Kezban Kamping işletmecisi Şenol Kan: Turizm neyim kalmadı gari

Bu sözler Antalya’nın Geyikbayırı köyünde her yıl binlerce tırmanıcı turisti ağırlayan Kezban Kamping’in işletmecisi Şenol Kan’a ait. Birçok köy çocuğunun aksine şehirde değil, köyde ekmeğini kazanmaya çalışan Şenol, normalde çadırların olması gerekirken biber tarlası olan alana bakıp “Bittik gibi geliyor bana” diyor.

Kezban Kamping Guest House
Google Haberlere Abone ol

GEYİKBAYIRI - Tüm dünyada en iyi tırmanış bölgeleri arasında gösterilen Geyikbayırı’nda bugünlerde sezon başlamış ve yüzlerce turist tırmanıyor olmalıydı. Normal şartlarda eylül veya ekim gibi başlayan tırmanış sezonu, haziran ayına kadar devam ederdi. Yani özellikle kış ve bahar aylarında en yüksek sezonunu yaşaması gereken Antalya’nın Geyikbayırı köyünde işletmeler, korona virüsü salgını nedeniyle geçtiğimiz mart ayında beklenmedik bir şekilde kepenk kapatmak zorunda kalmış, erken “tatil”e girmişti. Kezban’s Guest House’un işletmecisi Şenol Kan da, hayal kırıklığına uğrayan ve ümitle yeni sezonu bekleyen kamping sahiplerinden biri… Ancak onu diğerlerinden farklı kılan özellik, başka bir şehirden ya da ülkeden Geyikbayırı’na gelmemiş, bilakis tam da köy çocuğu olması…

Gelin, birçok köy çocuğunun aksine şehirde değil de, köyde ekmeğini kazanmaya çalışan ama ne yapsa da gitgide daha çok borç yükünün altına giren Şenol Kan'ın hikâyesini hep birlikte öğrenelim…

Şenol Kan, at sevgisini kızına da aşılıyor. 

ÇİLEK TEZGÂHINDAN GÖZLEME CUMHURİYETİNE

Şenol’un babası Ömer amca, Hacısekililer köyünden, annesi Kezban yenge ise hemen yakınındaki Yarbaşçandır köyünden. Şenol da babasının köyünde büyümüş. 9-10 yaşlarındayken Akdamlar, Hacısekililer ve Körler köylerinin birleştiği, köylülerin “Kayrak” dediği yere kendi yetiştirdikleri çilekleri satmaya gider. Ardından dedesinin bahçesinden yetişen portakallar da eklenince babası ona bir terazi alır ve tezgâh çakar. Nenesi de tezgâhın çivilerine tere, maydanoz, semizotu asar. O zamanlar 10 araba bile zar zor geçerken, bir iki yıl içinde pazarcı sayısı artar. 1998 yılında yağmurlu ve kapalı bir havada baba Ömer’in motosikleti yanaşır Şenol’un tezgâhının yanına. Arkasında annesi, motosikletin heybesinde de oklava, tabla, hasar vs. vardır. Kezban yenge hemen bir ateş yakar ve Ömer amcanın birkaç turda evden taşıdığı malzemelerle gözleme açmaya başlar. Dalga geçenler olur, şaşıranlar olur ama işte korona öncesi Antalyalılar’ın akın ettiği “Gözleme Cumhuriyeti”nin ilk adımı böyle atılır. Zaten Kezban Yenge de, sırf Türkiye’de tanınmakla kalmaz, dünya basınında da bile yer alır zamanla…

Antalya’daki “Gözlemeciler Cmhuriyeti”nin ilk gözlemecisi Şenol’un annesi Kezban yenge… 

KİM BU KASLI ABİLER, ABLALAR?

Gel zaman git zaman, gözlemecilerin sayısı artar, artık daha çok araba geçmeye başlar. Gözleme yemeye gelenler arasında geniş omuzlu, kaslı, uzun saçlı abiler ve ablalar da vardır. Ama Şenol, o küçük yaşında bu abilerin ve ablaların kim olduğunu merak bile etmez. Zira o zamanlar sayıları çok az olan bu gençler, gözlemecilerin birkaç kilometre uzağındaki Geyikbayırı’nda ilk tırmanış rotalarını açmış, mağaralarda uyuyarak tutkuyla bağlı oldukları sporu yapmaya çalışmaktadırlar. Aslında Şenol ve ailesi, köylerindeki diğer birçok insan gibi okullar kapanınca Feslikan Yaylası’na göçerken Geyikbayırı’ndan geçseler de tırmanıcıları göremezler. Çünkü yazın Antalya çok sıcaktır ve tırmanış yapılamamaktadır.

NE, AT MI?

Şenol’a dönelim… Tırmanıştan bihaber olan Şenol, liseyi bitirmiş ve şehirde internet kafe açma peşindedir. Ama ailesi, “Safsın, seni kandırırlar” deyip onu vazgeçirmeye çalışır: “Bizde şehirde bir iş kurmak istiyorsan büyükler heveslendirmez. Şehir, çok nadir gidilen bir yerdi o zamanlar. Ayda bir kere belki...”

Kezban Guest House, bir at çiftliği olduğu yıllardan…

Şenol askere giderken, babası da gözlemeden kazandıkları parayı toprağa yatırır. Önce kendi köyünde arsa alır. Ardından da asker arkadaşı aracılığıyla Geyikbayırı’nda küçük bir arazi sahibi olur. Sonra arkadaşının diğer kardeşlerinden de miras arazilerini toplar ve iki yıl içinde 14 dönümün sahibi olur. Toprağı çok seven Ömer amca, yürünmeyecek halde olan toprağı düzenler, aralarında nar, portakal, zeytin, limon, kiraz, vişne, şeftali, erik olan 600 tane fidan eker. Tıpkı Pazar tezgahları ve gözlemeciler gibi tırmanıcıların da bölgede sayısı artmaya başlamıştır. Hatta iki tane kamping vardır. İlkokul mezunu ev hanımı bir kadınken herkesin tanıdığı girişimci bir kadın haline gelen Kezban yenge, oğlunu bu arazide bir şeyler yapmaya ikna etmeye çalışır ama onun aklı askerden gelince tanıştığı ve âşık olduğu atlardadır. Elinde biriktirdiği ve borç aldığı parayla İzmir’in yolunu tutar Şenol, artık yarışamayan üç İngiliz atını alır eve getirir. Artık iyiden iyiye annesi ve babası oğlunun delirdiğini düşünür. Ne ahır vardır ne başka bir şey! Atlar kaçar, yaralanır, başkalarının ahırına yerleştirilir derken, yine borç parayla Şenol, annelerinin küçük bir restoran açtığı Geyikbayırı’ndaki araziye ahır yapar. Atlarının sayısı 11’i bulur. Gelenleri gezdirir. Amacı Likya yolunda at turları yapmaktır ama bu hayalini maalesef gerçekleştiremeyecektir.

Kezban Guest House, bir at çiftliği olduğu yıllardan tanıtım ilanı…

O ÇOCUK BÜYÜR VE TIRMANICI OLUR

Geyikbayırı’ndaki iki kampingin kapasitesi yetmeyince bazı tırmanıcılar, restoranın bahçesinde çadır kurmak ister. Bir duş, bir tuvalet yapılır. Kezban Guest House, işte böyle kurulur. Şenol, tırmanıcıdan aldığını atlara yatırır ama bir süre sonra masraflarıyla artık başa çıkamaz: “İngiliz atı olduğu için güzel bakmak, kaliteli yem vermek gerekiyor. Türk atı gibi değiller. Türk atına saman ver yer ama İngiliz atına yediremezsin.” Şenol atların kimisini bedava verir, kimisini satar...

Şenol’un her gün gördüğü sahne şudur; sporcu erkekler ve kızlar, sabahları erkenden uyanıyor, kahvaltısını ediyor ve hızlı hızlı hazırlanıp dev çantalarla bir yerlere gidiyorlar. Akşam olunca da yorgun bir şekilde gelip yemeklerini yiyip erkenden çadırlarında uyuyorlar. Onları beklerken bir yandan boş boş oturan Şenol, bir yandan da ne yaptıklarını merak etmektedir, “Ne anlıyorlar bütün gün tırmanmaktan” diye…

Açıldığı günden beri tamiratı, tadilatı bitmeyen kampingin tüm aşamalarında Şenol Kan da bizzat çalışmış. 

İşte Şenol’un merakını Isparta’daki Süleyman Demirel Üniversitesi’nden gelecek tırmanıcılar giderecektir. Onlardan birisi, bir gün “Sen hiç tırmanışı denedin mi?” diye sorar ve onu da davet eder. Yol boyunca ne kadar güçlü bir köy çocuğu olduğunu, domates sandıklarını, salatalık kovalarını nasıl taşıdığını anlata anlata bitiremeyen Şenol, sonra çok pişman olacağı şu sözleri söyler: “Köy işlerinden daha zor değildir ya, ben kolay tırmanırım.”

Gelin, başına gelenleri onun sözlerinden okuyalım: “Vardık, rotayı açtılar, tırmanmaya başladım. Yarıya kadar geldim, aşağıya bir baktım, Allaaaahhh. ‘Ben gerizekalıyım, bende hiç akıl yok’ deyip pişman oldum ama yolda gelirken kendimi övdüğüm için bırakmak istemedim yukarıya kadar gittim. Aşağıya indiğimde çok mutluydum, korkum da kalmamıştı, hemen bir kez daha tırmanmak istedim.”

Böylece Şenol, Geyikbayırı’nda tırmanan ilk ve tek köylü çocuk olur.

Şenol, Geyikbayırı’nda tırmanan ilk ve tek köylü çocuk…

'BORCUM HİÇ BİTMEDİ'

Ama bir tuhaflık vardır, diğer kampingler dolup taşarken köyün üçüncü kampingi olan Kezban’a çok az insan gelir. Şenol, aynı zamanda tırmanıcı olan arkadaşı Serhat’la bir akşam tarhana içerken ona derdini açar. Kampingine niye az insan geliyor diye üzgündür. Serhat da “Bu işi iyi yapabilmen için bu insanlardan biri olman lazım. O zaman tırmanıcıların ne istediğini daha iyi anlarsın” der. Evet, bu çok mantıklıdır. Şenol da her gün tırmanışa gitmeye başlar, Serhat’la tırmanış partneri olurlar ve artık onlardan biri haline gelir.

Yine borçla malzemeleri alır ve dayısıyla üç bungalov yaparlar. Ama öyle çok borcu olur ki, her gün borç ödemeye gider. Sürekli bir eksiği vardır ve onu tamamlamak için canla başla çalışır. Elektrik bağlatır, restoranı büyütür, duş ve tuvalet sayısını çoğaltır. Bungalovların sayısı da 13’ü bulur ama yedi yıldır tadilat, tamirat yapmaktan bu sayıya yenisi eklenmez. “Birçok eksiğimiz olsa da hem fiyat konusunda yardımcı olmaya çalıştığımızdan hem de güler yüzümüzden daha çok insan gelmeye başladı” diyen Şenol’un işleri terör saldırıları ve Rusya ile uçak krizinin yaşandığı 2016 yılında yine sekteye uğrayacaktır. Ülkeye gelen turist sayısı düşünce, onun da müşterisi yüzde 80 oranında azalır. Sabreder ve 2018-19 sezonu çok iyi geçer. Heyecanla ve umutla 2019’un eylül ayında kampingi açar. Yine odalar dolu ve kamp alanında bir sürü çadır vardır. Ama kasım ayından itibaren rezervasyonlar iptal olmaya başlar. Yılbaşı ve highline festivali zamanı hariç, dolu oda sayısı iki, bilemedin üçtür. Tam “Toparlanıp düze çıkacağız” derken bu kez de korona virüsü salgını baş gösterir. Hiç beklenmedik bir şekilde 17 Mart’ta kampingi kapatmak zorunda kalır.

ÇADIR ALANLARI TARLA OLDU

Yeni sezonun başlamasına uzun bir süre olunca Şenol, çadır alanına bir şeyler ekmeye karar verir. Salatalık, börülce, biber; tadımlık olarak da kavun, karpuz, ayçiçeği eker. Birazını pazara gönderir, birazını da hale yollamak ister ama sokağa çıkma yasağı vs. derken mahsul elinde kalır. Şu anda Şenol, salatalığın adını bile duymak istemiyor. Zaten yiyemiyormuş da, o kadar tiksinmiş.

.

Bütün yazı bahçe işleri ve yine tamiratla geçiren Şenol, uçuşların açılmasıyla umutlanır. Zaten mayısta Rusya ve Ukrayna’dan gelemeyen 30 kişilik bir grup vardır, ne mutlu ki onlar eylül ayı için rezervasyon yaptırmıştır. Uzun süre kalacakları için Şenol’un kafası biraz rahatlar. 20 Eylül’de daha önce de birlikte çalıştığı Öykü ve Zeynep tekrar işe başlar, kamping resmen kapılarını açar. Ama kötü haber gecikmez! Grubun tırmanış hocası Perulu’dur ve ülkesinden çıkamamaktadır. Rezervasyon iptal!

Eskiden ateş başında insanlar toplanırken, şimdi ateşin etrafı biber tarlasına dönüşmüş durumda. 

‘BİTTİK GİBİ GELİYOR BANA’

Şenol’la restoran bölümünün bahçesinde biber tarlasına bakarak sohbet ediyoruz. Açıkçası ben biberleri bir şeye benzetemiyorum. Sormasam ne olduğunu anlayamayacağım, dallarda kırmızı, küçük garip bir şeyler var. Ayçiçekleri desen, onları da kuşlar bitirmiş. Ama hakkını yemeyeyim, patlıcanlar güzel gözüküyor. Onlar da dediği gibi tadımlık, “İstersen giderken topla abla” diyor. Akşam yemeğinde kullanmak üzere bir tane büyümeyi başarmış biber koparıyorum. Geçtiğimiz sezon tırmanıcılarla dolup taşan kampingde sadece bir müşteri var. “Rezervasyon var mı?” diye soruyorum, toplasan beş kişinin gelmesi bekleniyor ama onlar da net değil. Sonra aramızda şu diyalog geçiyor:

Böyle giderse ne yapmayı düşünüyorsun?

Düşünmüyorum. Düşünürsem sıkıntı olacak.

Hâlâ uçuş olan ülkeler var. Belki tırmanış turizmi için bir şeyler yapılır, ne dersin?

Turizm neyim kalmadı gari abla. Bittik gibi geliyor bana.

Hiç umudun yok mu?

Sen böyle deyince şimdi… Harbi kimse gelmezse ben ne yapacağım?

Şenol evli, dört yaşında dünyalar güzeli kızı var. Hiç birikimi olmadığı için kamping kapanınca kredi üstüne kredi çekmiş. Birçok bankaya borcu var. Umudu gibi, beklentisi de azalmış: “Altı ay sonra ödemeli kredi çekmiştim ama şimdi de param yok. Yeni kredi de çözüm değil. Bari kredileri tek yere toplayıp erteletebilsem.”