Jale Sancak: Kadın özgürlüğünü isteyenler, bir elin parmakları kadar!

Jale Sancak’ın son kitabı “Uyanan Güzel”, Hep Kitap etiketiyle okur karşısında. “Uyanan Güzel”, 40’larını geride bırakmış, çok kırılmış ve vazgeçmiş bir kadın olan Vahide’nin yeniden sevmeyi, direnmeyi ve kendini keşfedişinin öyküsü. Jale Sancak’la Vahide’nin uyanışını ve bizlerin uyanış ihtimalini konuştuk...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Kitaptaki Vahide, hepimizin terzisi. Vahide, hepimizin teyzesi. Vahide, hepimizin annesi, ablası. Vahide, hepimiz kadar korkmuş, kaçmış, sinmiş, sevmiş. Vahide, hepimiz kadar aşık ve hepimiz kadar cesur. Vahide, tüm kavgalarımızın ve mücadelemizin toplamı. Ve Jale Sancak’ın son romanı “Uyanan Güzel”in biricik kahramanı, Sancak’ın ‘uyanan güzeli’.

Vahide, 40’larını geride bırakmış, çok kırılmış, çok incinmiş fakat küsmemiş bir kadın. Gençliği bir kadının hayatı üzerinde hak iddia etmeyi kendine hak görmüş iki iktidar; babası ve devlet tarafından karartılmış; omzuna 80’lerden aldığı yüklerle bugüne dek gelmiş, kendini arkasından kilitlediği kapıların arkasına saklamış bir kadın. “Uyanan Güzel” ise defteri çoktan kapattığını sanırken ‘uyanan’ yeniden direnmeyi ve aşık olmayı hatırlayan, hayata dönen bu kadının hikâyesi.

Kitap, böylesine duygusal görünen öyküsünün altında memleketin ciğerlerinde kronikleşmiş dikta hastalığını ve şehirlerin can çekişmesini dert edinen, eksenini bu gerçeklerin etrafında belirleyen bir kitap. Anahtar kelimeleri ise “Affetmek, kabullenmek, baş kaldırmak ve sevmek” olarak belirlenebilir. Jale Sancak, dert yanmakla kalmayıp dermanını arayanları ve bulanları anlattığı öyküsünü kadınlar üzerinden kurarak da kadınların özgürlük arayışlarını ve güçlü duruşlarını taçlandırıyor.

Jale Sancak’la Vahide’nin uyanışını ve bizlerin uyanış ihtimalini konuştuk.

Vahide'nin Azim Bey'le geldiği son nokta bir affediş mi yoksa Vahide için yine bir boyun eğiş anlamı mı taşıyor?

Jale Sancak

Uyanan Güzel’in Vahidesi hayatını bir çıkmaza sürükleyen babası Azim Bey’i affetmiyor, bununla birlikte Azim Bey hastalandığında onun bakımını üstlenerek öğretilmiş olana boyun eğiyor, çünkü toplumsal baskı, mahalle baskısı heyula gibi duruyor karşısında. Uzunca bir süre de bununla nasıl baş edeceğini bilemiyor. Birçoğumuz gibi suçluluk duygusuyla, korkuyla yaşamaya itiliyor, uyanışı getiren durum ve olaylara dek.

Affetmenin iyilerin intikamı olduğu söylemi, Vahide için uygun bir deyiş oluyor mu? Siz bu söylem hakkında, affetmenin anlamı hakkında ne düşünüyorsunuz? Neden, nasıl affediyoruz? Affederek kime iyilik ediyoruz?

Kötüyü, kötülük yapmadan utandırmak iyi bir şey elbette. İntikam ise çeşidine göre her iki taraf için yıkıcı da olabiliyor. Hesap sormaktan değil ama intikamdan uzak durmak gerek. Ne var ki intikam almamak affetmek anlamına gelmiyor. Af, karışımızdakinin bize ne kadar zarar verdiğiyle, kötülüğün nelere yol açtığıyla ya da kendini bağışlatmak için neler yaptığıyla ilgili.

İlla her durumda bağışlamaktan yana değilim ben de. Büyük bireysel yıkılışlarda, felaketlerde, toplumsal yıkımlarda unutmak da, bağışlamak da pek mümkün olmuyor. Ayrıca tavır almazsak mağdur edene iyilik etmiş oluyoruz. Vahide’ye gelirsek affederek değil, ama babasının katlanılmaz bakımını üstlenerek, üstelik öç almayı hedeflemeden eziyor onu.

İnsana en büyük yarayı çoğu zaman ailesi ve ailesi saydığı kişiler veriyor. Vahide'nin durumu da bunu bir kez daha tekrar ediyor. Çoğumuz için kürkçü dükkânı ya da ev olarak simgeleştirilen ailelerimiz bize kıyarken biz onları gerçekten gerçekten affedebiliyor muyuz? Yoksa öfkemize bitişik, yaralarımızla barışık yaşamayı mı öğreniyoruz?

Kötülük sadece dışarıda değil tabii, aynı zamanda sizin de söylediğiniz gibi ev içlerinde. Anneler, babalar, öteki yakınlar kâbus olabiliyorlar pekâlâ da. Nereye, kimlerin eline doğduğumuzla ilgili bu. Hatta bazen iyilik adına, sevgi adına ya da korumak kollamak adına yapılıyor kötülükler. Affetme meselesine dönersek, bu da yaranın büyüklüğüne, küçüklüğüne ya da kişinin meşrebine göre değişir düşüncesindeyim. Affetmek iyileştiriyorsa, barışılabiliyorsa ne âlâ, neden olmasın? Çünkü affetmemek hayatı kin duyarak, öfke içinde, huzursuzlukla yaşamaya yol açıp çok daha fazla zarar verebilir.

Vahide 80'leri yaşamış bir kadın olarak Deniz'in bugün sokak hareketlerine katılmasından çekiniyor. Bu, aslında birçoğumuzun yaşadığı bir durum. Bir dönemin cesurları, şimdi neden çocukları için aynı cesareti gösteremiyorlar? Dünyanın değişeceğine dair inançlarını kaybetmiş olabilirler mi?

Değişime inançlarını kaybetmiş olabilirler, bu da yaşadığımız ülkenin koşulları nedeniyle tuhaf, şaşırtıcı bir durum değil ama daha çok korkuları yüzünden böyle davrandıkları söylenebilir. 12 Eylül darbesiyle öyle büyük bir kıyım yaşandı ki, o kıyımı yaşayanlar da, tanık olanlar da aynı şeyin çocuklarının başına gelmesinden, onları yitirmekten ürktüler, ürkmekteler. İdamlar, hapishaneler, baskılar, işkenceler, faili meçhuller… Korkunç değil mi? Romanın ana kahramanı Vahide de dolaylı olarak bir 12 Eylül mağduru. O dönem devasa bir oyuk açıyor içinde.

'AŞIKLARA, DİRENENLERE, DEĞİŞİP UMUT EDENLERE SELAM OLSUN'

Uyanan Güzel, korkularını yenen, kabuklarını kıran kadınların kitabı. Burası, tüm eşitlikçi söylem ve girişimlere rağmen kadınları özgür ve güçlü kabul edemeyen topraklar. Yine buna rağmen kadınlar boyun eğmiyor ve vazgeçmiyor. Siz bir kadın olarak, içimizde hiç bitmeyen bu direnme enerjisi için neler söylersiniz?

Uyanan Güzel, Jale Sancak, syf. 184, Hep Kitap, 2017.

Öncelikle hâlâ küçük bir kesimin eşitlikçi olduğunu ya da öyle göründüğünü düşünüyorum. Kadınların özgürlüğünden yana olanların sayısı bir elin parmaklarını geçer mi, sanmam. Türlü nedenlerle boyun eğen, eğmek zorunda olan kadınların sayısı ise ne yazık ki hâlâ pek de az değil. Bununla birlikte kadınlar gerçekten güçlüdür, dirençlidir. Mücadeleci, üretken, yaratıcıdırlar. Bu var olduğumuz her yerde, hayatın her alanında apaçık görülür.

Bütün baskılara rağmen giderek büyüyen feminist hareket, örgütlenmeler, hak arama ve direnişler ise kolay yenilmez, mücadeleci bu ruha alan açıyor. Kadınların farkındalığı günden güne artıyor, bilinçleniyor, özgürleşiyorlar.

Gri şehrin başına gelenler, yakından yaşadıklarımız ve yakın zamanda yaşayacaklarımızın teminatı. Ne dersiniz, şu ürkütücü Hollywood filmlerindeki gibi yerle bir olacak mı şehirler? Başımıza hiç gelmeyecekmiş gibi rahatça yaşadığımız felaketlerin ortasında kalacak mıyız?

Bu tam olarak bilenebilir mi, hayır, umarım enkazın altında kalmayız. Bilim adamlarının söylediklerine bakılırsa çok da uzağımızda değil küresel felaketler. Olup bitenler öngörülen sorunların sinyallerini veriyor sanki. Roman kahramanlarım gibi sıralayayım ben de. Nur topu gibi bir küresel ısınmamız var.

Ekolojik denge bozulmuş, ozon deliği büyüyor, doğa katlediliyor, betonlaşma almış başını gidiyor. Zehir kusan fabrikalar, araçlar, nükleer tehlikesi, yangınlar, hava kirliliği cabası. Tabii asıl mesele insanın doymazlığı, rant, kapitalizmin gaddarlığı… Hayal ürünü distopyaların gerçekleşmesi için epeyce neden var diyebiliriz.

Gri şehri hayata geri döndürmek için bir şansımız kaldı mı sizce? Öyle bir fırsatımız olursa, bir gün, bunca binayı yıkarak başlayabilir miyiz işe?

Bir şansımız kalmış olsa bile, ona sırtımızı dönüyorsak, şansın anlamı kalmıyor. Dileğim betonların bir depremle değil elbette, insan eliyle yıkılıp yok edilmesi.

Vahide'nin Adrian'la ilişkisi ve sonunda kitabın finali, bir gençlik romanının sonu gibi tatlı, sıcak ve tebessümlü. Bu finali, gönlümüzde yaşattığımız taze âşıklara bir selam olarak alalım mı?

Vahide, Adrian’a ve ona duyduğu aşka rağmen sonunda tek başına yürümeyi öğreniyor, direnişe katılıyor. Deniz ve Arda’yı ise sevgi kadar direniş de bir araya getiriyor. Âşıklara, direnenlere, değişip umut edenlere selam olsun diyelim daha iyi.