Onur Yıldırım: Madenciler için tünelin sonu karanlık

13 Mayıs 2014 günü, Soma’da Eynez maden ocağında ülke tarihinin en korkunç iş cinayeti yaşandı. 301 madenci hayatını kaybetti. Katliamın ardından, Onur Yıldırım ve Uğur Şahin Umman, Türkiye’de gerçekleşmiş en büyük iş cinayetinin unutulmaması için, Soma katliamını belgelemek ve tarihe bir not düşmek için, 3 yıl boyunca İstanbul, Ankara, Eskişehir, Kütahya, Soma, Kınık ve Savaştepe’de gerçekleştirdikleri mülakatlarda edindikleri deneyimlerini “Çizmelerimi Çıkarayım mı?” adlı bir kitapta derlediler.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR- Çalışmalarında maden faciasına ve sarılamayan yaralarına değindikleri kadar, bu faciaya zemin hazırlayan politik atmosferi de masaya yatırarak Soma’da hayatını kaybedenlerin, özelleştirmelerin ve taşeron sisteminin ne ilk ne de son kurbanı olduğunu anımsatıyorlar. Nitekim çok değil birkaç gün önce meydana gelen TÜPRAŞ patlamasında taşerona bağlı çalışan 4 işçi yaşamını yitirdi ve iş kazalarının hayati boyutu yeniden gündeme geldi. Son olarak, İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, hazırladığı “iş cinayetleri” raporunda, 2013 yılından 2017 ‘nin ilk çeyreğine kadar geçen süre zarfında meydana gelmiş olan iş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçi sayısının en az 7 bin 262 olduğunu açıkladı.

Soma'dan bu yana hayatımızda nelerin değiştiğini ve nelerin aynı kaldığını sorgulamak, bu konudaki deneyimlerini paylaştıkları çalışmalarıyla ilgili ayrıntıları almak ve kitabın yayınlanmasından sonraki süreci değerlendirmek için Onur Yıldırım ve Uğur Şahin Umman ile bir söyleşi de biz gerçekleştirdik.

Soma katliamını unutmamak, unutturmamak için yaptığınız çalışmayı kitap haline getirmenizden bu yana beş ay gibi bir zaman geçti. Bu acıyı doğrudan yaşamış olanlar (aileler, Somalılar, madende çalışanlar) için kitabınız ne ifade ediyor?

Uğur Şahin Umman: Saha araştırmasında tanıştığımız bir baba kitabın çocuklarının fotoğraf albümü kadar önemli olduğunu, kitabı tekrar tekrar okuyacaklarını söylemişti. Yani ailelerin kitaba çok büyük önem atfediyor.

Onur Yıldırım: Bu kitap yakınlarını kaybetmiş olan insanlar için çok büyük bir manevi değere sahip. Eşini kaybetmiş bir kadın, evinin salonunda hazırladığı hatıra köşesine eşinin baretini, eşinin fotoğrafını ve kitabımızı koymuş. “Bu kitabı başka koyacak yer bulamadım, nereye koysam olmadı. Eşimin yanında dursun istedim” demişti.

Kitabınızın ön ve arka kapağına bakıldığında sadece 13 Mayıs 2014 tarihinde yaşanan katliamın konu edileceği algısı oluşuyor. Fakat kitapta katliam ve etkileri yanında Soma’nın tarihi, coğrafyası, sosyal yaşamı da işlenmiş. Kitabı bu kadar geniş tutmanızın sebebi nedir?

Onur Yıldırım: Toplumun her kesiminde büyük travma yaratan, ülke tarihinin en büyük işçi katliamını geniş bir şekilde ele almalıydık. Çünkü Soma’daki toplumsal dokuya büyük zarar veren neo-liberal politikaların tarihsel gelişimini anlatmak önemliydi.

Uğur Şahin Umman: Soma’da katliama neden olan özelleştirmeler ve taşeron sistemi, tarihsel bir süreç sonunda ortaya çıkmış. Bu sistemin Soma’yı, madenci profilini, coğrafyasını ve sosyal yaşamını olumsuz bir biçimde değiştirdiğini gördük. Bu değişimleri incelemeden, sadece katliama odaklanan bir araştırmanın arka planı gözden kaçırabileceğini düşündük. Bu nedenle kitabı bu kadar geniş tuttuk.

Onur Yıldırım ve Uğur Şahin Umman

Yani neo-liberal politikalarla kendi kendine yetebilen bir köy hayatından tarımın sanayileştirilmesi ile madene girmeye zorunlu hale getirilen bir köylü toplumundan mı söz ediyoruz? Bir de madenlere işçi alımında sorun çıkarmayacak kesimlerin tercih edilmesi, örneğin Çepni köylerinden çok az işçi alınması gibi konular var..

Onur Yıldırım: Öncelikle ilk sorunuza yanıt vereyim. Türkiye’de uygulanan tarım politikalarının sonucunda topraklarından kopartılan milyonlarca çiftçi düşük ücretli, güvencesiz olarak tehlikeli iş kollarında çalışmaya mahkûm edildi. Kırsal bölgelerde açılan maden ocaklarında tarımdan geçimini sağlayamayan çiftçiler sabit bir gelir ve iş güvencesi olduğunu düşündüğü madenlerde çalışmaya başladılar.

Soma’da da kömür madenlerinde çalışan işçilerin, birçoğu toprağından kopartılmış köylülerden oluşuyor. Uygulanan tarım politikaları ile toprağından kopartılan çiftçiler özelleştirilen maden ocaklarında özel sektör için ucuz iş gücünü oluşturuyorlar. Soma özeline baktığımız zaman geçmişten bugüne yaşanan gelişimi özetleyecek olursak; Soma ve çevresinde tütün üreticiliğinin yaygın bir tarımsal faaliyet olduğunu görüyoruz. İnsanların başlıca geçim kaynağıdır tütün bu havzada.

Tütünde uygulanan neo-liberal politikalarla çiftçilere şark tütünü terk ettirildi. Ardından TEKEL’in özelleştirilmesiyle tütünde destekleme alımları kaldırıldı. Bu yaşananlar sonrasında çiftçiler tütünden para kazanamaz hale geldi. Türkiye genelinde 485 bin çiftçi tütün üretimi yaparken bugün bu sayı 45 bin civarında. Peki, tütün üretimini bırakanlar ne yapıyor? Ya kentlerde fabrikalarda ya da kendi bölgesine en yakın madende ucuz iş gücü olarak yaşamaya çalışıyor.

İşverenler her zaman kendisine sorun çıkartmayacak işçiler ile çalışmak ister. Ama bu sorun tembel, çalışmayan, işten kaçanlar olarak algılanmasın. Haksızlıklara karşı duran anlamında söylüyorum bunu. Soma’da yaşanan katliamdan sonra Soma bölgesinde madencilik faaliyeti yapan şirketler Özellikle Kınıklıları ve Kınık bölgesinde yaşayan Çepnileri işe almak istemiyorlar. Çepniler sermaye-siyaset-sendika tarafından oluşturulan Bermuda şeytan üçgeninde “Sakıncalı Madenciler” arasında gösteriliyorlar.

Çepniler, Soma ve çevresinde çalışan diğer madencilere göre daha örgütlü, daha bilinçli. Politik değerlendirmeler yapabiliyorlar ve bir arkadaşı haksızlığa uğradığı zaman dayanışma gösterebiliyor. Çepnilerin AKP iktidarına karşı muhalif duruşlarının olması da işe alınmamaları için geçerli bir sebep.

Uğur Şahin Umman: Soma’da 2 tane Çepni köyü var: Ularca ve Karaçam. Kınık’taki bildiğim Çepni köyleri: Arpaseki, Taştepe, Elmadere, Büyükoba ve Aziziye. Bu köylerde kaç madenci adayının, kaç madencinin yaşadığını, kaç madencinin Çepni oldukları için işe alınmadığına dair bir veri yok elimizde. Ancak Soma’da şirketlerin Çepnilere yönelik net bir tavır aldığını söyleyebiliriz: Şirketler Çepnili madenciyi istemiyorlar. Bunun 3 nedeni var.

Onur Yıldırım, Uğur Şahin Umman, / Çizmelerimi Çıkarayım Mı? / Ayrıntı Yayınları

1) Soma’da ekmek kavgası çok kızıştı. Katliamdan sonra 3 bine yakın madenci işsiz kaldı. Bu durumu lehlerine çevirmek isteyen madencilik şirketleri, dışarıdan işçi getirdi ve işçilere şu mesajı verdi: “İşinizin kıymetini bilin. Yaptığınız işi beğenmiyorsanız gidin. Zonguldak’tan 200 tane işçi getirdiğim zaman hepiniz işsiz kalırsınız.” Bu mesaj Soma’da çok etkili oldu. Soma’daki madencilik şirketleri artık dışarıdan işçi getiriyor, Soma’nın, Kınık’ın, Savaştepe’nin insanını işe almak istemiyor.

2) Madencilik şirketleri Çepni’leri yönetmekte zorlanıyor; söz geçiremiyor, baskı kuramıyor. Çünkü Çepniler örgütlü; bir haksızlık karşısında birbirleriyle dayanışıyor ve beraber hareket ediyorlar. Çepniler madenlerde en zor işlerde çalışan gruplardan biri; tonlarca ağırlığa sahip malzemeleri topluca türkü söyleyerek taşıyorlarmış. Soma’da çalışan maden mühendislerine Çepnili madencileri sormuştum. O da bana, Çepnilerin, madencilikle bütünleşen, madencilik kültürünü özümsemiş, iyi ustalar yetiştirebilmiş topluluklardan biri olduğunu anlatmıştı.

3) Soma ve Kınık’ta tarımın tasfiyesi sürmesine rağmen hem maden ocağında hem de tarlada çalışan madencilere rastlayabiliyoruz. Bazı Çepnili madencilerin tarımsal ürünlerin ekin ve hasat zamanlarında maden ocağı yerine tarlada çalışmayı tercih ettiklerine şahit olabiliyoruz. Madencilik şirketleri hem tarlada hem de maden ocağında çalışan madenciyi işe almak istemiyor.

Sistem eskiden hem tarlada hem de maden ocağında çalışan madenciye göz yumuyordu. Çünkü çalışma koşulları çok ağırdı. Ancak, katliamdan sonra madencilerin hafta tatili hakkı 2 güne, maaşları en az 2 asgari ücrete çıktı.

Madenciler dinlenmeye ve daha iyi para kazanmaya başladılar. Soma’da madencilik şirketleri üretimi artıracak teknolojiye büyük bütçeler ayırmaya başladılar. Maden işçilerinin işe devamlılığı ve verimliliği şirketler için daha çok önem kazanmaya başladı.

Yakınlarını kaybedenler ve Somalılar, yaşadıkları acının sebebini sizin ele aldığınız genişlikte mi ele alıyorlar? Yani kader, tedbirsizlik, şirketin ve devlet görevlilerinin sorumsuzluğu, sebebi dar tutmak gibi bir yaklaşımları var mı?

Uğur Şahin Umman: Ailelerin bu konuda tek bir düşüncede olduklarını söylemem doğru olmaz. Bazı aileler bunun bir kader olduğunu, çocuklarının şehit olduğunu söylüyorlar. Böyle düşünen aileler kendilerini adalet sürecinden soyutluyorlar ve dahil olmak istemiyorlar. Eğer madenci bir baba katliamda herhangi bir yakınını yitirdiyse olayın teknik nedenlerini ele alabiliyor, olayda büyük ihmallerin olduğunu dile getirebiliyor.

Teknik meseleye çok uzak olan başka bir aile ise denetim eksikliğinin, özelleştirmelerin bu katliama sebep olduğunu düşünebiliyor. Adalet arama sürecine katılan, mahkemede sanıkları dinleyen, avukatlarını dinleyen ailelerin katliam ile alakalı farkındalıklarının arttığını görüyoruz. Bazı aileler şu cümleyi kuruyor: “Bizim çocuklarımız öldü. Onları geri getiremeyiz. Ama bu sanıklar ceza alırsa, başka katliamların önüne geçilebilir”

Oğlunun madende çalışmasına vesile olan bir baba katliamdan sonra pişmanlık duyabiliyor. Tanıdığımız bir babayı anlatmak isterim. Baba, Soma Kömürleri İşletmeleri’nde taşeronluk yapmış bir maden mühendisi, oğlu da aynı madende S panosunun üretiminden sorumlu maden mühendisiydi. Katliam yaşandıktan sonra dava dosyalarını yoğun bir şekilde inceledi, tezler geliştirdi ve mahkemeye bunları yazılı şekilde sundu. 2’nci bilirkişi raporunda gördük ki, bilirkişiler bu babanın hazırladığı çalışmayı ciddiye almış ve rapor hazırlanırken bu çalışmadan faydalanılmış.

Onur Yıldırım: Katliamdan etkilenen insanların genel olarak ortaklaştığı nokta madende hayatını kaybetmiş olan madencilerin; eşlerinin, babalarının, oğullarının maden şehidi olduğu yönünde. Somalılar da aslında bu konuda ikiye ayrılmış durumda. Bir kısmı madenciliğin riskli bir meslek olduğunu ve bir şekilde kazalar olabileceğini belirtiyor, bir kısmı da bu katliamın sermaye-siyaset-sendika aracılığı ile toplumu maddi ve manevi baskı altına alarak bir cinayete davetiye çıkarıldığı konusunda ortaklaşıyor.

Size somut bir örnek vereyim: Kendisi devlet memuru olan bir kişi yeğenin madende çalıştığını ve madenle ilgili hep şikâyet ettiğini söyledi. Yeğeninin sendika ile görüşüp şikayetlerini dile getirdiğini söyledi ve yeğenin kendisine sendika temsilcisi ile arasında geçen konuşmayı aktardı: “Sendikacılara madenin sıcaklığını ve taşeronların baskısını anlattım. Sendika temsilcisi beni suçlu çıkarttı. Her şeye karışma, laf taşıma, işinden olursun” demiş. Somalılar aslında her şeyin farkında ama bir kısmı kabullenilmiş bir çaresizlik içinde her şeyi kabul etmiş. Bu adaletsizliği kabul etmeyen aileler ve madenciler sorumluların cezalandırılması için mücadele ediyorlar.

Benzer üretim yapan yerler, farklı tanımlanıyor. Örneğin Zonguldak, ‘madenci kenti’ olarak tarif edilirken Soma ‘kömür kenti’ olarak anılıyor. Görüşmeleriniz ve kitap üzerine çalıştıktan sonra bu farklı tanımlama sizce neden kaynaklanıyor?

Onur Yıldırım: Soma kömür üretiminin yapıldığı Zonguldak vb. illere benzemiyor. Soma’nın kendine özgü bir tarihi ve yapısı var. Soma’da 100 yıllık kömür üretimi olmasına rağmen kuşaklar arası teknik ve kültürel bilgi aktarımın çok az olduğunu gözlemledik. Soma’da madencilik yeraltı ocaklarında değil makinelerin çok yoğun çalıştığı açık ocaklar üzerinden gelişmiş.

Yeraltı ocakları son 15 yılda gelişim göstermiş. Soma’daki madencilerin profili diğer illerde yaşayan madencilere benzemiyor. Madenci ocaktan çıktıktan sonra gidip tarlasında çalışıyor. Sendika bir işçi örgütlenmesi değil, bir patron örgütlenmesi olarak karşımıza çıkıyor. Çalışmamızda bu farkları inceledik ve ortaya koyduk.

Uğur Şahin Umman: Kavramları bilinçli kullandık. Yaptığımız araştırma ve gerçekleştirdiğimiz görüşmeler sonucunda, Türkiye’nin en eski madencilik geçmişine sahip olan Zonguldak’ta, madencilik kurumlarının sosyal bir hayat kurduğunu saptadık; Zonguldak’ta işçiler ve şehirde yaşayanlar için fırınlar, sinemalar, okullar kurulmuş. Geçmiş yıllarda Soma’daki özel maden sahibi şirketlerinin de böyle bir kaygı içine girdiğini, devletin de benzer yatırımlar yaptığını bulmuştuk. Örneğin, özel maden şirketlerinin sahasında madenci çocuklarının okuyabileceği okullar, film izleyebileceği sinema salonları, basketbol sahaları kurulmuş. Ancak bu yatırımlar devam etmemiş ve bu kültür Soma’da kalıcı olamamış.

Özelleştirmeler sonucunda bu imkanların hepsi tırpanlanmış. Soma’da rödovans ve hizmet alımı ihalelerini kazanan şirketlerin böyle bir kaygılarının olmadığını düşünüyorum. İnsanlar Soma’da sosyalleşemiyor, eğlenemiyor, tatil günlerini Soma dışında geçirmek zorunda kalıyorlar. Son yıllarda birkaç okul, spor kulübü ve işçilerin maaşından kesilerek yapılan düğün salonu hariç herhangi yatırım yapılmadığını görüyoruz.

Soma; Zonguldak gibi sosyal yaşam alanlarının kurulduğu, belli düzeyde bir iş güvenliği kültürünün olduğu, madencilerin işçileştiği bir madenci kenti değil; kömürün çok hızlı üretildiği, madencilerin işçileşemediği, madencilerin, sosyal yaşamlarının zayıf olduğu, cinayetlerin yaşandığı bir kömür kenti. Bu yüzden Soma’nın tam anlamıyla bir madenci kenti olmadığını düşünüyorum.

Kitaba yansıttığınız kadarıyla katliamın etkisi sadece yaşamını kaybedenlerin yakınlarını etkilememiş. Kentin hayatını da karartmış. Bu acı sonrasında Soma’da ki madenlerde çalışmaya devam edenlerde nasıl bir duygu hâkim. Korkularını aşarak nasıl madene girerek çalışıyorlar? Geleceğe dair neler düşünüyorlar?

Uğur Şahin Umman: Madencilikte belli bir günü doldurduğunuz zaman emekli oluyorsunuz. Çoğu madenci erken yaşta emeklilik için bu mesleği seçmiş. Katliamın meydana geldiği madenin yakınlarında 2 maden ocağı daha var. İşsiz kalan madenciler, bu madenlerde iş bulmaya çalıştılar. Bazı madenciler iş buldu, bazıları ise bulamadı.

Mahkeme sürecinde tanıştığımız bir mühendis bize bir anısını anlattı. Çalıştığı madende bir kablo yanmış ve ortama siyah duman salmaya başlamış. Kimse yaralanmamış ama kendisi 13 Mayıs’ı o gün tekrar yaşadığını söylemişti. Yine Soma’daki bir maden ocağında meydana gelen bir olayda madenin havalandırması bozulmuş. İçeriye kurtarma ekiplerini yollamışlar. Ekip üyelerinden biri onlarca madencinin bayıldığını anlatmıştı. O madenciyle tesadüfen tanıştım. Kendisi 13 Mayıs’ı o gün yeniden yaşadığını söyledi. Herkes madende çalışırken çok korkuyor.

13 Mayıs madencinin zihninde bir travma olarak kaldı ve kalmaya devam ediyor. Madenciler emekli olmak için yerin altına tekrar giriyor; emekli oldukları gün bu defteri kapatacaklarını söylüyor. Vurgulamak istediğim başka bir konu daha var; katliam sonrası sendikal mücadeleye katılan ve öne çıkan bazı madenciler Soma’da şirketler tarafından fişlenmiş durumda. Bu insanlar Soma’da hiçbir madende çalışamıyorlar, sigortaları olmadığı için hastaneye gidemiyorlar; sivil ölümü yaşıyorlar.

Onur Yıldırım: Bu sorunun cevabı aslında başlı başına bir saha araştırması ile cevaplanabilir. Eynez maden ocağından sağ kurtulanlar Uğur’un bahsettiği diğer madenlere iş başvurusunda bulundular. Hatta öyle ki, bazı madenciler işe girebilmek için eylem bile yaptılar. Maden ocağına giden işçi servislerinin önünü kestiler. İşe alınmak için servislerin önünde basın açıklaması yapıp, oturma eylemi yaptılar. Düşünebiliyor musunuz akrabasını, arkadaşını hatta abisini, kardeşini, kuzenini kaybeden madenciler bunlar. İçlerinde Eynez maden ocağına girip arkadaşlarının cenazelerini çıkartanlar var.

Psikolojik tedavi alması gereken madenciler, iş yerinde duyulursa, atılırım korkusuyla terapiye de gitmiyor, ilaç da kullanmıyor. Bazı madencilik firmaları, işe başvuran işçilerden ilaç kayıtları istediler. Psikiyatrik ilaç kullanan madenciler işe alınmadılar. Soma ve çevresinde insanların sigortalı çalışabilecekleri bir alan yok. Tarım ve hayvancılık uygulanan politikalar sonucu bitirilmiş. Topraktan para kazanamayan insanlar içlerindeki korkular ile yüzlerini madene dönüp, madenlerde iş aramak zorunda kalıyor. Katliamdan sonra, benim bildiğim çok az insan madenciliği bıraktı. Madenciliği bırakanlar ya inşaatlarda çalışmaya başladı ya da salça fabrikalarında sezonluk işler yaptılar.

Geleceğe dair düşüncelerini sorduğumda aldığım cevap şu: “Tünelin sonu karanlık, az ışık bile yok.”

Yakınlarını kaybedenler, özellikle de birinci dereceden yakınlarını kaybetmiş olanlar yaşamlarını ekonomik ve sosyal olarak nasıl sürdürüyorlar? Kendi içlerine mi kapanıyorlar, birbirleriyle iletişimleri nasıl, geçimlerini nasıl sürdürüyorlar, başka işlere mi yönelmişler, madende işe alınmada onlara pozitif ayrımcılık yapılıyor mu?

Uğur Şahin Umman: Şunu kesin bir biçimde söyleyebilirim: Saha araştırmasında evlerine konuk olduğumuz hiçbir kadın katliam öncesi çalışmıyormuş. Evin geçimini katliamda hayatını kaybeden madenci sağlıyormuş.

Devlet, aileden 1 kişiye kamuda iş hakkı verdi. Bazı aileler bu hakkı kullanmıyor, ölen madencinin kardeşi ya da çocuğu varsa o hakkı ona devrediyor. Bazı kadınlar bu hakka sahip olduktan sonra kamuda çalışmaya başladılar. AFAD her aileye 150 bin lira verdi, ailelere maaş bağlandı. Bazı aileler ek gelir amacıyla turşu, peynir, reçel yapıp satıyorlar. El işi yapan ailelere de rastladık. Kendi içlerine kapanan aileler de var, kendi içlerine kapanmayarak adalet mücadelesini sürdürerek ayakta kalan aileler de var. Ölen madencinin çocuğu varsa, çocuklara ya da torunlara tutunarak hayat sürdüren aileler de var.

Onur Yıldırım: Madenlerde işe alım sürecinde pozitif ayrımcılık yapılan madenciler elbette var. Nasıl oluyor bu pozitif ayrımcılık derseniz, katliam sonrasında şirkete çok fazla sorun çıkartmamış olması öncelik olarak değerlendiriliyor. Madenci yakınına yer altında değil de yer üstünde işler verilebiliyor. Katliamdan sağ kurtulan bazı madencilere yer üstünde iş verildi; sigortaları, madenci yer altında çalışıyormuş gibi gösterildi. Geçimlerini sürdürmeleri hakkında Uğur bilgi verdi zaten.

Ben de kadınların durumlarını anlatayım biraz. Aslında katliam sonrası en zor süreci kadınlar yaşıyor Soma’da. Kadınların en çok rahatsız olduğu şey haklarında yapılan dedikodular. Bu dedikodular ile baş edebilen kadınlar, sosyal hayata adapte olmuş ve yaşama bir yerinden tutunmuş durumda. Kadınların yaşadığı ikinci büyük sorun ise eşinin ailesi ile yaşadıkları gerilimler.

Şöyle ki, devletin hayatını kaybeden madencilerin yakınlarına hak olarak verdiği maddi ve manevi yardımlar aileler arasında ciddi sorunlara sebep olmuş, olmaya da devam ediyor. Devlet, bu hakları eş ve çocuklarına vermiş madencilerin aileleri de “Bizim evladımız için verilen haklardan bizde faydalanmak istiyoruz” deyince aile içerisinde ciddi çatışmalar yaşanmış ve yaşanmaya devam ediyor. Eşinin ailesi ile birlikte yaşamak zorunda kalan kadınlar çok fazla. Ya da devletin verdiği kamuda çalışma hakkını eşinin kardeşine devretmek zorunda kalanlar da oluyor. Tüm bu baskılar ile mücadele edebilenler ya başka şehre taşınmış ya da kendi ailesinin yanına sığınmış.

Kadınların yaşadığı elbette çok daha fazla olumsuz durum vardır. Bizim gözlemlediğimiz, konuştuğumuz bilgi aldığımız insanların aktarımlarını sorunuz üzerine kamuoyu ile paylaşmak istedim.

Kitap yayınlandıktan sonra önceden görüşme yaptığınız özellikle madenciler veya yakın çevrelerinden ne tür tepkiler aldınız?

Uğur Şahin Umman: Çevremizden olumlu tepkiler aldık; kitabın bir başvuru kitabı niteliği taşıdığı, farklı sosyal bilimler disiplinlerinin de ilgisini çekeceği yorumları yapıldı. Bu kitapta mahkeme sürecini daha ayrıntılı incelememiz gerektiğini söyleyenler de oldu.

Katliam günü yaşanan arama-kurtarma çalışmalarının ve hayata tutunma hikâyelerinin çok güçlü anlatımlarla okuyucuya aktarıldığı söylendi. Kitabımızı alıp okumayan okuyucularla karşılaştık. Bazı okuyucular kitapta yazan hikâyelerin morallerini çok bozduğu, çok üzüldükleri için okumadıklarını, bu hikâyelerin gündelik hayatlarını etkilemesini istemediklerini söylediler.

Onur Yıldırım: Kitabın isminin “Çizmelerimi Çıkarayım Mı?” olması akıllarda kalıcı bir etki yaratması olumlu tepkiler aldı. Genel olarak aldığımız tepkiler pozitif yönde oldu. Hayatını kaybetmiş bir madencinin eşi “Eşimin neler yaşadığını, patronların kar hırsı ile nasıl öldürüldüğünü bu kitap gelecek kuşaklara anlatacak” cümlesini kurdu. Sizce bu yeterli değil mi?

Peki, sizce bundan sonraki süreçte özellikle AKP’ nin enerji politikalarına bakarak madenlerde bir iyileştirme veya İLO standartlarına yakınlaşma olabilecek mi?

Onur Yıldırım: Soma katliamından sonra dönemin hükümeti 7 maddelik bir eylem planı hazırlayıp Türkiye’de madencilikte köklü değişiklikler yapılacağını açıkladı. Bazı değişikliler yapıldı ama bu değişiklikler ne kadar uygulanıyor, denetim mekanizması ne kadar çalışıyor, bunlara bakmak lazım. Bugüne kadar emekçiler çalışma şartlarının zorluklarını dile getiriyor, kimse dinlemiyor ya da duymuyordu, ta ki 13 Mayıs 2014 gününe kadar.

Madencilerin sorunlarını, Soma’da yaşanan sıkıntıları ve olası iş cinayetlerinin önüne geçilmesi için önlemler alınması gerektiğini meclis kürsüsünden dile getiren CHP milletvekili Özgür Özel katliamdan iki hafta önce katliamın geldiğini söylemişti. O gün CHP tarafından sunulan öneriler, uyarılar AKP’li vekillerin oylarıyla reddedilmişti. Katliam sonrasında AKP hükümeti hayatını kaybeden 301 emekçinin canı üzerinden ülkedeki madencilere sus payı anlamına gelen bazı iyileştirmeler yaptı.

Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) madenlerde risklerin en aza indirilmesini öngören sözleşmesini Türkiye 19 yıl sonra imzaladı. ILO sözleşmesi önemli ama bu sözleşme üzerinden işçi sağlığı ve güvenliği açısından büyük bir şey beklenmemeli. Bence sorun mevzuat eksikliğinden ziyade bu mevzuatların uygulanmamasından ve denetimsizlikten kaynaklanıyor.

Uğur Şahin Umman: Soma’dan sonra Ermenek ve Şirvan’ı yaşadık. Kömür madenlerinde kullanılan patlamayı önleyici sistemlerin, uluslararası standartlara uygun hale getirilme süresi, 2019 yılı sonuna kadar uzatılmıştı. Enerji Bakanı Berat Albayrak, “Milli Maden Politikası” adını verdiği yeni sürecin ipuçlarını vermişti: Özelleştirmeler tam gaz devam edecek; TBMM’de görüşülen bir kanun teklifinde TKİ ve TTK’nın elindeki maden sahalarının özelleştirilmesi ön görülüyor, ki bu kanun değişikliği kabul edilirse, üretim zorlaması ve taşeronlaşmanın önü daha çok açılacaktır.