de Ölür” ara başlıklarından oluşan iki bölümde toplam yirmi şiir var. Bir önceki kitapla “Unutmanın Kısa Tarihi”ne kadar geçen süreye bakarak arada beş yıl var. Kitaptaki şiirler bu beş yıla yayılan dönemde mi, yoksa daha kısa bir zaman aralığında mı oluştu?

Haklısınız. “Başka Dünyalar İçinde”den sonra yeni kitabın çıkışı beş seneyi buldu. Bu zaman zarfında, kitabın dışında kalan belki bir bu kadar şiir daha yazdım. Ancak benim için burada olması gerekenler bu kadar/dı. Bu şiirler de bir ikisi dışında bir bir buçuk senenin şiirleri diyebilirim. Karacaoğlan’ın ağzıyla dersek “Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm” kitabı bu benim için.

'TOPLUMSAL BELLEĞİN KARA YAZISINA İTİRAZDIR'

Tarih bir kayıttır sonuçta. Siz bu kaydı ne için, kim için tutmaya yöneldiniz? “Unutmak için hatırlamak gerekir” dizesine yaslanarak soracağım: “Unutmanın Kısa Tarihi” kimin tarihi?

Haida yerlilerinin “şiir okumak” ve “nefes almak” için aynı fiili kullandıklarını öğrendiğimde; yazdıklarımın hem beni hem de okuru nefessiz bırakmayacak kadar sahici olmasını istedim. Ben teklik-çoğulluk arasında gidip gelmelerin; kaybolup yitmelerin ancak yeniden dirilmenin kaydını tutmuş olabilirim. Alıntıladığınız dize bu döngüde bilinci açık olan öznenin iradesinin beyanıdır aynı zamanda. O kadar yıkıcıdır ki zamanın içinde duranlar, unutmaktan söz açmak bile ağırlaştıracaktır kalbimizi. Sonuçta “Unutmanın Kısa Tarihi” hem kendi tarihini yeniden yazanların hem de toplumsal belleğin kara yazısına bir itirazdır da.

Daha açık diyeyim, bu kitap bilincimi yitirme denemesi. Ben olmadan yazma çabası belki. Spivak’ın madunlarından biriymişçesine. Başka bir dilin, belki bir kekemelikle aslında özde kendi yasını bitirebilmek için, tekil görünümlü bir çoğulluğun tarihini söyleme arzusu. Bunu isterken de yazılan her sözcükte bir ölüyü diriltmenin, bir ayrılığı sağaltmanın çaresini, şifasını aramış olabilirim. Benim için bu süreçte; zorbalığın yakından uzağa hırpaladığı onca şeyin arasında, unutmaya da direnmek içindi yazmak. O yüzden önce kendimi bilincimi yıkarak, yanlışı doğru yaparak, yaşadığımın sosyolojisini yeni bir bellekte toplamalı, elemeliydim kalanları. Mesele unutmak değil yani, ansızın hatırlamak! Sana can olanı, seni candan edeni, senin can verdiklerini… Bu kaydı kim için mi tuttum? Emzirdiğim iki oğul için desem… değil; içimde bir anafor gibi duran Peri’m için desem… değil; hayata diklenen kadınlar/ kız kardeşlerim için desem… değil… ya da bunların hepsi için?.. Gerçek şu ki bu kitabı kendime yazdım. Çünkü bir gün her şeyi unutacağım.

Kitapta yer alan şiirlerinizde yinelediğiniz ve belli ki sembolik anlam da yüklediğiniz “haziran” sizin için önemli görünüyor. Nedir haziran, neden önemli?

Türkiye siyasal tarihi bir “Haziran defteri” gibi. 1970’teki 15-16 Haziran işçi direnişinden,Gezi’ye, muhalif bir aydır takvimde. Öte yandan Nâzım’ın, Ahmed Arif’in silüetini taşır. Hasan Hüseyin’in “Haziranda Ölmek Zor”udur biraz da. Orhan Kemal’in ölümü üzerine yazsa da bu şiiri, şu dizelerle Nâzım’ı da selamlar şair: “yıllar var ki ter içinde / taşıdım ben bu yükü / bıraktım acının alkışlarına / 3 haziran ’63’ü”… Sonrasında Grup Yorum’un sesinden bize ulaşır, İçimizi dolaşmaya devam eder her haziranda. Bunun dışında haziran benim için Doğan Ergül’dür çokça. 38 yaşında gitti Doğan, “Güzü İnciten Yara” gibi gitti. Şair dostumuzdu, hepimizin. Onun yazdıklarını okudukça zihnim yokuş aşağı yuvarlanırdı, birçoğumuzun hissettiği. Kadir (Aydemir) Yitikülke Yayınları’ndan Doğan’ın iki şiir kitabını birleştirerek yayımladı. “sabahı tanıdım/ öğleyi ve akşamı/ yorgun atların gözünde” diyen şairi tanısınlar, unutmasınlar isterim. Haziran böyle bir çekmecedir işte belleğimde. Unutmamak için açık bırakılmış…

Unutmanın Kısa Tarihi, Betül Dünder, Yitik Ülke Yayınları, 2018.

'ÇOCUKLUĞUN ZAMANI GECE DURUR'

“Şair kadının anne olarak portresi”ni çizen bir dizenin altını çizdim kitapta. “oğlanlar uyumuş gece dünyaya kalacak”. Şairliğiniz ve şiir, “gece dünyaya kaldığında” mı başlıyor? Bu dize aslında şair kadınlar kadar kadınların da günlük yaşam pratiğine ilişkin çok şey söylemekte. Bu konuda ne söylersiniz?

Geceden başlayalım. O bütün büyücülerin, efsunluların, dert tutmuşların, aşk yüklülerin karanlığı, kovuğu… Tensel olanın, gövdede alev alanın, tutkunun zamanı olmazsa da, geceye tahvil edilmiş olanlara baktığınızda; hırlının hırsızın, tekinsiz olanın, arlanmaz uslanmazın ve arzuların peşinde koşanın karanlığıdır gece. Dünya size başka bir şeyler vaat eder gecede. O sebeple ben de gecenin beni ele geçirmesine izin vermeden kendi karanlık zamanımı tasarlarım. Çocukluğun zamanı gece durur çünkü. Orası yetişkinlerin, büyümüşlerin alanıdır. Ben o alanı çoğunluk yazarak geçireceğim biçimde tasarlamaya mecburumdur. Okumak için de, yazmak için de beni o ruh haline taşıyacak mekâna ve tekliğe ihtiyacım vardır çünkü. Üstelik hayat yükü paylaştığımızdan fazlayken... Ertelenmiş zamanların, aklımdan uçup gitmiş dizelerin kalıntıları ile yazıyorumdur biraz da bu yüzden.

Çünkü hep şuna inandım; Hiçbir şiir, bir çocuğun sizinle paylaşmak istediklerinden daha kıymetli değildir. O sebeple, Spinoza okumalarının arasına masallar, tregedyaların arasına çocuklar için felsefe kitapları girip çıkmakta zamanlı zamansız. O sebeple, oğlanların uykusu onları büyütürken beni dinlendirir… Öncelik hep onlarındır. Bir örnek size: “Konuşmalar Kitabı“ yayımlandığında Açık Radyo’ya söyleşmeye gidiyorum. Ispanaklı böreği yapıp, arabanın patlak tekerini yamalatıp öyle yola çıktıydım. Daha nice yaşanmışlık var.

Şair/yazar kadınların hepsinden bu anıları toplasanız ne kadar mucize hayatlar çıkacaktır. On sene önce Poyraz’ın ve 17 ay sonrasında Kuzey’in ömrüme dahil oluşu, “tek olma haline” de bir karşı koyuştu. Bu varoluşsal bir süreç olduğu kadar onlarla yenilenen bir ömür. Şair kadınların, çocuklarını kendileri büyütenlerin benzer deneyimler yaşadığını biliyorum. Şiirlerinde, günlüklerinde o didinmenin, başı öne eğmemenin, o güzelim hayatların dizeleri, cümleleri gözümüzün önünde.

Ben de tekbaşınalığın, üçbaşınalık halinde süregelişini yaşıyorum oğullarla… Sonuçta kaç tane çocuğunuzun olduğunun da bir anlamı yok, çünkü ilkinde “anne” oluyorsunuz. Sonra yine anne… Yine anne… Ama hep ilk ‘annelik’ yaşıyor sizinle. Yazmak ve anne olmak? Poyraz’ı canımda taşırken yüksek lisansa başladımdı, Kuzey geldiğinde ise bir yandan tezimi yazıyordum. Çoğalmıştım. Her anlamda. Çocuklar yakından bakınca güzel, birbirlerine bakınca daha daha güzeller! Onların kardeşliği benim kendi çocukluğumda yarım kalan bir şiirim, tamamladığım. Bu serüven şiirsiz izlenebilir miydi? Belki… Eskiden şiire gittiğim zamanlar olurken, onların varlığıyla sarmalanmış zamanlarımda kimi zaman şiirlerin bana koşarak geldiği de oluyor. Acırken, acırken bir anda insan olan bir güzellik: Onlar ve şiir. Bunun dışında kalan hiçbir kutsalım yok. Anneliğin erkekler tarafından tıkıştırıldığı yerden nüksetmiyor üstelik benim anneliğim, onlar da böyle bir kadınla yaşamanın yorgunu olacaklar belki… İki oğlan bir kedi hanenin içi. Nasıl derler, her şey olması gerektiği gibi…

'ÜZGÜN OLMAKTANSA ÖFKELİ OLMAYI YEĞLERİM'

“bir dağ aslanı olabilirdi gövdemle gölgem arasında sıkışan / kendini inkar sevgisini tarumar etmeseydi eğer” dizesinden yola çıkarak soracağım. “Unutmanın Kısa Tarihi” bir hayal kırıklığı kitabı olarak da okunabilir mi? Bu yorumu nasıl değerlendirirsiniz?

Hayal kırıklığı mı? Böylesini hayal etmemiştim ki kırılayım. Sizin de çok iyi bildiğinizi tahmin ettiğim devrimci bir kadının, Ulrike Meinhof’un cümlesiyle diyeyim bir de; “üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim!”... Hayal kırıklığı olarak kitabın bir dokusu oluşmuşsa bunu sadece “öfke kontrolü”mün başarısına sayabilirim. Nitekim uzun zaman önceydi, içime doğru bağırmayı öğrendim.

BU AYIN DERGİLERİ

Yeni e’nin mayıs 2018 sayısı çıktı

Derginin yeni sayısında okurlarına bir sürprizi var. Yeni e Hegel’den bir şiire yer vererek okurlarına sürpriz yapıyor. Türkçede ilk defa şiiri yayımlanan Hegel’in sevgilisine yazdığı şiiri Sevi Emek Önder çevirmiş. Dergide yer alan Huey Newton’un şiirini Mahir Ergun, Kenneth Patchen’in şiirini Tamer Gülbek Türkçeye kazandırmış. Engels’in de severek okuduğu Georg Weerth’in bir şiirini ise Mehmet Mutlu çevirmiş. Gülsüm Cengiz, Oya Uysal, Tuğrul Keskin, Yiğit Kerim Arslan ve Gökhan Taner Günsan da Yeni e’nin Mayıs 2018 tarihli sayısında şiirleriyle yer alan şairler.

Kitap-lık’ın son sayısı

Yapı Kredi Yayınları’nın iki aylık edebiyat dergisi Kitap-lık’ın Mayıs Haziran 2018 tarihli 197. sayısı okurlarla buluştu. Derginin bu sayısında şiirleriyle yer alan isimler şunlar: Ülkü Tamer, Nihat Ziyalan, Yüksel Pazarkaya, Mehmet Mümtaz Tuzcu, Mehmet Yaşın, Orhan Kâhyaoğlu, Asuman Susam, Melih Elhan, Soner Demirbaş ve Oğulcan Kütük.

KISA.. KISA..

Liseler arası şiir yazma yarışması

Çanakkale Fen Lisesi “Şiirimiz Mor Külhanidir” şiarıyla Çanakkale genelinde liseler arası “Ece Ayhan şiir yazma yarışması” düzenliyor. Yarışmaya Çanakkale’deki lise öğrencileri katılabilecek. Son başvuru tarihi 13 Mayıs olan yarışmanın ödül töreni ve şiirlerin sunumu 18 Mayıs 2018’de gerçekleştirilecek.