Yakup'un hikayesinden insanın hikayesine

Hüseyin Kıran’ın “Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor” adlı kitabı, belirsiz bir zamandan bilmediğimiz mekândan biraz masalsı, sınırları zorlayan, cümleyi tersine çeviren “delirmiş” bir dil ile bizim türümüzün yani insanın hikâyesini anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - YAKUP'UN HİKAYESİNDEN, İNSANIN  HİKAYESİNE 

Hüseyin Kıran’ın “Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor” adlı son kitabı geçtiğimiz günlerde Sel Yayıncılık tarafından basıldı. Kıran’ın edebiyatını önemsiyorum. Bunun kendimce öznel okuma serüvenimin getirdiği sebepleri var elbette. Bir Hüseyin Kıran metni ile karşı karşıya iseniz mesela bu bir roman ise, bilmeniz gereken sağlam bir alt metin ile karşı karşıya olduğunuzdur. Dilinizin sınırlarının genişleyeceği, aklınızın içiyle dışının birbirine gireceği en önemlisi üzerine düşüneceğiniz bir şeyler vaat eden bir okuma deneyimi yaşayacaksınızdır. Son dönem edebiyatında çok alışık olduğumuz birkaç afili cümle ile tatmin olacağınız türden de değildir yazarın yazma edimi. Okurdan da emek bekler Hüseyin Kıran metinleri, bu nedenle üzerine konuşmak için derinlikli bir okuma gerekir. Bu yazarın kaygısıdır iddiasında değiliz elbette bir okur olarak benim yazarın edebiyatı üzerine düşündüğümde aklıma gelenler bahsetmeye çalıştığım.

dag-yolunda-karanlik-birikiyor .

BİR YOL HİKAYESİ

“Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor” bir yol hikâyesi barındırıyor diyebiliriz. Ancak bana kalırsa bu yol daha çok insanın dünyadaki yolculuğu ile ilgili. Kitabın kahramanı Yakup, efendileri tarafından elçi olarak görevlendiriliyor ve dağ kabilelerine onların mesajını iletmek için yola koyuluyor ve onun macerası böylece başlıyor. Yakup elçilik elbisesi, güzel atı ve efendileri tarafından kendisine verilen bu önemli göreviyle oldukça güçlü başlıyor yolculuğa. Öyle ki onun gücü Neolitik Dönem insanının tüm gücü elinde tutabileceğine inandığı ve bu nedenle dünyayla, kendisiyle, hayvanla, doğayla girdiği iktidar mücadelesini çağrıştırıyor. Yakup böyle güçlü başladığı yolculuğu elinde olanları tek tek kaybederek oldukça güçsüz bir şekilde sonlandırıyor. Tıpkı insan türü gibi çünkü eline geçirdiği gücün ona sonsuz imkânlar vereceğine inanıyor Yakup. Doğaya istediği gibi hükmedebileceğini, kendisi gibi olmayanı kendisine benzetebileceğini, dili farklı olduğu için karşısındakini “aşağı” görebileceğini sanıyor. Ve hükmetme arzusu onun sonunu getiriyor, en son çamurlar içerisinde boğulurken, o bilindik yaratılış öyküsünü akla getiriyor, çamura dönüyor Yakup. Yakup’un yolculuğu bir bakıma insan türünün gittikçe sarpa saran dünya üzerindeki varlığını anımsattı bana, bitmek tükenmek bilmeyen hâkim olma arzusu ve ortaya çıkan yaşanmaz bir dünya, çamurdan gelenin çamura dönüşü, yokluğu, bitişi.

İnsan türü ilginç bir varlık, güç ile var olabilen bir varlık, bu nedenledir ki insan çoğu zaman kendisini bir güce yaslayarak tanımlayabiliyor. Efendileri var insanın, kendisi kayıp, kendi duygusu, kalbi efendisininkiyle var olabiliyor. Böylece efendinin gölgesinde bir varlık ile karşı karşıya kalıyoruz. Onun gücünü içselleştirmiş, o ne kadar güçlü ise kendisini o kadar güçlü sayan ve aldığı o güçle kendisinden daha güçsüze hükmedebileceğini varsayan, çok uzak olmadığımız tanıdık bir insanlık hâlini de hatırlatıyor Kıran’ın kitabı bu açıdan. Karakterimiz Yakup’un varlığı örneğin; kendisinin de fark ettiği gibi efendisinin mektubundan daha kıymetsiz, kendi deyimiyle “mektubun emrinde” bile sayılabilir. Ama önemli olan efendinin ona görev verme lütfunda bulunmuş olması olduğu için, yani ondan aldığı güç ile kendisini tanımlayabildiği için çok da önemli değil gibi görünüyor bu durum. Böylece güç ilişkilerini de anlatısına taşımış oluyor yazar. İnsanın insana hükmetmesinin asıl sebebi olan bir ilişki biçimi sözünü ettiğimiz, güç aslında tüm insanlarda var ama kendiliğini kaybeden, başkasının yaşamının öznesi olan insanın, efendisinin varlığının simülasyonu olarak ancak kendisini var hissedebildiği, kendisinden geriye bir şey kalmayan hâli.

ELÇİ DERESİ 

Kitabın insanın yolculuğuna gönderme yaptığını düşündüğümü belirtmiştim. İnsan türünün dizginleyemediği arzularından birisi de mülk edinme ve her şeyi bilme ve adlandırma isteği bana kalırsa. Çünkü bilmek onu keşfetmek ve adlandırmak bir anlamda onu mülkleştirmek anlamını içeriyor. Özellikle doğayı tahakküm altına alma çabası içerisindeki insan türü doğada ne var ne yok ise bilip, adlandırıp kendi mülküne katma çabası içerisinde. Çünkü insan için dünyanın kendisi dışında kalan varlıklarının tamamı onun hizmetine sunulmuş “şeyler” anlamına geliyor. Bu nedenle dünyanın varlıkları denetlenmeli kayıt altına alınmalı ve olabildiğince onun yararına sunulmalıdır ki tatmin olabilsin. Kahramanımız Yakup’un kendi hükümranlığı ilan etmek isteyince kurduğu şu cümleler gibi: “Buradan bakınca oldukça büyük ve görkemli bir olayla derenin adını bağdaştıran ben, ona kısa ve akılda kalıcı ve hikâyesine uygun biçimde Elçi Deresi adını uygun buldum. Kayıt altına alıyorum, Elçi Deresi’ni doğduğu bilinmez topraklardan, bir ırmağa dönüştüğü ya da bir ırmağa karıştığı ya da bir denize belki göle kadar üstüme geçirdim. Kayıtlıdır, benimdir, bana aittir. Akma olarak akma kuvveti banadır; üstüne kurulacak değirmen ve bıçkı atölyeleri için bana vergi verilip pay ödenmesi ya da her kıyıda kiralık ya da diri balıkların etlerine, balıklarına el koyma hakkımı elde tutuyorum…”

DELİRMİŞ BİR DİLDEN İNSAN HİKAYESİ 

Hüseyin Kıran’ın “Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor” adlı kitabı, belirsiz bir zamandan bilmediğimiz mekândan biraz masalsı, sınırları zorlayan, cümleyi tersine çeviren “delirmiş” bir dil ile bizim türümüzün yani insanın hikâyesini anlatıyor benim fikrimce. Kıran, karakter yaratma becerisini bu kitapta da sonuna kadar göstermiş. Yakup karakteri, gücü eline geçirince her şeye hükmetme arzusuna kapılan, önüne kattığını ezip, tüketen dünyada sadece kendisi varmış, tüm varlıklar ona sunulmuş gibi davranan, âdeta Tanrı olmak isteyen bir varlığın trajedisini çıkarıyor kitapta karşımıza. Devamlı ileriye ve iyiye gittiğine inanan, sonsuz olma iddiasında, ölümlü bir varlık olmanın tüm hırçınlığıyla yok eden ama bu edimleriyle kendisini de yok eden insan türü, Yakup karakterinde varlığını buluyor da diyebiliriz özetle.