Elif Türkölmez: Başlarım senin düzenine de örtüne de!

Elif Türkölmez'in ilk kitabı "Anne, Kız Harikasın", Çınar Yayınları etiketiyle çıktı. Türkölmez ile kadınların yükü sırtladığı öyküleri konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

Aslı Tohumcu [email protected]

Elif Türkölmez’i yıllarca yaptığı kıymetli haberler ve yazdığı köşe yazılarıyla bildik. Bildik bildik de güya, meğer ne cevherler saklıymış çıkınında. Türkölmez’in Çınar Yayınları’nca basılan “Anne Kız, Harikasın” adlı öykü kitabını okuyanlar bana hak verecektir.

Yazarın seksenlerle doksanlara dönüş yaptığı, her birinde kadınların öne çıktığı öyküleri en çok hüzünlü, buruk gülüşler vaat ediyor. “Anne Kız, Harikasın”ı okumayı bitirdiğinizde, Türkölmez’in tabiriyle kendinizi “donunuzla kanapeye atmak, bir sigara yakmak” ve teypte Zeki Müren çalmak isteyeceksiniz. Ya da belki abisinden haber alınamayan Nergis’leri düşünmekten uyku tutmayacak gözleriniz.

Seksenlerde ve doksanlarda acı tatlı ama öncelikle ustalıklı bir yolculuğa çıkmak istersiniz belki diye Elif Türkölmez’le konuştum.

“Anne Kız, Harikasın”ı okurken kendimi hem evime dönmüş gibi hissettim hem de yaşlanmış gibi. Utanmıyor musun bana kendimi böyle hissettirmeye?

Eve dönmek ve yaşlanmak dünyamızda varolan haller arasında en sevdiklerimden ikisidir. En sevdiğim meyve ise incirdir. Bunun konumuzla ilgisi yok ama söylemek istedim. Bu yüzden gurur duydum sana bunları hissettirmekle. Ama bu dediklerini şöyle anlamak istiyorum: Öyküler çok tanıdıktı bu yüzden kendimi eve dönmüş gibi hissettim. Sanki yerdeki kilim, duvardaki takvim, buzdolabındaki çürümüş elma bildikti, kendimi donumla kanepeye attım ve bir sigara yaktım.

Böyle bir eve dönme hissi olduğunu düşünüyorum. Ya da öykülerdeki temalar insanı öyle ya da böyle biraz geçmişe götürdüğü için insan kendini yaşanmış gitmiş bir zamanda buluveriyordur, ev dediğin şey belki de bir yer değil, bir vakittir...

Bazen yaşlanmayı, hızlıca yaşlanmayı o kadar çok istiyorum ki, telefonumda farklı tarihlerde, benzer durumlarda yazılmış ‘Yaşlanmak istiyorum’ notu var. Ama bir yandan bu aptalca notları silmeyi düşünüyorum çünkü bacak ağrısı ve bunama gibi şeylerden deli gibi korkuyorum. İstediğim yere gidememek ya da sevdiğim şeyleri hatırlamamak berbat bir şey olmalı. Düşünsene en sevdiğim meyve incir miydi, hatırlamıyorum. Bir yandan da konforlu bir şey tabii, neyse ne, üzüm var, üzüm ye...

Güncel okumalarımdan ikisinde, İsveçli Karin Tidbeck’in Zeplin’i ve ABDli Joy Williams’ın İyilik’inde kendimi ‘eve dönmüş’ ve ‘yaşlanmış’ hissetmiştim, ikisi de harikulade kitaplardı. Bu yüzden sana teşekkür ediyorum.

Aslında okuyucu olarak esas sorunum galiba kitapta öyküleştirdiğin 80’lerle 90’ların ve  o günlere dair güzel şeylerin (hüznün bile) de geride kaldığının kafama dank etmesi oldu. Neler kaldı o dönemden geriye, hiç mi güzel bir şey kalmadı?

Bence her şey, üzerinden biraz zaman geçince daha güzel geliyor insana. Zaman şahane bir şey. Unutturuyor. Çarpıtıyor. Filtreliyor. Ütülüyor. Anıların arasına lavanta keseleri yerleştiriyor. Ki kokmasın. Sonra eski sevgilini affediveriyorsun, Melis Sökmen’in Özlediğim şarkısını dinlediğinde ürperiyorsun, eski domatesleri özlüyorsun filan... Halbuki belki de yaşarken o kadar da güzel değildi. Üzerinden zaman geçince başka bir şeye dönüşüverdi. Zaman anılara makyaj yaptı, ruj sürdü onlara, aynı rujdan biraz da yanaklara...

Zaman keki bile fırından çıkarasıya yemene izin vermiyor, dur diyor, biraz zaman ver, kendine gelsin. Hep söylüyorum 90’lar şahaneydi ama aynı zamanda berbattı da. Çok fazla kötü şey oldu bu ülkede 90’larda, ben de bir çocuk olarak şahit oldum hepsine. Sivas katliamının olduğu gün yemekte şehriye çorbası vardı, hala şehriye çorbası yerken bir tuhaf olurum. Üzerinden zaman geçti diye unutamam.

'ŞIKIDIM ŞIKIDIM OYNAYAN BİR KADIN!'

Kahramanların hep kadın “Anne Kız, Harikasın”da. Herhalde bilinçli bir tercihti bu.

Başlangıçta değildi ama kitaba seçtiğim öyküler bir araya geldikçe bir tema oldu sanki. Bunlar böyle bir saçak altında toplandı ama bambaşka öyküler yazdığımı da söyleyeyim. Bilimkurgu seviyorum mesela, Sovyet bilimkurgucu Strugatskiy kardeşleri satır satır okuyorum, cümlelerini defterlerime geçiriyorum, yazdıkları şeylerin resimlerini çiziyorum. Ama tabii bilimkurgu yazarken içime doğan karakterler de yine kadın. Bu niye böyle bilmiyorum. Kurgu karakterlerde sevdiğim kişiler çoğunlukla kadın: Fargo’daki polis memuru Marge Gunderson’a bayılırım mesela.

Masalları severim. Kırk kat yatağın altına bezelye tanesi konularak prenses olduğu anlaşılan kadının çirkefleşip bütün yatakları yaktığı yeni versiyonlar düşünürüm. Şarkılara bayılırım, Tarkan’ın Şıkıdım şarkısında bahsettiği şıkıdım şıkıdım oynayan o a acayip kadının kim olduğunu merak etmeyi ve onunla ilgili bir şeyler kurgulamayı filan severim. Düşünsene ha bire şıkıdım şıkıdım oynayan bir kadın, şahane.

anne Elif Türkölmez, Anne Kız, Harikasın, Çınar Yayınları, 2017.

Ama kitabındaki bu kadınların yine hepsinin mutlu olmak isteyen kadınlar olması senin tercihin değil. Yaşam koşullarının, mahalle baskılarının, dönem politikalarının getirdiği bir şey…

Ben küçükken paraları olmadığı ya da yetmediği için apartman dairesinde değil de, yan apartmanın altındaki dükkanda yaşayan bir aile vardı, kimse onlara oturmaya gitmezdi, tek göz dükkanda yaşıyorlardı çünkü. Nerede yıkanıyorlardı mesela bilmiyorum. Dükkanın camlarında kalın perdeler asılıydı. O kadın mesela çok mutsuz görünüyordu. Böyle, kapitalist düzenin bozuk düzeninden sebep yaşanan saçmasapan mutsuzluklarla geçti ömürler. Masaörtüsü öyküsünde masaörtüsünü köprüden aşağı atan Nergis’e bayılıyorum. Başlarım senin düzenine de, örtüne de...

Kadınların böyle dik kafalı olması, birbirlerini yalnızlaştırmaktansa birbirlerine destek olması lazım diye düşünüyorum. Biz bu düzenden büyüğüz, birinin ekmeği yoksa bölüşürüz.

'İYİ HİSSETMEYE ÇABALAMA MODASI VAR'

Kitap minimalist öykülerden oluşsa da, ben bir solukta, büyük ve tek bir öykü gibi okudum hepsini. Kitabın kapağını kapatırken de büyük bir özlem hissettim 80’lere ve 90’lara. O günlerdeki mutsuzluğumuz bile güzelmiş sanki. Bana mı öyle geliyor yoksa?

Bana da biraz öyle geliyor, motifler birleşmiş de bir masaörtüsünü oluşturmuş gibi. Hem her motif ayrı hem de bütünle uyumlu. Bu, dediğim gibi benzer temalardaki öyküleri seçmemizden kaynaklanıyor olabilir. Oradaki mutsuzluğumuz daha mı güzeldi bilemiyorum. Ama mutsuzluğu kabul etme, onun da başımızdan geçmesi gereken bir hal olduğunu bilme biçimi daha güzeldi elbette. Şimdilerde, ‘iyi hissetme’ye çabalama modası var. Halbuki bugün de iyi hissetmeyiver, bir şey olmaz, ölmezsin.

Zaten biriktiriyor muydun bu hikayeleri yoksa Radikal kapandıktan sonra bir soluk alıp mı başladın yazmaya?

Aslında hep yazmak istiyordum, ufak ufak da yazıyordum ama bir süre önce oturup daha çok çalışmam gerektiğine karar verdim ve son sekiz dokuz ay içinde bitirdim bu öyküleri. Radikal kapanmadan önce de zaten pek bir şey yazmıyordum Radikal’e artık. Aslında hiçbir yere yazmıyordum doğru dürüst. Uzun süredir işsizdim. İş arıyordum ama bir yandan da bütün gün yazı yazmak, kapanıp yazmak, sadece yazmak ve yalnız kalmak istiyordum. Hep diyorum ki hem memurluk yapıp hem yazı yazan dev yazarlar var şımarma ama ben yapamıyordum işte.

Şu anda da değişen bir durum yok. Kiramı ödemem lazım, ekmek almam lazım, iş bulmam lazım ama ben sadece oturup yazmak istiyorum. Bu konuda çok zorlanıyorum. Ben Kadıköy doğumluyum, burayı hep evim bildim ama artık burada yaşayamıyorum. Elma alamıyorum, faturalarımı ödeyemiyorum, ödemek de istemiyorum. Şimdi bir köye taşınma planı yaptım. Eğer telifli birkaç iş bulabilirsem, diyorum ki gider orada sadece yazarım. Köpekler, mercanköşkler, nar ağaçları... Başka da bir şeyde gözüm yok.

'BULUTLAR İKİ YANA ÇEKİLİP GÜNEŞE YOL VERECEK'

Son bir soru; günün birinde mutlu olacak mı kadınlar, olabilecekler mi? Bir umudun varsa nereden ve neden kaynaklanıyor?

Olacaklar. Ben insanların et yemeyi bıraktıklarında bedensel ve ruhsal sağlık ve huzura kavuşacaklarını düşünüyorum. “Hıı, tabii tabii” diyorlar biliyorum ama gezegendeki sömürü düzeni bittiğinde, insanlar beslenmek, yaşamak için başkalarına zarar vermek zorunda olmadıklarını anladıklarında bir şeyler değişecek. Belki beş yüz yıl sonra ama değişecek. Yeni bir hukuk yazılacak, yeni bir düzen kurulacak.

Ben görmem, ben kötülüklerin, savaşların, açlıkların olduğu bir dünyada yaşadım, insanların omlet yediği ve hayvanat bahçesi gezdiği ve birbirine tecavüz edip parçaladığı ve sadece yaşamak için başka topraklara giderken denizlerde boğulduğu, uyurken panzer altında ezildiği berbat bir dünyada yaşadım ama görmüş kadar mutluyum çünkü umutluyum.

Her şey daha da kötüye gidecek, çok fazla fırtına kopacak ve sonra bulutlar iki yana çekilip güneşe yol verecek.

Umarım....