Kış karanlığı sofralara çökerken: Gıda krizini nasıl açıklayabiliriz?

Tarımsal üretimin her aşamasında metalaşma ve sermaye birikimi egemen olmuştur. Tarladan sofraya her aşamanın temel belirleyeni endüstriyel tarımın aktörleri olan şirketlerin egemenliğidir.

Google Haberlere Abone ol

Murat Büyükyılmaz

Son domatesler kavanozlanıyor, son biberler ipe seriliyor; kış yaklaşırken tarlalar boşaldıkça, her halükarda yerinde duramayan gıda fiyatları bu kez aprona tıkılmış at misali sabırsızlanıyor, huysuzlanıyor. Kışın karanlığı sofralara çökmeye hazırlanırken, bir yanda çiftçi diğer yanda üç kuruşla karnını doyurmaya çalışan işçi, memur, öğrenci, hatta editör, muhabir, kameraman; gözlerini etiketlere dikmiş çarşı pazar kıyın kıyın geziyor…
Peki yılda bilmem kaç kez atılan başlıklarda, geçilen KJ’lerde kendine kolaylıkla yer bulan bu “Gıda Krizi” gerçekten nedir? Sık sık başımıza gelen ve tarladaki terimize, sofradaki lokmamıza kast eden bu mefhumu iyice bir anlasak da öyle çözümü konuşsak istedik.

Başlıyoruz...

Türkiye’de tarım ve gıda alanındaki sorunlar uzun yıllardır varlığını sürdürse de son birkaç yıldır bu alanda yaşanan niteliksel bir değişimden söz ediyoruz. Bazen ‘tarımın çöküşü’ olarak adlandırılan bazen de ‘çiftçilerin isyanı’ ile gündeme gelen değişimi hakkıyla adlandıracaksak, istesek de istemesek de bir gıda krizinden bahsetmek durumundayız.
Gıda krizinden lafı açtığımızda ise hem kriz ifadesinden neyi kastettiğimizi hem de krizin tarihsel sürecini ilişkisel ve bütünsel bir çerçevede sunmalıyız.

Türkiye’de ve dünyada tarım ve gıda alanındaki sorunlar her ne kadar on yıllara yayılan bir seyir izlese de Kovid-19 salgını ile birlikte çeşitli başlıklardaki sorunlar derinleşti ve Türkiye’de bu sorunlar bir tarım ve gıda krizine evrildi. Gün yüzüne çıkan bu sorunlar ve kriz hali, aldığı biçim ne olursa olsun, kapitalizmde meydana gelen tüm krizlerde olduğu gibi, ilk bakışta görünenin ötesinde, kapitalizmin temel yasalarına tabi bir temele sahip. Eğer krizi anlamak ve krize karşı geniş halk kesimlerini koruyabilecek bir çözüm üretme istiyorsak, bu temellere ulaşmak; krizi meydana getiren koşulları ve işleyişleri ortaya koymak durumundayız.

Eğer kriz durumunu, belirli bir alandaki işleyişin artık işleyemez hale gelerek tıkanması şekilinde ifade edecek olursak; tarım ve gıda alanında üretim, bölüşüm ve tüketim alanlarının tümüne sirayet eden bir kriz halinden bahsetmek hiç de yanlış olmayacaktır.
Yaklaşık 3 yıllık bir dönem içerisinde tarım ve gıda alanındaki tartışmalardan biriktirdiklerimize dayanarak, gıda krizinin hangi sorunlarla gün yüzüne çıktığını ortaya koymakla başlayabiliriz. Böylece, süreç halindeki çelişki olarak işleyen kapitalist sermaye birikiminin tarım ve gıda alanındaki seyrini de incelememiz mümkün olabilecektir.

Türkiye’de bir gıda krizi tartışmasını gündeme getiren gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz...

ÇİFTÇİ MALİYETLERİNİN ARTIŞI

Çiftçilerin üretim yaparken ihtiyaç duyduğu ve çok büyük oranda endüstriyel tarımın hâkim hale gelmesiyle çiftçilerin bağımlılaştırıldığı girdilerin fiyatları, bu girdilerin temininin ithalata bağımlı olmasının da büyük etkisiyle, gün geçtikçe katlanarak artmakta; çiftçilerin erişemeyeceği seviyelere ulaşmaktadır.

Doğayla uyumlu geleneksel tarım tekniklerinin yerini giderek daha yüksek verimi ve daha çok kârı amaçlayan endüstriyel tarımın alışı, bir yandan çiftçileri girdi kullanımına bağımlı hale getirirken öte yandan bu girdileri üreten çokuluslu şirketlere geniş pazar olanakları yaratmıştır.

ÇİFTÇİ BORÇLULUĞU

Tarımsal girdi maliyetlerinin artışına Türkiye’deki hayat pahalılığı ve çiftçilerin gelir düzeylerinin düşmesi de eklendiğinde, üretim ve yaşam döngülerini sürdürmek için çiftçiler başta bankalar olmak üzere farklı yollarla borçlanmak durumunda kalmışlardır.
Çiftçilerin karşılaştığı düşük gelir yüksek gider sarmalına karşılık olarak iktidarın çiftçileri krediye yönlendiren müdahalesi de borçluluğu derinleştirmektedir.

ÇİFTÇİLERİN KAZANCININ AZALMASI YA DA ÇİFTÇİLERİN ZARAR ETMESİ

Artan girdi maliyetleri karşısında, iklim krizi de dâhil olmak üzere ekolojik krizin beklenmedik olumsuz etkilerinin maliyeti ve gıda tedarik zincirinin güçlü aktörlerinin baskılayıcı müdahaleleriyle düşük tutulan üretici satış fiyatlarının etkisiyle çiftçilerin kazançları azalmakta ve zarar etmeleri olağanlaşmaktadır

Geçmişte krizler karşısında en dayanıklı, en dirençli olabilen tarımsal üretim, endüstriyel tarımın girdilere bağımlılığı, hastalıklar ve iklim değişikliğine karşı son derece dayanıksızlığı nedeniyle yaşanan krizin en çok hissedildiği alan haline gelmiştir. Çiftçiler küresel iklim değişikliğinin sonucu daha sıkça karşılaşılan don, dolu ve kuraklık gibi doğal afetler, pandemiye ek olarak girdi fiyatlarının yükselmesiyle ve hasat dönemlerinde ürün fiyatlarının ithalatla baskılanması sonucu üretemez duruma gelmiştir. (Ali Bülent Erdem)

Tarım ve gıda işçilerinin ücretlerinin baskılanması, şartlarının kötüleşmesi, iş kazaları tarımsal üretim alanının verimlilik ve kâr hedefine uygun şekilde dönüştürülmesi, tarım isçilerinin çalışma koşullarının ve ücretlerinin de kârı en çoklayacak şekilde baskılanmasını beraberinde getirdi. Ücretler eridi, çalışma koşulları daha da kötüleşti ve her yıl daha çok tarım işçisi kamyonet kasalarında ölüme sürüldü.

60 yaşındaki Sultan Hanım’dan dinleyelim:
“Ekonomik durum çok kötü, günden güne daha da kötüye gidiyor. 100 TL’lik yiyecek alıyorum, birkaç hafta sonra aynı yiyecek 150 TL oluyor. Ben 90 TL yevmiye alıyorum. 12-13 saat 90 TL için çalışılır mı? Çalışılmaz. Ama ne yapalım, mecbur olduğumuz için çalışıyoruz. Zeytine gitmek için gece 3’te kalkıyorum. Çay yapıyorum, içiyorum, 4 buçukta arabaya biniyorum, 2-2 buçuk saatte 150 km yolculuk yaparak işe gidiyorum. Akşam 6’da eve dönüyorum. Eve dönünce de sobamı yakıyorum, ekmeğimi, yemeğimi yapıyorum, bulaşığımı yıkıyorum. Her şeyi kendimiz yapmak mecburiyetindeyiz. Kadınlara her şey daha da zor. Sendikam yok, sigortam yok, ufak bir hastalıkta bile doktora gitmeye korkuyorum. Çünkü ilaçlar çok pahalı, doktora görünmek pahalı. Alamıyorum, gidemiyorum. Valla ben gerçekleri konuşuyorum. Benim ağzımda hiç dişim yok, doktora gidip 4-5 milyar verip diş taktıracak gücüm olmadığından ötürü gidemiyorum. Ağzımda diş yok, yemek bile yiyemiyorum. Vallahi bizim durumumuz çok kötü. Hele kadın olarak durumumuz daha da kötü. Yevmiyeye gitmedik mi acımızdan ölürüz, mecburuz gidip çalışmaya. Gelsinler de bir görsünler durumumuzu, görsünler evden işe kaçta gidiyorum kaçta geliyorum, neler yaşıyorum...”

Tarım işçileri gibi gıda işçileri de gıda tedarik zincirine emek gücünü katıyor ama çetin sömürü koşullarında yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Düşük ücret, zor koşullar ve iş cinayetlerine varan mobbing ile çalışmaya devam ediyor.

GIDA FİYATLARI ENFLASYONU

Ekonomik kriz geniş halk kesimlerinde telafisi mümkün olmayan gelir kayıplarına neden olurken, tarım ve gıda alanındaki pek çok soruna bağlı olarak artmaya devam eden gıda fiyatları, hem ekonomik göstergeler hem de toplum sağlığı açısından ciddi bir toplumsal güvenlik sorunu haline geliyor.

Üreticiler, döviz kurundaki artışlara bağlı olarak yükselen üretim maliyetlerine ve üretmeye devam edebilmeleri için yapılması gerekenlere dikkat çekerken; uzmanlar ise tarımsal üretimin gerek yapısal gerekse güncel olarak bir değişime ihtiyaç duyduğunu ifade ederek, önümüzdeki dönemde fiyatların daha önce görülmemiş düzeylerde artabileceği uyarısında bulunuyorlar.

Gıda güvenliğinin aşınması, gıda güvencesizliği ile gıdada taklit ve tağşiş artışı gıda üretiminin tüm aşamalarında kullanılan girdi ve ambalaj gibi tüm malzemeler ile tüketim koşullarının tümünün insan sağlığına etkisi, gıda güvenliği alanına gidiyor. Tarım ve gıda alanında üretimden tüketime kadar her aşamanın pek çok kriz başlığı sebebiyle baskılanması ve kâr önceliği, gıda güvenliğinde derinleşen bir aşınmaya sebep oluyor. Beslenme amacıyla tüketilen ürünler ölüme götüren bir gıda suikastına kadar varabiliyor.

GIDA GÜVENCESİNİN AŞINMASI

Gıda fiyatlarının artışı ve gıda tedarik zincirinin merkezîleşmiş kapitalist akılla düzenlenmesi, gıdaya erişimi “olağanüstü” durumlarda olduğu kadar “olağan” durumlarda da zorlaştırıyor. Gıda güvencesi aşınıyor.

Yukarıda saydığımız tüm başlıkları, gıda krizinin görüngüleri olarak hem birer kriz başlığı hem de çok yönlü gıda krizindeki etkenler/nedenler sarmalının birer düzlemi olarak değerlendirebiliriz.

GIDA KRİZİNİN MEKÂNSALLIĞI

Çoğunlukla Türkiye’den bahsetsek de, Türkiye’nin özgün işleyişini etkileyen bir küresel gıda krizinden de onun nedenlerinden/etkenlerinden de bahsetmek gerekiyor. Gıda krizi, oluştuğu veya tutunduğu her düzleme göre farklılıklar gösteren bir hastalık gibi tüm küresel mekânsallıkta farklılaşarak var oluyor; çünkü söz konusu mekânsallıkta yaşamı kapitalist hâkimiyet belirliyor. Endüstriyel tarım ve gıda sisteminin krizi, her mekânsallığı Türkiye kadar derinden etkilemese de bir köyde, bir kentte, bir ülkede veya bir bölgede/kıtada insan ve doğal yaşamı etkileyebiliyor, hatta belirleyebiliyor.

Gıda krizinin zamansallığı ya da kriz hangi konjonktürde meydana geliyor? Gıda krizinin Türkiye’de, krizlerin kesişimselliği koşullarında, başka bir deyişle bir META krizin içerisinde meydana geldiğini söyleyebiliriz.

Bir yandan ulusal ekonomik göstergelerin tamamında izlenebilen sürekli bir kötüye gidiş diğer yandan da resmi göstergelerin göstermediği veya gizlediği toplumsal sosyo-ekonomik çöküş, gıda krizinin toplumun geniş kesimleri tarafından giderek daha da derinden hissedilmesine sebep oluyor.

İktisadi kriz, gıda krizinin hem etkeni hem de sonucu olarak toplumsal yaşamda ağırlığını koruyor.

Özel olarak iklim krizi ve genel olarak da ekolojik krizin ortaya çıkardığı şartlar, tarımsal üretimin her aşamasından gıda tedarik zincirinin son aşamasına kadar tüm tarım ve gıda alanını etkiliyor, gıda krizini her bir aşamada derinleştiriyor. Endüstriyel tarım ve gıda sisteminin işleyişi ise iklim krizini ve ekolojik krizi derinleştiriyor, kalıcılaştırıyor.
Türkiye’nin kim tarafından, kimin için ve hangi fikirlerle yönetileceğine dair yaşanan karmaşa ve mücadeleler bir siyasi krize dönüştükçe, gıda krizinin neden ve etkenlerine dair uygulanacak politikalar ve yaşama geçirilecek önlemler de bu kriz koşulları tarafından belirleniyor; taraflı veya yanlış uygulanıyor ya da erteleniyor.

Tüm bu kriz başlıklarının ilişkisel bütünlüğüne atfen ifade ettiğimiz META kriz, belki de en çok gıda krizini etkiliyor ve hatta belirliyor.

GIDA KRİZİNİ HANGİ TOPLUM KESİMLERİ NASIL DENEYİMLİYOR?

Endüstriyel tarım ve gıda krizi için adeta bir laboratuvar olan Türkiye’de her toplumsal kesim bu krizden farklılaşarak ama mutlaka etkileniyor.

Çiftçiler, üretemez hale geliyor, geçinemiyor ve insanca bir yaşama erişemiyor.
İşçiler, emek güçlerini sarf etmelerine ve üretmelerine rağmen zaten beslenemiyor, hatta doyamıyor; sömürü artsa da geçinemiyor.

Kadınlar, toplumsal yeniden üretimin biricik aktörleri olarak çifte sömürüye karşın gıda krizinden iki kat etkileniyor; beslenemiyor, hatta doyamıyor. Çocuklar, yaşamlarının en savunmasız anlarında, gıda güvencesi ve gıda güvenliğinin yokluğuyla karşı karşıya bırakılarak telafisi mümkün olmayan tahribatlara maruz kalarak geleceklerini kaybediyor.
Emekliler, eriyen emekli maaşlarının gereksindikleri gıdaya yetmemesi sebebiyle sağlıksız gıdalara, uzun tanzim kuyruklarına terk ediliyor.

Özel bakım ve beslenme gereksinimli yurttaşlar ise yaşamsal gıdalarına ulaşamıyor, yine çocukların yaşadığı gibi telafisi olmayan tahribatlarla yüz yüze kalıyor.

Orta ve üst sınıflar, gıdaya erişimde sahip oldukları avantaja rağmen, gıda güvenliğindeki aşınmadan farkında olmadıkları kadar etkileniyor, gıda güvencesindeki aşınmayı bile giderek daha fazla hissediyorlar.

Gıda Mühendisi Dr. Bülent Şık'ın önerdiği etkenler ve nedenler ayrımı, yaşanan niteliksel değişimin yani gıda krizinin analizinde bu açıdan çok önemli bir yöntemsel anahtar işlevi sağlıyor. Böylece, hemen hemen Kovid-19 salgınının başlangıç günlerinde erişilen gıda krizinin tarihsel gelişimine baktığımızda, Türkiye’de tarım ve gıda alanındaki temel dönüşümlerden doğan nedenler ile süreç içerisinde ortaya çıkan farklı etkenler ayrımını yapmamız gerekiyor.

Her ne kadar son birkaç ayda çok farklı kesimlerden ‘gıda krizi’ ifadesini duyar olsak da AK Parti/Saray Rejimi’ne yönelik günlük politik eleştiri ve emekçi halkların tepkilerine yönelik bir politik salgı düzeyini aşan bir gıda krizi tartışmasına ihtiyacımız var. Çünkü günlük politik polemiklerin ötesine geçemedikçe sorunun nedenlerini ve etkenlerini ortaya koyamıyor ve haliyle de bir çözüm stratejisinden bahsedemiyoruz.

Günlük politikaları ardımızda bırakarak devam edecek olursak, gıda krizinin görüngülerini, yani topluma yansıma biçimlerini değerlendirebiliriz; evet çiftçi üretemiyor, evet çiftçi bankalara borcunu ödeyemiyor, evet gıda enflasyonu aldı başını gidiyor, evet emekçi halklar tüketemiyor ve beslenemiyor, evet evet evet...

Bu görüngülere yönelik pek çok politika önerileri dile getiriliyor ve bunlar gıda krizine çözüm olarak dillendiriliyor.
Çözüm olarak önerilen politikaları şöyle sıralayabiliriz:
* Daha fazla üretmek
* Çiftçiyi daha fazla desteklemek
* Tarım ve gıda alanını düzenlemek
* Tarım yöntemlerini geliştirmek
* Tarım ve gıda alanını planlamak
* Verimlileştirmek
* Toplulaştırmak ve/veya devletleştirmek

Evet, ama gıda alanında ortaya çıkan kriz başlıklarının hiçbiri bir günde meydana gelmedi, dolayısıyla yukarıdaki gibi birkaç idari düzenleme veya yardım politikalarıyla ortadan kaldırılamaz. Örneğin, çiftçilerin ithalata bağımlı girdilerin fiyatlarındaki artış sebebiyle üretimden çekilmesi karşısında çözüm olarak sunulan çiftçilere girdi yardımı, temel nedeni hesaba katmadığı için bir çözüm olamaz. Çünkü ithalata bağlı girdilerin artan maliyetleri, gıda krizinin aldığı biçimlerden birinin veya birkaçının etkeni olabilir ama temel neden değildir. Temel neden, tarım ve gıda alanında kapitalist sermaye birikiminin hâkim kılınması anlamına gelen endüstriyel tarımdır; analizin ve çözüm arayışının temelinde endüstriyel tarım ve gıda sistemi olmalıdır. 

Çözüm stratejisi, nedenleri ve etkenleri ortaya koyan ilişkisel ve bütünsel bir yaklaşımla yaşama geçirilirse başarılı olabilir. Elbette içerisine sürüklendiğimiz gıda krizinin ortaya çıktığı biçimlerin üzerinde, endüstriyel tarım ve gıda sisteminin dışındaki etkenlerin de izi vardır; analiz ve çözüm stratejisi arayışında mutlaka hesaba katılmalıdır fakat izin derinliği ne kadar olursa olsun temel nedene ikame edilmemelidir.  Gıda krizinin son günlerde yaşanan bir diğer görüngüsünden bahsederek konuyu şimdilik burada noktalayacak olursak; Türkiye’nin enerji alanında yaşadığı krizin etkisiyle çiftçilerin üretimlerine devam edebilmek için gereksinim duydukları enerjiye erişimlerinde yaşanan sorunlar, hem endüstriyel tarım ve gıda sisteminden hem de Türkiye’nin enerji rejiminden kaynaklanan yapısıyla neden ve etken ayrımını içerisinde meydana geldikleri ilişkisel bütünsellikte ortaya koymamıza olanak sağlıyor. Bütünü hedeflemeyen ve ilişkileri yeniden kurmayan bir yaklaşımın çare olması mümkün değil. 

Siz ilişkisel bütünsellik filan diye konuştuğumuza bakmayın, basbayağı toplumsal ihtiyaçlarımızı kâr için metalaştıran kapitalizm işte! Endüstriyel tarım ve kapitalist gıda sisteminin krizi Türkiye’de meydana gelen krizi, iki temel üzerinden açıklayabiliriz. İlki, endüstriyel tarımın geldiği aşama itibarıyla, Türkiye’deki tarım ve gıda alanının tüm bölümlerine yayılarak her aşamayı kapitalist sermaye birikiminin gereklerine göre düzenlenmesidir. Yani başka bir ifadeyle, tarımsal üretimin her aşamasında metalaşma ve sermaye birikimi egemen olmuştur. Endüstriyel tarım, Türkiye’de tarım alanında hâkim üretim biçimi olarak kendisini var etmiştir. İkincisi ise politiktir ve Türkiye’de tarım ve gıda alanından çekilen kamunun yerini dolduracak bir üretici yurttaş inisiyatifinin kurulamadığı koşullarda tarladan sofraya kadar her aşamanın temel belirleyeninin endüstriyel tarımın aktörleri olan şirketlerin egemenliğidir.

Tarımsal üretimin ilk adımından tüketilen gıdaların artıklarının sarfiyatına kadar her adımda kendisini gösteren endüstriyel tarım ve gıda krizi, sadece alanın uzmanları veya ilgilileri tarafından değil, gıdanın yolculuğunun her adımında emeği ve hakkı olan tüm canlıların menfaatini gözeten bir bütünsellikle ve gıda üzerinde emeği ve hakkı olan her yurttaşın sözüne ve kararına alan açan bir katılımcılıkta tartışılmalıdır.

Krize karşı yaşama geçirilecek politikalardan halkın gıda sisteminin inşasına kadar tüm çözüm arayışları, ancak krizin yukarıda özetlemeye çalıştığımız kapsam, bütünsellik ve kapsayıcılıkta ortaya konulması ile mümkün olabilecektir. Böylece gıda krizine karşı harekete geçmek, gıda egemenliği için de harekete geçmek anlamına gelecektir...