Toplum ve siyaset nasıl birleşir?

Güney Çeğin'in derlediği 'Terkipler' Kafka Kitap Kafe Yayınları'ndan çıktı. Terkipler' Güney Çeğin'in adlandırdığı gibi, Tarih Toplum ve Siyasete Dair ama belirli bir bakış açısı, belirli bir bilimsel düstur, belirli bir sosyolojik eğilime yaslanan düşünsel ontoloji ve bu ontolojiyle karşılıklı eyleşen bir epistemolojinin de Terkipler'i...

Google Haberlere Abone ol

Osman Özarslan 

DUVAR - Geçmişte bilgiye ulaşmak pek çok şeye erişmek gibi, aristokratların, ruhbanların ve diğer ayrıcalıklı sınıfların bir ayrıcalığıydı. 20. Yüzyılda insanlık, demire, kömüre, şekere, hafta tatiline, emeklilik hakkına erişmek için mücadele ettiği gibi, bilgiye erişmek için de çok mücadele etti... Günümüzde, “bilgi”ye erişmek için böylesine mücadele etmeye gerek yok, mecmualar, kitaplar matbu ya da online olarak her yerde... Fakat, çağımızın vebalarından birisi de, Gündüz Vassaf'a göre (1997) enformanyaklıktır. Sürekli enformasyon akışının boğucu şiddeti ve gündelik totalitarizmin artık susarak değil konuşarak kuruluyor olması, Barthes'a (1977) göre, faşizmin susma değil söyleme mecburiyetini haiz olmasındandır... . Yani, geçmişte tenvir fiiliyle ziyâ eden bilgi artık malumat(furuşluk) lanmak mastarıyla zâyi olmuş durumda....

Güney Çeğin Güney Çeğin

Çok kitap yayınlanıyor, çok bilgi var, dahası Birikim Dergisi ve İletişim Yayınları'nın emektar editörü Levent Cantek'in (bir söyleşisinde de) dediği gibi, her zamankinden daha çok yazıyoruz... Ümraniye çöplüğünü andıran YÖK tezleri, birbirini ödünç kaşıyan akademik dergi makaleciliği, doğra doğra bitmeyen Şark İslam klasikleri ve bilhassa Mesnevi çakması tasavvufi kişisel gelişim kitapları... Google arama motoruna yazdırılan best-seller kitaplar.

“Bir solukta okunuveren...” kitaplar... Oysa, Sartre'a göre (2001), gerçeklik ve gerçek bilgiye ilk eşlik eden duygu, bulantı ve kusma hissidir... Kişi gerçekle karşılaşınca, ona katlanmakta güçlük çeker... Bu yüzden onu en fazla 'Bulantı' kitabıyla tanırız... Özetle, bu enformasyon ve malumatfuruşluk dünyasında, belirli bir mesele hakkında onu, hakikate taşıma maksadıyla, epistemolojisi, ontolojisi ve tarihsel bağlamı etrafında düşünmek ve sistematize edebilmek pek kolay bir şey değildir.

Güney Çeğin'in belirli bir dert ile yıllara uzanan çalışmalarından derlediği 'Terkipler'i her şeyden önce tam da bu yüzden takdiri görmeyi ve okunmayı hak ediyor.

Çeğin, aslında profesyonel okurun Bourdieu üzerine yaptığı çalışmalardan ve Türkiye Şiddet Tarihi üzerine yapmış olduğu çalışmalardan dolayı aşina olduğu bir mütefekkir. 'Terkipler' işte Güney Çeğin'in adlandırdığı gibi, 'Tarih Toplum ve Siyasete Dair' belirli bir bakış açısı, belirli bir bilimsel düstur, belirli bir sosyolojik eğilime yaslanan düşünsel ontoloji ve bu ontolojiyle karşılıklı eyleşen bir epistemolojinin de Terkipler'i...

Dolayısıyla, burada yazarın çalışmaları onun uzmanlık ve ustalık alanları olan Bourdieu Sosyolojisi ve Türkiye'nin Şiddet Tarihi üzerine yapmış olduğu çalışmalar merkeze konularak ele alınmaya çalışılacak.

Terkipler, Güney Çeğin, 430 syf, Kafka Kitap Kafe Yayınları, 2017. Terkipler, Güney Çeğin, 430 syf, Kafka Kitap Kafe Yayınları, 2017.

BOURDIEU: BİR DEHLİZ'İN HARİTASI 

Fransız entellektüeller kazmayı sever. Bu yüzden Bourdieu gibi büyük (ve Fransız) düşünürlerden geriye labirentlerle dolu bir dehlizin haritası kalır. Büyük düşünürlerin düşünsel koordinatlarını çıkarmak işte bu yüzden kolay değildir, eldeki haritaya bakarak, o dehlizi çoğunlukla yeniden kazmak, zamanın tozundan, teorik tezviratın cürufundan ve düşünürün sisteminin patentinden kendilerine bir miras yapmaya çalışan füruğun gürültüsüne karşı kulakları tıkayarak, kan ter içinde bir kazı... Gerçekten bir kazı yapabilmek için ise aygıtlar gerekir. Misal Newton. Kainatı kazmak istiyordu ve, çağının bilgileri onun tahayyül ettiği sistemin çok gerisindeydi; bu yüzden Newton'un önce elindeki düşünsel aygıtları güçlendirmek için, uzunca bir süre matematik çalıştığı ve matematiksel aygıtları geliştirdiği biliniyor.

Çeğin de Bourdieu üzerine yazmaya başlamadan önce, pek çok kimsenin genellikle yapmayı aklına getirmediği iki şey yapıyor, birincisi Bourdieu'nun yapıtlarını okuyor (evet doğru okudunuz, okuyor çünkü ne yazık ki, bir şey üzerine yazanların büyük bir kısmı nesnesi karşısında öylesine cahil ki...), ikincisi de Bourdieu'ya ilham veren tarihsel-sosyolojik-felsefi dünyayı kazıyor. Sosyal Teorik yazılar kısmında özellikle, Çeğin'in Avrupa Aydınlanması'nı oluşturan, ona yön veren ve ona yönelen eleştiriler üzerine büyük emek verdiğini rahatlıkla görebildiğimiz gibi, aslında onun Bourdieu'nun dehlizlerini kazmaya başlamadan önce, kendisi için meseleyi daha anlaşılır ve görünür kılan aygıtlar geliştirme çabasını açık ve seçik görebiliyoruz.

Bourdieu muhalif bir entelektüel olarak, daha güzel bir dünya için özellikle ömrünün son yıllarında mücadele etmiş birisi olmakla birlikte, Durkheim ve Weber’in sıkı bir takipçisi ve müfessiri olarak, dünyanın akşamdan sabaha değişeceği konusunda, devrimci siyasetçiler kadar ne hevesli ne umutlu ne de heyecanlıdır.

Bütün 19'uncu yüzyıl boyunca ve sonrasında 20'nci yüzyılda 2. Dünya Savaşı'nın sonuna değin, sosyal hareketler kendilerine teorik bir dünya kurarken, hızla değişen, sosyo-ekonomik ve kültürel yapılara baktılar. Blanqui çürüyen monarşik rejimlere baktı ve sağlam bir komplo örgütüyle dünyayı yeniden dizayn edebilmeyi tahayyül etti, Marx bu dönüşüm için üretim bandının başında aç karnını bastıran işçilerin biriktirdiği öfkeyi yenidünyanın sinerjisi olarak değerlendirdi, Stalin ise emperyalizm zincirinin yumuşak halkasına sert bir vuruşla eski dünyayı yerle bir etmenin mümkün olduğunu savundu...

Bourdieu’nun üstatlarından birisi olan, Durkheim (2017) daha 19'uncu yüzyılın sonunda, Saint Simon üzerine verdiği sosyalizm derslerinde, Marksist hareketin böylesine hızlı bir dönüşüm beklemesinin yanlışlığı üzerinde duruyordu. Zira Durkheim’e göre, toplum basit iktisadi yapı ve görünürdeki sosyal ilişkilerin dışında, çoğunlukla içine girmedikçe göremediğimiz tabular, adetler, ritüeller ve toplumun değişik katmanlarında gizli değişik inanış biçimlerinden oluşmaktaydı. Hülasa, Durkheim için, toplumsal sosyo-iktidasi yapı içerisinde değişmeyenler, değişenlerden daha fazlaydı.

Bourdieu, işte Durkheim’den devraldığı bu toplumsal iş görme zeminini ileri bir noktaya taşır ve özne mi yapı mı tartışmalarını oldukça orijinal bir noktaya yerleştirir. Bourdieu’ya göre, ne örneğin Sartre’ın1 iddia ettiği manada net bir özneleşme süreci vardır ne de Braudel-Althusser hattında ilerleyen ve tarihe her bakımdan yön verme kudretine sahip yapılar. Terkipler'de de tam da bu yüzden, bu ikilik bir antagonizma olarak, bilhassa Giddens ve Bourdieu'nun (Çeğin, 2017) karşılaştırmalı olarak ele alındığı makalede vurgulandığı üzere, bir kenara bırakılıyor ve toplumsal yapı, toplumsal sınıflar arasındaki ilişkilerin ilişkiselliği tarafından belirlenen yaptırımlar, uzlaşılar, beğeniler, ritüeller ve armonik çatışmalar tarafından belirlenen “yapı ile fail arasında ontolojik bir suç ortaklığı” olarak ele alınıyor.

Ne var ki, bu suç ortaklığı öyle sıradan bir suç ortaklığı değildir. Arkasında derin bir tarih, karmaşık sosyal ilişkiler, tüm bunları çapraz kesen tabular ve ritüeller vardır. Çeğin, Bourdeiu'nun bu suç ortaklığını ifşa edebilmek için, çalışmanın değişik yerlerinde tekrarlayan ama değişik bağlamlardaki anlamlarına göre, Bourdieu sosyolojisinin kalbinde yer alan Habitus-Doxa-Alan teslisini tanımlayarak anlatmaya çalışır.

KEMALİST CUMHURİYET: KOREGORAFİK BİR ARENA 

Güney Çeğin’in Terkipler’inin bir diğer önemli bölümü ise Türkiye Tarihi’ne dair olan kesim. Geç Osmanlı ve İttihat Terakki üzerine, Türkiye üzerine, Kemalist dönem üzerine, Erken Cumhuriyet üzerine çokça yazıldı. Hala da yazılmaya devam ediliyor. Bu yazılara aslında yazıdan ziyade Cumhuriyet-Taraf ekolleri ve mantalitesi etrafında süren bir yazışma demek daha doğru. Efradına cami, ağyarına mani bir dünya burası. Mutlak ön kabuller, öcü/cici Mustafa Kemaller, asr-ı saadet/ahir zaman Cumhuriyet yaklaşımları, araştırılmadan soruşturulmadan kabul edilmiş kadir-i mutlak ama kıymeti kendinden menkul çıkarsamalar.

Çeğin, bu teorik darlığı ya da yazışma adabını aşmak için, diğer makalelerde olduğu gibi, meseleye bir dava olarak değil, belirli bir teorik perspektif, ve belirli bir epistemolojik yaklaşımla meseleyi daha anlaşılır kılmaya çalışıyor. Bu bakımdan Michael Mann’ın önemli teorik argümanlarından olan Arena teorisi, Çeğin’in erken cumhuriyet dönemini anlamak ve anlatmak için yazdığı makale olan Tek Parti Döneminde Rejimin Militarist Özerkliği (Çeğin, 2017) başlıklı yazıda meselenin teorik karkası olarak kullanılıyor. Böylelikle, Mann'ın Arena’sını işe koşarak, meseleyi bir dava olmaktan çıkarıp, tarihsel olayı, tarihsel sosyolojinin nesnesi haline getirmek mümkün oluyor:

"Sivil toplumun aksine, bölgesel olarak sınırlı ve merkezi olan devlet her şeyden önce bir arena olarak tasavvur edilmelidir. çünkü toplumlar (dinsel otorite biçimlerinden toplumsal sınıflara değin pek çok ideolojik iktidar hareketi ve askeri elitler de dahil olmak üzeren), bazı faaliyetlerinin merkezi bölgeler üzerinde düzenlenmesine ihtiyaç duyarlar; sırf kendi sosy-mekansal zemine sahip örgütlenmeleri merkezi ve bölgesel olmadığı için. Bu yüzden iktidar kaynakları, devlet elitlerinineline teslim edilir. Devletin bu kaynakları elitler aracılığıyla kullanması da daha fazla iktidar kaynağının üretimine ve dolayısıyla büyük çaplı bir iktidar özekrliğine sebebiyet verecektir." (Çeğin, 2017:229)

Ne var ki, devletin elitleri arenada yalnız değildir. Mann’ın sivil toplum dediği alanın sivilliğinin sınırları, gene Çeğin’in Ermeni Kıt’alini anlamak için kaleme aldığı makalede iyiden iyiye anlaşılır oluyor. Zira, Çeğin’e göre, Ermenilerin mecburi bir şekilde tehcire tabi tutulmaları ve büyük bir kısmının hicret esnasında ölmeleri ya da öldürülmeleri, yalnızca İttihat ve Terakki ile Ermeniler arasındaki bir husumetin ötesinde, kökenleri Kırım Savaşı'na kadar uzanan ve II.Dünya Savaşı ile kırılan kimi fay hatlarının kaygan zemininde ilerlemiş bir meseledir. Çeğin, Gerlach’tan (Çeğin, 2017:272) ödünç aldığı teorik tertibat ikilemesinin ilki olarak bu büyük yapıların, devletlerin ve evrensel siyaset arenasının at koşturduğu alana 'Dikey Mekanizma' adını veriyor.

Ne var ki, dikey mekanizma, millet-i sadıka denilen Ermeniler’in tehcire tabi tutulmasına göz yuman, el altından ve açıktan destek veren, İttihatçi çeteleri coşturan sıradan ahali olmadan pek mümkün görünmüyor. İşte Çeğin burayı da gene Gerlach’ın tertibatının ikinci mekanizması olarak Yatay Mekanizma olarak tanımlıyor. Hülasa, ister erken cumhuriyet diyelim isterseniz Ermeni Tehciri, gene Bourdieu’nun teorik tertibatı ile bir cümlede tanımlanacak olursa “yapıyla fail arasında ontolojik suç ortaklığı”ndan başka bir şey değildir.

Kaynakça: 

Vassaf, Gündüz. (1997) Cehenneme Övgü ve Gündelik Hayatta Totalitarizm. İstanbul : İletişim Yayınları

Barther, Roland. (1977) The Neutral: Lecture Course at the College de France. London: Penguin Classic

Sartre, Jean-Paul. (2001) Bulantı. İstanbul: Can Yayınları

Durkheim, Emile. (2017) Sosyalizm Dersleri. İstanbul: Pinhan Yayınları

Çeğin, Güney. (2017) “Bourdieuve Giddens: Habitus veya Yapının İkiliği” Terkipler: Tarihe, Topluma ve Siyasete Dair Yazılar (içinde). Denizli: Kafka Kitap Kafe Yayınları.