YAZARLAR

Kimlik siyasetinden çıkış yolu eşitlik politikası

Erdoğan’ın kutuplaştırma siyasetinin üzerine kurulu seçim stratejisi ve yirmi yıllık yönetim şekli artık taşınamaz halde ve altı muhalefet partisinin uzlaşması ve bu uzlaşmayı istikrarlı bir şekilde kararlılıkla kökleştirmeleri, iktidar için kâbus senaryosu. Altı partinin uzlaşması ve liderlerin düzenli olarak bir araya gelmesi, ortak akıl ve ortaklaştırılmış dille aynı metnin imzalanması kutuplaştırma siyaseti için yıkıcı ama daha önemlisi toplum için dönüştürücü etkiye sahip.

İktidar medyası aylardır neredeyse aralıksız olarak sabah akşam muhalefet için ama tabii ki Erdoğan’ın dişine göre “en uygun” cumhurbaşkanı adayını belirlemekle meşgul. Son zirvede yapılan basın açıklaması dolayısıyla yine hayal kırıklığına uğrayıp sırf cumhurbaşkanı adayı açıklanmadığı için metinde yer alan politik öncelikleri, yaklaşımları ve hedefleri yok sayma, değersiz ve anlamsız bulma eğilimi yaygın. Kimlik çatışmasının, siyasal ve toplumsal kutuplaşmanın ötesinde siyaset yapma yollarının hiç olmadığı, olamayacağı gibi bir yaklaşım, koca koca isimlere sahip medya organlarını ve onca deneyimli basın mensubunu çocukça bir inatlaşmaya kilitlemiş halde. Neyse ki bu sayede onları izleyen kitle kutuplaştırma siyaseti dışında siyaset etme biçimlerini arayanların varlığından haberdar oluyor. Tek yöneticili, tek karar vericili sistemin arızalarını yok sayarak, kendileri gibi seçmenin ve tüm toplumun muhalefetten de “kurtarıcı lider” beklentisi içinde olduğu havasını yaymakla meşguller. Asıl sorunun sistemde olduğu, önümüzdeki seçimin cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimi olmaktan öte bir sistem tercihi oylaması anlamına geleceği, iktidar medyasının 'aday'a indirgemeci yayınlarına rağmen gizlenemeyen gerçeklerden.

Son basın açıklaması üzerine iktidarı destekleyenlerce yapılan yorumlarda öne çıkan eleştirilerden bazıları metnin içerik olarak boş olduğu yönünde. Hiç toplanmadan da yazılabilecek bir metin olduğu üzerinde duruluyor. Basın açıklamasının, liderler zirvesi için amaç değil zorunlu sonuç olduğunu dikkatten kaçırmanın iktidara fayda sağlayacağı görüşündeler anlaşılan. Belki haksız da sayılmazlar. Çünkü toplumsal ve siyasal kutuplaştırmayı sürdürmenin başka bir yolu da kalmadı. Erdoğan’ın kutuplaştırma siyasetinin üzerine kurulu seçim stratejisi ve yirmi yıllık yönetim şekli artık taşınamaz halde ve altı muhalefet partisinin uzlaşması ve bu uzlaşmayı istikrarlı bir şekilde kararlılıkla kökleştirmeleri, iktidar için kâbus senaryosu. Gariptir ülkede kimlik siyaseti ve kimliksel çatışma üzerine kurulu toplumsal kutuplaşma ekseni 90’larda kurulmuş olmasına rağmen Erdoğan dört elle sarıldı buna. Hep 90’larda özellikle Sivas katliamı ile mevcut Türk-Kürt geriliminin yanına Alevi-Sünni gerilimini ekleyerek bunu dindar-seküler karşıtlığına endekslemeyi başaran bir operasyon yürütüldü. AKP bu tip dindar-seküler karşıtlığı üzerine kutuplaştırıcı siyasete karşı çıkanların omuzlarında yükseldi fakat yol boyunca kendisini kucaklayanları birer ikişer tasfiye etti. Ve her tasfiyeden sonra 28 Şubatçıların öngördüğü ve ilk uygulayıcısı olduğu kimlik çatışması eksenindeki siyasal ortamı sürdürerek ayakta kalmayı seçti. Kutuplaşmış toplum ve kimlik çatışmaları üzerine kurulu siyaset açısından baktığımızda 28 Şubat post-modern darbesinin bugün hâlâ ve Erdoğan/AKP iktidarı/Cumhur ittifakı eliyle, bile isteye sürdürüldüğünü söylemek gerekir.

Altı partinin uzlaşması ve liderlerin düzenli olarak bir araya gelmesi, ortak akıl ve ortaklaştırılmış dille aynı metnin imzalanması kutuplaştırma siyaseti için yıkıcı ama daha önemlisi toplum için dönüştürücü etkiye sahip. Balık baştan kokar misali siyasetin liderleri, öncüleri, karar vericileri ve siyaseti şekillendirme gücüne sahip odaklar tarafından kurulmuştu kimliksel çatışma ortamı. Toplumu kutuplaştırma siyasetini 90’larda başlatanlar dönemin liderleriydi. Sonrasında çatışmayı daha da keskinleştirip çıtayı daha yükseğe yerleştiren de Erdoğan oldu. Dilersek imam-cemaat meselesi diyelim buna çatışmacı toplumsal reflekslerin tavandan tabana yayıldığı malum. Elbette şimdi altı muhalefet partisi liderinin verdiği görüntü de tabana doğru yayılmak yönünden etkili ve mutabakatı topluma yayma gücüne sahip. Üstelik öyle tasarlanmadan, planlanmadan bir araya gelinmiş değil. Biliyoruz öncelikle elbette liderler tarafından ki Kılıçdaroğlu ve Akşener öncülüğünde ortaya konulan bir irade neticesinde diğer liderlerin de katılımıyla genel başkan yardımcıları düzeyinde bir masa kurulmuş, ilkeler üzerinde anlaşılmıştı. Nitekim mutabakat adı da aylar süren bu çalışma nedeniyle verilmişti. Sonrasında başka komisyonlar kurulup, yeni masalar çalışmaya başlamıştı. Yani partilerin tüm kurullarını ve teşkilatlarını da birbiriyle uzlaştıracak, partilerin tabanını birbiriyle kucaklaştıracak derinliğe yöneldiler. Partilerin teşkilat ve tabanına tümüyle egemen olmuş diyemesek de bu ortaklaşma zemini sayesinde mutabakatın kökleri, her liderler zirvesinde kuşkusuz biraz daha derine iniyor. Demokratik toplum olarak, çatışmasız ve eşit düzlemde yaşamak isteyen toplumsal kesimlerin, her bir buluşmadan sonra bir kere daha derinden “ohh” çektiğine şüphe yok.

Ancak elbette sorunsuz, eksiksiz, yanlışsız, eleştiriden azade bir yapılanmadan söz edilemeyeceğine de şüphe yok. Tıpkı tek niyetin seçim yoluyla Erdoğan’ı iktidardan indirmek olmadığı gibi hatasız bir uzlaşma da yok ortada. İktidar yanlıları her ne kadar “Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin” şeklinde özetlenecek indirgemeci saldırılarda bulunsalar ve meseleyi liderler arasında adaylık çekişmesi seansları gibi sunsalar da açıklamalar hep sistem sorunlarına çözüm önerileri içeriyor. Toplumda karşılık buluyor sistem sorununa işaret edişleri. Burada Halkların Demokratik Partisinden de söz etmek gerekebilir. HDP 5’inci Olağan Büyük Kongresi vesilesiyle kutlamak isterim. Parti teşkilatında yeni görev alanlar ve mevcut görevlerini sürdürenler başta olmak üzere partiyi tebrik ederek başlayayım. Ülkeye ve kendilerine hayırlı olmasını diliyorum. Meşru bir siyasi partiyi seçmenleriyle birlikte illegal göstermek için başlatılmış dava sürecinin, baştan itibaren dile getirmeye çalıştığım kutuplaştırma siyasetini sürdürmek için kullanıldığı ortada. Ve böyle zorlu süreçte görev üstlenenler her türlü saygıyı hak ediyor. HDP yöneticileri, partinin siyaset yapma alanlarının iktidar tarafından daraltıldığı ortamdan çıkış yolu arıyorlar doğal olarak. Ve görünen o ki HDP’nin de siyasal haklarını korumak için baktığı yön altı muhalefet partisinin mutabakatı. Muhtemelen bu nedenle cumhurbaşkanı adayı belirlemede kendilerinin dikkate alınması gerektiğini Kongre açıklamalarında da dile getirdiler. Aslında sırf aday bahanesiyle bu sürecin tarihi önemini görmezden gelmeyecek kadar siyasi tecrübeye sahipler. Otoriteryanizm sürsün mü demokrasi yolu açılsın mı? Ucube sistemin devamı yerine demokrasiye evrilme ihtimaline oy verilecek bu seçimler için son kertede salt aday ismi nedeniyle otoriteryanizme hizmet edeceklerini hiç sanmıyorum. Ancak mevcut oy potansiyeli sayesinde seçimlerin kaderi açısında kilit öneme sahip oldukları gerçeğini hatırlatmakta haksız değiller. Altı parti muhalefet mutabakatına kendi ilkeleri uyarınca HDP ve Kürt seçmenin önüne çıkarılan siyasal engelleri yıkmak zorunda olduğunu bilmeli. Hem kutuplaştırma siyasetine itiraz için kurulup hem de kutuplaştırma siyasetini sürdürmek için ortaya konmuş Kürt ve HDP karşıtı politikayı yok sayacak veya görmezden gelerek sürdürülmesine hizmet edecek şekilde hareket etmek gerçekçi, akılcı ve vicdani değil.

80’ler öncesi ideolojik kamplaşma, 90’lardan itibaren etnik, dini, kültürel aidiyetler üzerinden sürdürülen kimlik çatışması ve hayat tarzı üzerine kurulu kutuplaştırıcı siyasetten çıkmak zorundayız. Altılı masaya düşen tarihi sorumluluk demokrasi inşası için gerekli olan eşit yurttaşlık ilkesini şimdi, seçim öncesi kendi beyanlarında gerçekleştirmeleri. Etnik, dini, kültürel aidiyetler gibi cinsiyet eşitliğini de açıkça ifade etmeleri gerekiyor ki mevcut iktidarın politikasından uzak olduklarını gösterip seçmene güven telkin etsinler. Bir başka deyişle muhalefet mutabakatı seçmende rıza üretmek için temeline kadın erkek eşitliğini yerleştirerek, kendilerinin ve her bir partilinin zihnine nakşetmek zorunda. Ancak kadın erkek eşitliği zihinlerde ve dillerde istisnasız her metinde yer aldıktan sonradır ki tüm toplumsal kesimlerin eşitliği için gerekli politikalar birlikte belirlensin. Yazık ki aylardır bu olgunluğa ve düşünce berraklığına henüz ulaşamadıkları son basın açıklamasında da görüldü. Gerek Kürtler ve gerekse kadınlar yine yoktu açıklamada. “Canım biz zaten…” diyerek başlayacak cümleler herkes bilsin ki AKP’nin “bizden önce kadının adı yoktu, biz Kürt sorununu çözdük vs.” ifadelerinden zerrece farklı değil. İstiyorlar ki kadınlar, muhalefet mutabakatının kadın eşitlik taleplerine içkin olduğunu varsaysın ve yetinsin bununla. Yok, öyle şey, öyle bir dünya yok. Sadece kendi adıma söylüyorum, altı muhalefet partisi liderlerinden hiçbirisinin Danıştay’daki İstanbul Sözleşesi duruşmalarına katılmayışının affı yok. Ve kaçtı bu tren, hatadan dönüşü yok. İstanbul Sözleşmesi duruşmalarında Cumhurbaşkanı kararı yargılandı. Sistem yargılandı. Ve sistemi değiştirmek istediklerini söyleyen parti başkanları hatta kendi davası olan Meral Akşener dahil orada yoktu. “Erdoğan’a İstanbul Sözleşmesi’ne girmesi yönünde telkinde bulunduk” şeklinde açıklama yapan İtalya Başbakanı kadar bile kavrayamadılar Sözleşme’nin önemini. İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olan ülkeye Sözleşmeye girme telkini İtalya Başbakanı için onur ama Türkiye için zül. Erdoğan için zül olduğu kadar yıllardır bu konuda net açıklama yapmaktan kaçınmaları yetmezmiş gibi duruşma için Danıştay’a gelmekten bile kaçınan altılı masa genel başkanları için de zül. Bilene, idrak edene…

Sözün özü iyi ki bir araya geldiler ve sürdürüyorlar mutabakatı, iktidar medyasının bütün çabasına rağmen. Ancak bu ülkenin geleceğine dair tarihi sorumluluk üstlendiklerini lafta yazıda belirtmek yetmez. Ülkenin geleceğine dair karar verilecek olan İstanbul Sözleşmesi Duruşmalarına gelmeleri gerekirdi. Hadi bu treni kaçırdılar hiç değilse basın açıklamasında kadın erkek eşitliği ve İstanbul Sözleşmesi duruşmalarına dair iki kelam etmeleri gerekirdi. İktidar yanlılarının abuk sabuk eleştirilerine itiraz etmek kendi ilkesel eleştirilerimizi yapmayacağımız anlamına da gelmez ki bu eleştiriler onların eğrisini doğrultmak için. Hatada ısrar etmeyeceklerini umalım. Tekrarda fayda var eşitlik yoksa demokrasi yok. Kadın erkek eşitliği amasız fakatsız tesis edilmeden toplumsal kesimlerin eşitliği de mümkün olmaz, olmuyor. Kadın erkek eşitliği hakkında “mış” gibi yapmak konusunda iktidarla yarışmaktan tezelden vazgeçilmeli.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.